TÜRKMENELİ SAHİPSİZ Mİ?

TÜRKMENELİ SAHİPSİZ Mİ?

Üç günlük Türkmeneli ziyaretimizi mutlu ama biraz da buruk bitirdik. Buram buram Türk kokan, Anadolu kokan, biz kokan bu toprakları, bu toprakların insanlarını yıllarca nasıl da ihmal etmişiz, kaderlerine terk etmişiz…
Erbil’den uçağa binerken, yüreğimizden bir parçayı burada bırakıyoruz. «Kardeşlerimize selam götürün!» diyerek bizi gözyaşlarıyla uğurlayan soydaşlarımızın, dostlarımızın gönderdiği sıcacık sevgiyi de yanımıza alarak ayrılıyoruz Türkmeneli’nden…
Dolu dolu geçen üç günü ve bu coğrafyaya dair öngörülerimizi paylaşmadan önce, bu toprakların tarihinden ve nasıl Türk yurdu olduğundan bahsetmek istiyorum…
•••
Tarih boyunca birçok medeniyetin beşiği olmuş Mezopotamya’nın büyük bir bölümü, bugünkü Irak’ın topraklarını oluşturmaktadır. İnsanlık tarihinin dönüm noktası olarak kabul edilen Sümer Uygarlığı M. Ö. 3500-2500 yılları arasında Irak ve Suriye’nin bir bölümünde hüküm sürmüştür. Zaman zaman parçalanma ve birleşme dönemleri yaşayan bölge, gücünün zirvesine M. Ö. 1792-1750 yıllarında Hammurabi zamanında ulaşmıştır. Irak toprakları tarih boyunca hem medeniyetlerin hem de kavgaların odak noktası olmuştur. Bu coğrafyanın bilinen 6000 yıllık tarihinde; Sümerler, Akadlar, Babiller, Hititler, Asurîler, İranlılar, Makedonyalılar, Bizanslılar hüküm sürmüşlerdir.

Ülke M. S. 637’de Müslümanlar tarafından fethedilmiştir. Hazret-i Ali tarafından, hilafetin merkezi durumuna getiril¬miş ve başkent Medine’den Kûfe’ye taşınmıştır. Hazret-i Ali ile Muaviye orduları arasındaki Sıffin Muharebesi ile bölge karmaşık etnik mezhep yapısına bürünmüştür. Kerbelâ Hâdisesi ile ülke Haricîler ve özellikle de Şiilerin merkezi hâline gelmiş, ancak sosyal ve siyasî isyanlar, çatışmalar hiç eksik olmamıştır. Önce Emevilerin, sonra Abbasîlerin kontrolüne giren bölgede ilk Türk varlığı M. S. 7’nci yüzyılda olmuştur.

Annesi Türk olan Halife Mu’tasım döneminde, ülkede Türk nüfuzu zirveye ulaşmış ve Abbasi halifesi ile birlikte Türk hakanının adı da hutbelerde okunmaya başlamıştır.

1055-1200 tarihleri arasında Selçukluların hâkimiyetinde kalan ülke Moğollar tarafından istilâ edilmiş ve 1258’den sonra İranlıların hâkimiyetine girmiştir. 1534’te Osmanlıların yöne¬timine geçinceye kadar pek çok beylikler tarafından kontrol edil¬miştir. Kanunî Sultan Süleyman’ın Bağdat Seferi ile başlayan dört asırlık süreç, bu toprakların yaşadığı en huzurlu dönem olmuştur.

Türkmenlerin, Irak topraklarını yurt edinmeleri üç dönemde gerçekleşmiştir.
Ubeydullah Bin Ziyad Buhara ve Beykent’e yaptığı saldırılarda, Türk ordusunun kahramanlıklarını görmüş ve ilk kez 633 yılında Emeviler zamanında Türkler, Horasan’dan Irak toprak¬larına getirilmiştir. İlk kafile Basra’ya gelmiştir. Sonraları, Ho¬rasan valisi; halifenin emri ile her yıl 2000 Türk’ü, Türkistan’dan Irak’a göndermiştir.

Irak’ın vatan olarak benimsendiği ikinci dönemde, Selçuklular, kitleler halinde buraya göçmüşlerdir. Bu dönemde gelenler, hür, silahlı ve fatih olarak gelmişlerdir. Oğuz Türkleri bugün Irak Türkmenlerinin yaşadığı bölgelere yerleşmişlerdir.

1535 yılında Kanunî Sultan Süleyman’ın Irak Seferi ile, binlerce Türkmen Kuzey Irak’a yerleşmiştir. Yine, IV. Murat zamanında çok sayıda Türkmen bu coğrafyayı yurt edinmiştir. Irak, Osmanlı idaresinde iken, Basra ve Bağdat vilayetlerinin yanı sıra, Musul vilayetinden meydana gelmekteydi. Başta petrol olmak üzere, birçok zenginliklere ve çok önemli jeostratejik bir konuma sahip olan Musul vilayeti, merkezi Musul olmak üzere Kerkük ve Süleymaniye sancaklarından oluşuyordu.

7. asırdan günümüze Irak topraklarını vatan edinen Türkmenler, kuzeyden itibaren, Telafer, Musul, Erbil, Altunköprü, Kerkük, Tuzhurmatu, Kifri, Karatepe, Hanekin, Mandeli ve Bağdat’ın güneydoğusunda bulunan Bedre’ye kadar uzanan bir şerit üzerinde yerleşmişlerdir.

Irak Selçukluları, Musul Atabeyleri, Erbil Atabeyliği, Kerkük Türkmen Beyliği, Karakoyunlu ve Akkoyunlu Devletleri, Türkmenlerin bu coğrafyada asırlar boyunca kurdukları devletler ve beyliklerdir.

IRAK TÜRKMENLERİ’NİN ANADOLU TÜRKLERİ’NDEN KOPARILMASI

I. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı Devleti’nin dağılması ile birlikte, Irak Türkmenleri, İngilizlerin planları ile, Anadolu Türkleri’nden koparılmıştır. Hazırladıkları planı Basra Körfezi’nden girerek uygulamaya başlayan İngilizler, 30 Ekim 1918’de Musul’a 60 kilometre kadar yaklaştılar. Aynı gün mütareke yapılmasına rağmen ordunun Dicle Grubu’nu esir alan İngilizler, A. İhsan Paşa’ya bir mektup göndererek Musul’u terk etmesini istediler. İngiliz Generali Marshall’ın hukuksuz ve sinsi taktiğine boyun eğen A. İhsan Paşa, Musul’u savaşmadan terk eder. (Atatürk bu üzücü olayı Nutuk’ta ağır eleştirilerle anlatmaktadır.)

Irak’ı önce bizzat yönetmeyi deneyen İngilizler halkın sert muhalefeti ile karşılaştılar. Ayetullah’ların İngilizler aleyhine fetva vermesi üzerine 1920’de Necef’te ilk isyan patlak verdi. Türk¬menlerin de isyana destek vermesi ile Irak’ı yönetemeyeceklerini anlayan İngilizler, Mekke Şerif’i Hüseyin’in oğlu Faysal’ı Irak’a kral yaptılar ve 1930 yılına kadar manda yönetimi ile Irak’ı idare ettiler. 1932 yılında manda yönetimi sona erdi ve Irak Milletler Cemiyeti’ne üye oldu. (Şiiler, o dönemde İngilizlere isyan etmenin bedelini ağır ödediklerini öne sürerek bugün ABD’ye karşı durmamaları gerektiğine inanıyorlar.)

1936 yılında Irak’ta ilk darbe oldu. Darbe lideri Kürt kökenli Albay Bekir Sıtkı idi. 1941’de Mayıs Harekâtı olarak bilinen ikinci büyük darbe oldu ve İngilizler askerî bir harekâtla Bağdat’ı işgal et¬tiler. 1958’de kanlı bir darbe ile krallık devrildi ve cumhuriyet ilan edildi. General Abdülkerim Kasım cumhurbaşkanı oldu. 1963’te General Abdüsselam Arif bir darbe ile Kasım’ı devirdi ve Baas Par¬tisi ile ittifak yaptı.

1968’de Baas Partisi bir darbeyle iktidarı ele geçirdi ve General Ahmet Hasan El-Bekir cumhurbaşkanı oldu. 1979’da ise Saddam Hüseyin El-Bekir’i devirerek yerine cumhurbaşkanı oldu ve ülke 25 yıl yeni bir savaş dönemine girdi. Bu dönemde gerek yaşanan savaşlar, gerekse Saddam’ın zulmüyle milyonlarca insan can verdi.

TÜRKMENLERE YÖNELİK ASİMİLASYON VE SOYKIRIM, KURULDUĞUNDAN BUGÜNE, IRAK’IN TÜM YÖNETİMLERİNİN TEMEL POLİTİKASI OLDU.

Yıllarca, Irak’ın asimilasyon politikalarını en sert tatbik ettiği grupların başında Türkmenler geldi. Kürtlerin örgütlülüğünün ve sahip olduğu uluslararası desteğin sonucunda Bağdat’ta uzun yıllar boyunca Kürtlere karşı açıktan ama sınırlı, Türkmenlere ise Türkiye ile olan ortak sınır nedeniyle üzeri kapalı ama sınırsız bir sindirme politikası uygulandı.

Türkçe isim, şarkı, türkü, Türkmen geleneklerine göre düğün ve diğer kültürel faaliyetler, doğrudan ayrılıkçı eylem olarak değerlendirildi ve engellendi. İsminde Türk kelimesi geçen dernek ve benzeri kuruluşlar veya program ve tüzüklerinde Türk kelimesi yer alan benzer yapılar neden gösterilerek veya gösterilmeyerek kapatıldı.

Türklerle ilgili herhangi bir istatistik veya kayıt tutulmadı. Nüfus, tapu, mezarlık ve benzer kayıtlar tahrif edildi. Türkmen gençleri iyi okullara kabul edilmedikleri gibi, yüksek eğitim yapmaları da engellendi. Buna rağmen Türkmenler, silaha sarılmak yerine kaleme sarılmayı tercih ettiler.

Türkmenler arasında üniversite eğitimi gören gençler, askerlik hizmetlerini subay olarak yapamadılar. Devlet memuru olabilmeleri de Irak emniyetinin ve gizli servisinin olumlu görüş belirtmesine bağlıydı.

Seyahat, akraba ziyareti veya iş gezisi için Irak’tan ayrılan Türkmenlerin büyük bölümü ise vatandaşlıktan çıkarıldılar.

Türkmenlerin gayrimenkul edinmesi de özel izne bağlıydı. Miras yoluyla intikal eden gayrimenkuller dışında yenilerini edinmek yasal olarak mümkün değildi. Ancak rejimle iyi ilişki içinde olanlar bunu başarabiliyordu. Türkmenlerin elinde bulunan arsa ve diğer gayrimenkuller mümkün olduğunca istimlâk ediliyor; öncelikle Araplara sudan ucuz fiyatlarla satılıyordu. 
Türkmen kökenli esnaflar, ağır para ve kapatma cezalarıyla canından bezdiriliyordu. Arapların yoğun olduğu bölgelere göçmek isteyenlere ise Bağdat özellikle destek verdi. Ancak göç edenler gittikleri yerlerde, yıllarca çok zor koşullar altında yaşadılar.

YILLARCA DEVAM EDEN BU ASİMİLASYON POLİTİKALARINA, SİSTEMATİK KATLİAMLAR DA EKLENEREK TÜRKMENELİ’NDEKİ TÜRK İZLERİ YOK EDİLMEK İSTENDİ.

Türkmeneli’ndeki her şehir bir katliamla anılır. Osmanlının bu topraklardan çekilmesinden sonra gelen her yönetim (İngiliz manda yönetimi, krallık, cumhuriyet ve diktatörlük dönemlerinde); Osmanlı’ya ve Türklere olan kinini, Türkmenlerden çıkartmak istemiştir. 1920’den sonra sistematik olarak uygulanan katliamlara, Türkmenler her şartta direnmiş ve Türklüklerini korumak için mücadele etmiştir. Bugün de Amerikan işgalinde olan Türkmeneli, planlı bir asimilasyona tâbî tutulmak istenmektedir.

TÜRKMENLERE YAPILAN KATLİAMLAR:

1920-Kaçakaç Katliamı-Telafer
1924-Levi Katliamı-Kerkük (İngiliz paralı askerlerinin yaptığı katliam)
1946-Gavurbağı Katliamı-Kerkük
1959-Kerkük Katliamı (İhtilalci General Abdulkerim Kasım’ın cumhuriyet rejimi, kendine destek veren Türkmenleri katletmiştir.

Bu vahşet, o dönemde Türk kamuoyundan özellikle gizlenmiştir.)

1979-Tazehurmatu Katliamı
1980-Türkmen Liderlerin Katliamı
1991-Tazehurmatu Katliamı
1991-Altunköprü Katliamı
1996-Erbil Katliamı
2003-Tazehurmatu Katliamı
2004-Telafer Katliamı
2005-Telafer ve Musul Katliamları
2006-Karatepe Katliamı
2006-Kerkük terörü

MUSUL, MASA BAŞINDA KAYBEDİLMİŞTİR. BUGÜN OYNANAN OYUNLAR, O DÖNEMİN BEKLENTİLERİNİN DEVAMIDIR.

Lozan’da yapılan ikili görüşmelerle Türkiye’nin Güney Sorunu çözülemedi. Yapılan heyetler arası müzakerelerle de sonuç alınamadı. İsmet Paşa Musul Vilayeti’nin etnografik, siyasî, tarihî, coğrafî, ekonomik ve askerî gerekçelerle Türkiye’de kalmasını savunurken Lord Curzon İngilizlerin savaşı kazandığını, Türklerin Musul’u almaları hâlinde Arap devletlerini yok edeceğini iddia etti. 
Türk delegasyonunun ikinci adamı Dr. Rıza Nur Bey; Musul’un elden çıkması halinde memleketin başına Kürdistan tehlikesi çıkacağını, Kürdistancıların Ermenilerle birle¬şerek Türkiye’yi arkadan vuracaklarını iddia ediyordu.
Abdülhamid, Musul ve civarı petrollerini, gelecek tehlikeleri hesaba katarak padişah hazinesi mülkiyetine geçirmişti. Bu konu Türkiye’nin Musul’da hukuki olarak haklılığını gösteren önemli argümandı. Bu durum İngilizleri rahatsız ediyordu ve buraların aslında maliyeye ait olduğu tezini öne sürmeye çalışıyorlardı. Abdülhamid’in mirası meselesine Ankara da sıcak bakmıyordu. Hanedan mensuplarının vatandaşlıktan çıkarılmış olmaları da miras meselesini savunmamıza mâni oldu.

Lozan’da çözümlenemeyen Musul problemi daha sonra çözüme kavuşturulmak üzere askıya alındı.
1924’te İstanbul’da İngilizlerle görüşmeler yeniden başladı. Türkiye hakkını aramaya çalışırken İngilizler Hakkari’yi de istemeye başladılar. (Bu arada, İngilizlerin kışkırtmasıyla, Hakkari civarında isyanlar çıkmaya başladı.) İngilizlerin asıl amacı çözümsüzlüğü devam ettirmekti, nitekim öyle oldu ve konu Milletler Cemiyeti’ne götürüldü. Milletler Cemiyeti rapor hazırlamak üze¬re bir komisyon kurdu. Temmuz 1925’te komisyonun sunduğu raporda; Musul Vilayetinin çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu, iktisadi olarak bölgenin Irak’a bağlanması gerektiği ifade edildi. Türkiye rapora itiraz etti ve konu Milletler Arası Daimî Adalet Divanı’na götürüldü. 
5 Haziran 1926’da cemiyetin kararı kabul edildi. Brüksel’de tespit edilen hatta, küçük değişiklikler yapıldı ve Musul üzerindeki haklarından vazgeçecek olan Türkiye’ye Irak hükümeti tarafından petrol gelirinin % 10’unun 25 yıl süreyle verilmesi kararlaştırıldı. Türkiye 500.000 İngiliz lirası karşılığında bu hak¬kından vazgeçti ve acı bir şekilde her şeyiyle bizim olan topraklar elimizden çıkmış oldu. (Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği, Irak Parlamentosu Başkanı Dr. Mahmud El Meşhedani’nin, Türkiye’nin Kerkük petrollerine göz dikerek % 10’unu istediğini iddia etmesi, o dönemden kalan bir suçluluk psikozunun sonucudur.)

ERBİL…

2 saat süren bir uçuştan sonra Erbil’e geldik. Alana indiğimizde, bizi sözde bölgesel Kürdistan hükümetinin yetkilileri karşıladı ve VIP salonuna davet ettiler. Saygılı tavırları dikkat çekiciydi. Salonun her yerinde, Molla Mustafa Barzani’nin ve oğul Mesut Barzani’nin resimleri vardı. Bu abartılı tavır, sözde Kürdistan bayrağı ile de desteklenmişti. Hiçbir yerde Irak bayrağına rastlamadık.

Güvenlik endişesi ile bizi karşılamaya gelen Türkmenleri ve Türk gazetecileri VIP salonuna almamışlar. Onlarla alanın dışında buluşarak otelimize geçtik. Yol boyunca yüzlerce yıllık medeniyetlere ev sahipliği yapan şehrin, şimdiki acziyetine tanık olduk. Yer yer yükselen modern binalar, yaşanan sefaletin izlerini gizlemeye çalışsa da, bunu başaramamış. 
Otele girişteki aşırı güvenlik önlemlerinin olağan olduğunu öğrendik. Şehrin girişindeki kontrol noktalarında Erbil plakalı olmayan araçlar da didik didik aranıyormuş. Sözde Kürdistan Başbakanı Neçirvan Barzani, sokağa çıktığında ise, tüm GSM telefon hatları kesiliyormuş.

Erbil, Beğtiğinliler Hanedanı’na mensup olan Erbil Atabeyleri zamanında, büyük bir ilim ve Kültür Merkezi oldu. Bu hanedanın son temsilcisi 1190 yılından 1233 yılına kadar hüküm süren Muzaffereddin Gökbörü döneminde Erbil, altın çağını yaşadı. Gökbörü, Atabeyliğin payitahtı Erbil’in surlarını ve çarşılarını yeniden inşa ederek, büyütmüştür. Yaptığı birçok ilmi, dini ve hayır müesseseleri ile İslam dünyasında destansı bir şahsiyet kazanan Gökbürü, kör ve sakatlar için hankah yaptırmış; dul, yetim, ihtiyar ve kimsesiz çocuklar için yurtlar ve zengin vakıflar kurmuştur. Gökbürü’nün şöhretini arttıran diğer bir husus, her yıl Hazret-i Peygamber’in doğum günü münasebetiyle birkaç gün ve gece süren mevlid törenleri düzenlemiş olmasıdır. Kurbanların kesildiği, ziyafetlerin verildiği bu mevlid törenlerine, ülkenin her tarafından davet edilen Kur’ân ve ilahi okuyucular, şairler, müzisyenler ve çeşitli oyuncular katılırdı. Şehrin süslenmesi, geceleri mumlar ve kandiller yakılarak, fener alaylarının düzenlenmesi ile ihtişamlı ayinler ve bayram şenlikleri yapılırdı. Şehir dışında kurulan otağlarda, İslam dünyasının her tarafından gelen âlim, sanatkâr ve kalabalık misafirler ağırlanırdı.
Irak’ın en zengin sayfiye ve turistik yerleri Erbil’dedir. Özellikle şehrin kuzeydoğusundaki dağlık bölgede, yazın serin olan gezinti yerleri ve akarsuları ile çağlayanları, Erbil iline büyük bir çekicilik vermektedir.
Tarih boyunca pek çok âlim, şair ve sanatkâr yetiştiren Erbil, Irak Türkmenlerinin folklor ve halk edebiyatı bakımından da çok zengin merkezlerinden biridir. Geleneklerine ve göreneklerine sıkı sıkıya bağlı olan Erbil Türkmenleri, uzun hava türünden olan hoyrat ezgileri ve türküler bakımından da renkli bir yöredir. 
Irak’ta yurt edinen Türkmenlerin de ilk kalesi Erbil sayılır. Hatta Irak’ta Türklüğün çatısının ilk defa Erbil’de ku¬rulduğunu söylemek daha doğrudur. Onun içindir ki Erbil ve onun Türkmen kimliği Irak’ta yaşayan her Türkmen vatandaşın en büyük övünç kaynağı olmuştur.

Tarihî kaleye yaptığımız ziyaretin ardından kapalı çarşıyı dolaştık. Şehrin ticarî hayatının merkezi olan çarşıda Türkçe konuşmayan esnafa neredeyse rastlamadık.

Erbil’de yaklaşık 350 bin Türkmen yaşıyor. Konuştuğunuz Türkmenlere nereli olduklarını özellikle sordum. Aldığım cevaplar aynıydı. Hepsi kalede oturuyorlardı. Buradan da anlaşılıyor ki, şehrin en eski yerleşim yeri tamamen Türkmenlere aitti.

Bu kadar çok Türkmen’in yaşadığı Erbil’de seçimlerde neden Türkmen partilerinin az oy aldığına ise, kimse mantıklı bir açıklama getiremiyor. Bazı Türkmenlerin Barzanî’nin partisi KDP’den aday olması, bu sonucu açıklamak için yeterli bir gerekçe değil. Konuştuğum herkesin ortak kanaati, seçimlerin âdil olmadığı yönündeydi.

Erbil-Kerkük arası 80 kilometre kadar. Yol güzergâhında, Türkmenlerin önemli merkezlerinden olan Altunköprü bulunuyor.

Dünyanın en zengin petrol yataklarına sahip bu bölgenin insanları, emperyalizmin vahşetini her alanda hissediyor. Yol boyunca bidonlarla akaryakıt satan çok sayıda seyyar benzinciye rastladık.

Geçtiğimiz günlerde Kuzey Irak’ta elektrik ve akaryakıt sıkıntısı nedeniyle halk sokağa dökülmüş. Bu sorun devam ederse, bölgenin ilerleyen zamanda daha fazla sıkıntı çekeceği söyleniyor. Bu arada geçen yıl Türkiye’nin bölgeye 1.5 milyar kilowat/saat elektrik sattığını da hatırlatalım. Hem de Türkiye’de satılan fiyatın yarısından ucuza.

Bölge ekonomisinin çok önemli bir kısmı Türkiye’ye bağımlı. Marketlerdeki ürünlerin çoğu Türk malı. İnşaat firmalarının neredeyse tamamı Türk. Ancak otellerdeki yabancı işadamlarının giderek arttığı ifade ediliyor. Almanya, Hollanda ve İsveç gibi batılı ülkelerin uçakları da Erbil’e yolcu taşımaya başlamış. Bölgede sanayi hiç yok. (sanayi olarak sadece Süleymaniye’de bulunan beton santrali söylenebilir.) Okullardaki ders kitaplarını bile bastıracak matbaaları yok. Geçen yıl kitaplarda sözde Kürdistan haritası olduğu için, Türkiye’nin tepkisinden çekinmişler ve basım işini Lübnan’a vermişler. Ancak bu yıl kendi matbaalarını kuruyorlar. Dış ticaretlerinin % 90’ını gerçekleştirdikleri Türkiye ile yıllık alışverişleri 1.5 milyar dolar civarında. Bu da Habur Sınır Kapısı’nın ve Türkiye’nin ne kadar önemli olduğunu gösteri¬yor. Yaklaşık 4.5 milyon insan yaşayan bölgede, çalışan nüfusun % 75’i memur. Bütçelerinin önemli bir kısmını, Bağdat merkezi hükümeti sağlıyor. Irak petrollerinin % 8.6’sının geliri, bu bölge¬ye tahsis ediliyor. Bölgedeki yöneticilerin talepleri ise petrolün % 17’sinin gelirini almak. Varil başına 25 dolardan ödeme yapılmasını ise haksızlık olarak değerlendiriyorlar. (ABD, İngiltere ve Vatikan’ın yardımları konusunda ise farklı bilgiler veriliyor. Önümüzdeki günlerde, bölgenin sağlık altyapısı için, Vatikan’dan ciddi bir yardım -2.5 milyar Euro- geleceği tahmin ediliyor.) Bölgenin ekonomik olarak kendi başına ayakta durabilmesi bu koşul¬lar altında imkansız görünüyor. Bu nedenle, bölge liderleri, Kerkük konusunda aşırı bir iştah ve aceleciliğe sahipler. Bu da referandum konusundaki tutum ve politikalarını bir an¬lamda açıklıyor.

ABD’nin Irak’ı işgali sırasında en büyük desteği kendilerinin verdiğine inanıyorlar. Bu nedenle, ABD’den beklentileri çok yüksek. Bölgeye sanayi yatırımı yapılması özellikle, petrol rafinerisi kurulması için ABD’nin acele etmesi gerektiğini düşünüyorlar. Bazıları ise, geçmiş dönemde olduğu gibi ABD’nin yine kendilerini unutacağı ya da ihmal edeceği görüşünde.

Bir Türk firması, Erbil-Kerkük yolunun 3. kilometresinde Selahattin Üniversitesi’ne ait öğrenci yurdu inşaatı yapıyor. Bu yurt 1500 kişilik. Hemen yanında 4000 kişilik yeni bir inşaata daha başlanmak üzere. Üniversitede 19 bin öğrenci öğrenim görüyor. Öğretim görevlilerinin önemli bir kısmı, Saddam zamanında böl¬geden kaçan ve dışarıda eğitim almış kişiler. Türkiye’den gelen öğrencilerin giderek arttığı ifade ediliyor. Kesin rakam bilinmemekle birlikte, 300 civarında olduğu sanılıyor. Türk öğrencilerin çoğu Diyarbakırlı.

Erbil’de Türk okulu da var. Ziyaretlerine gidemedik. Okul yöneticileri bazı öğrencilerini de alıp otelimize geldiler. Özellikle Türkmenlere yönelik kurulan bu okulda, Türkçe, İngilizce ve Kürtçe eğitim veriliyor. Öğrencileri Kuzey Irak’ın değişik bölgelerinden. Aynı okulun Kerkük’te de bir şubesinin olduğunu öğrendik. 
Erbil-Kerkük arasında bulunan kontrol noktalarında peşmergeler arama yapıyorlar. Özellikle Erbil’e girişte sıkı güvenlik önlemleri alınmış. 
Kerkük yakınlarında çok sayıda toplu konut inşaatı dikkatimizi çekti. Bu inşaatlar, bölgenin mimari özelliklerine göre, tek katlı ve ucuz malzemeden yapılıyor. KDP ve KYB bölgenin değişik yerlerinden getirttiği Kürtleri burada oturmayı planlıyormuş. Konuştuğumuz Kerküklüler savaştan sonra, Kerkük civarına 600 bin Kürt getirildiğini ifade ediyorlar. Savaşın hemen ardından gittiğimde pek çok mülteci Kürt ile konuşmuştum. O zaman kamplarda kalan ve BM yardımlarıyla yaşayan Kürtler artık yerle¬şik düzene geçmişler. Kerkük’te yapılması planlanan referandum, bölgenin kaderini değiştirecek. Irak’ta yaşayan tüm kesimler bu referanduma odaklanmış. (İngiltere’nin Halepçe mağdurlarının kullanacağı yerleşimlerin inşası için 2.5 milyar dolar yardım yapacağı, ABD’nin ise Kerkük ve civar ilçelerinde Kürtlerin yerleşeceği 8 bin konutu finanse edeceği söylendi.)

KERKÜK…

Şehrin girişinde, yola döşenen mayın nedeniyle 2 saat kadar bekliyoruz. Kerkük polis teşkilatından gelen Türkmen kökenli görevlilerin eşliğinde şehre giriyoruz. 
Kerkük’e girdiğimiz andan itibaren keşmekeşle karşılıyoruz. Savaşın ve yokluğun getirdiği kargaşa yanında, başka yerler¬den getirilen 600 bin Kürt’ün şehre uyum sağlayamaması ve yerleşik düzene geçememesi de bunda önemli bir etken. Petrol üzerinde oturan bu tarihî şehir, altındaki zenginliğe inat, tam bir sefalet yaşıyor. Sokakta yürüyen herkesin yüzünde bir gerginlik ve endişe hâkim. Bazı binaların önünde dikenli teller ve beton bloklardan korunaklar dikkat çekiyor.

Akşam saat 21:00’dan itibaren araçların trafiğe çıkması yasak. Saat 23:00’dan sonra ise insanlar için sokağa çıkma yasağı başlıyor. Bu saatten sonraki derin sessizliği, zaman zaman gelen patlama sesleri bozuyor. Bazen de kulak tırmalayan sesiyle, insansız keşif uçakları Kerkük’ün misafiri oluyor. Tıpkı Beyrut’taki İsrail’in insansız uçakları gibi.
İlk durağımız Irak Türkmen Cephesi…
Değişik Türkmen gruplarından temsilciler özlemle karşılıyorlar bizi. Muhabbetle bağrımıza basıyoruz. ITC Genel Başkanı Sadettin ERGEÇ, anayasa görüşmeleri için Bağdat’ta olduğundan, cepheden diğer yetkililerle bir araya geliyoruz.

Irak Türkmenleri Adalet Partisi Başkanı Enver BAYRAKTAR: “Burası Türkmen yurdudur!” diyerek başlıyor konuşmaya:
“–Kerkük’te gözü olanlar, buraya petrol gözüyle bakıyorlar. Oysa burası Türkmenler için bir vatan toprağı. Kürtler, ilk kez 1943 yılında Kerkük’ü Irak Devleti’nden istediler. Molla Mustafa Barzani’den beri bu istek devam ediyor. Biz bunu hep reddettik. Kerkük, Türkmeneli coğrafyasının merkezidir. Hep öyle kalmasını istiyoruz. Bugün Kerkük’te üç temel sorun var. İlki göç sorunu. Yani getirilen Kürtler. İkincisi Kerkük’ün kimlik sorunu, yani dokusu ve karakteri. Diğeri ise, idari sorunlar. Kürt partileri 1991’den beri (Birinci Körfez Savaşı sonrasında), Suriye İran ve Türkiye’yi de içine alan Büyük Kürdistan haritaları çiziyorlar. Bunların çıkış noktası hep Kerkük. Biz bunu asla kabul etmiyoruz. Erbil’de sözde parlamento bir toplantı yaptı ve: «Kerkük Kürt yönetimi dışında olan bir Kürt bölgesidir.» diye karar aldı. Bizim bu dönemde Türk dünyası ile Türkiye’ye çok ihtiyacımız var. Dışişleri Bakanı Abdullah GÜL’ün, Rice’a yaptığı konuşmayı çok beğendik. Ancak devamını bekliyoruz. Kerkük konusu ABD ile Türkiye arasında çözülecek bir konudur. Amerika nasıl Kürtleri birleştirdi ise, Türkiye de Türkmenleri birleştirsin. Biz sahipsiz olduğumuz için parçalandık. Bu destek ve birleşme olmazsa, referandumdan sonra Kürtler burada etnik temizlik yapacak. Kerkük içinde artık bir Kürt terörü yaşanıyor. Kürt polisler evleri basıyor, kadınlarımız ve çocuklarımız şiddet görüyor. Kürt polisler, yolda Kürtçe konuşmayan birini gördüklerinde gözaltına alıyorlar. Türkmenlerin tüm ruhsatlı silahları toplandı. Kürtle¬re ise silah veriliyor. Durum gittikçe kötüye gidiyor. Biz normalleşme istiyoruz. 6 yıllık bir süre gerekli bunun için. Sonra Türkiye’nin garantörlüğünde referandum yapılsın. Kerkük’ün kaderine sadece Kerkük değil, tüm Irak karar versin. Yasa dışı olarak Kürtlere 10 bin ev yapıldı. 2003’te 870 bin olan nüfus, bugün 1 milyon 170 bin’e geldi. Şehre 600 bin Kürt getirildi. Telafer’de Türkmenleri sindirmek için saldırı yapanlar, Kerkük’te böyle bir politika uyguluyorlar. Bu durumu içimize sindiremiyoruz. Irak’ta herkesin bir sahibi var. Bize de Türkiye sahip çıksın istiyoruz. Siyasetçiler, devlet büyükleri bizi ziyaret etsin, bize sahip çıksın istiyoruz.”

Enver BAYRAKTAR, Kerkük gerçeğini bir paragrafla özetliyor. 
Irak Millî Türkmen Partisi başkanı Cemal ŞAN da, bu konuşmaları destekleyerek:
“Kerkük, aynı Kuveyt gibi 1991’de halledildi. Amerika Kuveyt petrolünü Saddam’a bırakmadı ve dünya petrol baronlarının çıkarlarını korudu. Burada da aynısını yapacak. Kerkük meselesi Türkiye ve ABD arasında çözülmeli. Çözüm Türkmenlerle Kürtlere bırakılırsa çok kan akar. Biz Kerkük’ü koruyabiliriz ama Türkiye’nin desteğini yanımızda göremiyoruz.” diyor. 
75 yaşındaki Kerküklü avukat Tarık Zeynel KÖPRÜLÜ ise, doğup büyüdüğü Kerkük’te yaşananları anlatırken hüzünleniyor:
“Sokağa çıkıyorum, bana herkes kötü kötü bakıyor. Eskiden herkes birbirini tanır, saygı gösterirdi. Saddam zamanında Kerkük’ten göçe zorlanan nüfus 12 bindir. Oysaki son üç yılda 500-600 bin Kürt geldi. Bu kadar insan gelince Kerkük, Kerkük olmaktan çıktı. Biz Türkmenlere ait her şeyi yıkmaya, silmeye başladılar. Eski Türkmen mezarlıklarını yıkıp döktüler ki atalarımızın izleri silinsin. Osmanlı’dan beri süregelen sokak, mahalle ve köylerin isimlerini Kürtçe isimlerle değiştirdiler. Kasaphane Mahallesi’ni Runaki Mahallesi, Altınköprü Nahiyesi’ni Pirdi Na¬hiyesi, Kuştepe Köyü’nü Kostipi yaptılar. Amaç Kerkük’teki Türkmenlerin tarihini silmek; planlı bir hareket bu. Türkiye ne zaman elini bize uzatacak? Gözümüz yollarda kaldı.”

Bölgeyi en son 1960’lı yıllarda Sayın Demirel ziyaret etmiş. Ondan sonra gelen ve destek olan devlet büyüğü olmamış. Kerkük’te ABD ve İngiltere’nin konsoloslukları var ancak Türkiye’nin yok. Irak koordinatörü olarak atanan Sayın Çelikkol ise, Kerkük’e atandıktan sonra hiç gelmemiş. 13 asırlık bu Türk yurdunda, uzun yıllar uygulanan asimilasyon politikaları ile, Türkmenler hem siyasî hem de coğrafi olarak paramparça edilmiş.
Bundan sonraki durağımız Kerkük Valiliği ve Kerkük Şehir Meclisi. Vali ve Meclis Başkanı Kürt. Türkmenlerin vatanında, her iki yöneticinin de Kürt olması oldukça düşündürücü.
Vali Abdulrahman Fatah saygıyla karşılıyor bizi. Makamında oturmak yerine yanımızda bir sandalyede oturmayı tercih ediyor. Uzun süredir görev yaptığını, gruplar arasında ayrım yapmadığını söylüyor. Sonradan kendisinin çok iyi Türkçe bildiğini öğreniyoruz. Irak’ın toprak bütünlüğünü savunduğumuzu, tüm Irak halkının barış, kardeşlik ve eşitlik içinde yaşaması gerektiğine inandığımızı, Irak’ın zenginliklerinin tüm Irak halkına ait olduğunu, Türkiye’nin de bu coğrafyanın halkları ile iyi ilişkiler içinde olmak istediğini söylüyoruz.

ŞEHİR MECLİSİ VE HARİTA KRİZİ!

Kerkük Şehir Meclisi Başkanı Rızgar Ali’yi makamında ziyaret ettik. Ziyarete Türkmen Meclis Üyeleri ile bazı Arap üyeler de katıldı. Odada bulunan Türkiye ve Ortadoğu haritası dikkatimizi çekti. Ancak bununla ilgili yorumu konuşmamızın sonuna bıraktık.
Görüşmenin ardından duvarda asılı bulunan haritanın yanına gittim ve başkanın şaşkın bakışları arasında haritayı sökerek yere indirdim.
Sonra da kendisine Türkiye’nin bir kısmını Kürdistan, Ermenistan ve Rum Cumhuriyeti olarak gösteren bu haritanın olmaması gerektiğini söyledim. O da bunun tarihî bir harita olduğunu, Londra Müzesi’nden aldıklarını söyledi. Devlet dairelerinde tarihi haritaların değil, güncel haritaların olması gerektiğini, eğer tarihî haritalar isteniyorsa Musul ve Kerkük’ün Misak-ı Millî sınırları içinde bulunduğu haritaları kendisine verebileceğimi söyledim.

Ortamın daha fazla gerilmemesi için, kendisini Türkiye’ye davet ederek yanından ayrıldık.
Yaşadığımız mini krizi başkanla bırakarak basın toplantısına geçtik. Çok sayıda Iraklı medya mensubunun toplantıya katılması düşündürücüydü. Aldığımız bilgiye göre Türkiye’ye dair her haber Irak’ta büyük ilgi uyandırıyormuş. Türkiye’den baktığımızda göremediğimiz gücümüzü, burada fark ettik. Türkiye’nin, tarihinden, coğrafyasından, birikiminden ve yetişmiş insanlarından kaynaklanan gücü, bu topraklarda çok önemseniyor.
Ziyaretimizin yankıları duyulmaya başlayınca, Kerkük Arapları da bizimle görüşmek istedi.
Cumhuriyetçi Topluluğu Partisi temsilcisi Ahmet Hamid, Arap Topluluğu Kerkük sorumlusu Şeyh Abdurrahman Al Ubeydî, Kerkük Şehir Meclisi Arap temsilcisi Rahan Al Ciburî ve diğer şehirlerden gelen temsilcilerle toplantı yaptık.

Aynı zamanda Ubeydî aşiretinden olan Şeyh Abdurrahman önemli mesajlar verdi:
“Saddam düştüğünde ekonomik olarak çok zor durumda kaldık. Kürt partileri şehre girdiler ve bize çok kötülükler yaptılar. 1. Körfez Savaşı’ndan sonra Kürtler planlı bir şekilde eğitilmişlerdi. Hazırlıklı geldiler. Bizler Türk Dışişleri Bakanlığı tarafından da çağrıldık. Ankara’da görüşlerimizi dile getirdik ve bazı talepler ilettik. Ancak bugüne kadar hiçbir şey olmadı. Türkiye belki de ABD’nin etkisi ile buna cevap veremedi. Arap ülkeleri ABD’den yeşil ışık almadıkça bize yardım edemez. Tek ümidimiz Türkiye. Kerkük’ün boşaltılması, çözümü iyice zorlaştırdı. Bizim zayıflamamız, aşırı dincileri güçlendiriyor. Amerikalılar, Kürtleri silahlandırırken, bizden üç gün içinde 3500 silah topladılar ve bizi terörist ilan ettiler. Gücümüz olmadan, elimizde silah olmadan hiçbir şey yapamayız. Amerikalılar hem Türkmenlerin, hem de Arapların silahlarını aldı. Biz artık Türkmenlerle beraber olmalıyız. Kerkük ve Kuzey Irak’ta çok sayıda İsrail firması var. Kerkük’te çok sayıda evi İsrailliler kiraladı. Kuzey Irak, İsrail ve siyonizmden dolayı kabul edilmek ve devlet yapılmak isteniyor. 1948 öncesinde İsrail’e göç eden Yahudiler arazi satın alıyorlar. Kayıtları olmadığı için bunların gerçekten İsrail’e göç edenlerden olup olmadığını bilmiyoruz. Kürtler, Kerkük’ü ele geçirdikleri takdirde devlet olacaklar. Kürdistan kurulursa, Türkiye de, İran da zora girecek. Referandum bu şekliyle kabul edilirse, burada iç savaş çıkar. Biz ne olursa olsun teslim olmayacağız ve Kerkük’ü Kürtlere vermeyeceğiz. Türkiye, Kürtlerin olduğu bölgeye yatırımlar yapıyor, ticaret yapıyor. Neden Kerkük’e yapmıyor? Türkiye’den gelen mesajlar burada çok önemseniyor. Özellikle askerin açıklamaları Talabani’yi titretiyor. Kerkük Arapları ile Türkler yakın dost. Bunu görmeniz gerek. Kerkük’te bir değişiklik olursa bundan en çok Türkiye etkilenecek. Suudî Arabistan, Ürdün ve Türkiye, Kerkük konusunda ortak politika oluşturmalı. Kerkük Araplarının yayın kuruluşu yok. Televizyon kurabilmemiz için Türkiye’den destek istiyoruz. Biz artık Kerkük için Türkmenlerle birlikte savaşacağız.”

Bu sözlerini Türk kamuoyu ile paylaşma isteğime, memnuniyetle: «Evet!» cevabını veriyorlar ve Türkiye’ye selam gönderiyorlar.
Ziyaretimizin son durağı ABD ve İngiliz Başkonsoloslukları. Türkiye’nin konsolosluk açmadığı Kerkük’te, bu ziyareti yüreğimiz burkularak gerçekleştiriyoruz.

Son derece korunaklı bir kale görünümündeki askerî kışlada bulunan konsoloslukta iki diplomatla görüşüyoruz.

Türkiye’nin hassasiyetlerini bir kez daha hatırlatıyoruz.
Özellikle PKK konusunda atılan adımların yeterli olmadığını, terör örgütü üyelerinin hala Kuzey Irak’ta varlıklarını serbestçe sürdürdüklerini söylüyoruz. Yorum yapmamaya özen göstererek, dikkatli bir şekilde not alıyorlar.

Biz de Kerkük’te yaşanan gerçeği not ediyoruz.
Türkmen grupların temsilcileri ile son kez bir araya geldik. Yöneticilerin hepsinin ileri yaşta olması dikkatimizi çekti. Kendilerine, aralarına gençleri de almaları ve onları yetiştirmeleri gerektiğini hatırlattık. Başarılı olabilmeleri için, birlik ve beraberlik içinde olmaları gerektiğini söyledik.
Kerkük’ten ayrılırken, aklımız burada kaldı. Atatürk, Musul ve Kerkük’ü Misak-ı Millî sınırları içine alırken çok haklıymış. Osmanlı’nın ayrılmasından sonra bu topraklar hiç huzur görmedi. Görünen o ki, bu yaklaşımlar devam ederse, on yıllarca huzur görmeyecek. Petrol denizinin üzerinde oturan bu toprakların insanlarını teslim alan yoksulluk, kaos, kan ve göz yaşı, ancak sağ duyulu, ahlâklı ve gerçekçi politikalarla biter…

Türkiye’ye düşen sorumluluk çok fazla…

ANALİZ

Irak’ın kuzeyinde de facto bir otonom yapı kurulmuştur. Kendilerince sözde Kürdistan olarak adlandırılan bu bölge bugün itibarıyla, her açıdan tam bağımlı durumdadır.
Sanayisi olmayan, kurumları teşekkül etmemiş, ama devlet olma arzusu çok belirginleşmiş bu yapı, şimdilik komşu coğrafyalarla iyi ilişki kurmak ve ekonomik olarak güç kazanmak çabasında. Irak petrollerinin gelirlerinden aldığı payı arttırma dışında, Kerkük petrollerinin tamamına sahip olmak için de çaba harcıyor.

Kerkük’ün ve dolayısıyla petrollerinin bu yapının hâkimiyetine girmesi ve bu coğrafyanın devletleşme çabaları bölge barışı açısından son derece risklidir.
Sürecin Türkiye tarafından her boyutu ile değerlendirilme¬si, gelişmelerin zamanında ve doğru bir şeklide izlenerek gerekli pozisyonların alınması, öngörülerde bulunarak olayların önünde gidilmesi ulusal çıkarlarımız açısından şarttır.

NELER YAPMALI?

1- Irak Anayasası hükmünce, 2007 sonunda Kerkük’te yapılması öngörülen referandum kesin olarak yapılmamalı. Bugünkü koşullarda yapılacak referandum ile Kerkük’ün sözde Kürdistan’a bağlanması yönünde karar çıkacağı çok açık. Şehre getirilen 600 bin Kürt’ün vereceği oylarla şekillenecek referandum sonrası, bölgede önü alınamaz bir kaos başlayacaktır. Türkmenlerle Arapların kabul etmeyeceği bu sonuçla, Kerkük’ün statüsünün değişmesi, bir iç savaşı tetikleyecektir. Bu da hem Ortadoğu barışı, hem de Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından son derece tehlikeli bir süreçtir. Türkiye; bu referandum için en az 10 yıllık bir normalleşme süreci istemelidir. Bu süreçte, Irak’ta yapılan son sağlıklı sayım (Irak’ta net Türkmen sayısı bilinmiyor. Yapılan son dürüst-sağlıklı nüfus sayımında (1957) Türkmen nüfusu 600.000 idi. Bu rakam Irak genelinde % 9’a tekabül etmektedir. Bugün Irak’ta yaşayan Türkmen nüfusun % 13 civarında olduğu tah¬min edilmektedir. Bu da yaklaşık 2,5 milyon Türkmen nüfus anlamına gelir.) esas alınarak, yeni listelerin oluşturulması sağlanmalıdır. Bu listeler, Türkiye’nin de içinde bulunduğu uluslararası gözlemciler tarafından denetlenmelidir. Türkiye, bunun dışındaki herhangi bir süreci kabul etmeyeceğini, bugünden ilan etmelidir.

2- Kerkük’te, bu koşullar altında referandum yapılması ve sonucunda, sözde Kürdistan’a bağlanması kararı çıkması halinde, Türkiye takınacağı tavra dair, bugünden bir pozisyon almalıdır. Hükümetin yapacağı açıklamalar yanında, TBMM’nin alacağı karar da son derece etkili olacaktır. TBMM, gerçekçi olmayan bir referandum sonrasında, Kerkük’ün sözde Kürdistan’a bağlanması ve sonucunda iç savaş çıkması halinde, Türkmenlerin ve Arapların ve burada yaşayan tüm toplumların güvenliğini sağlamak için, sınır ötesi barış harekâtı hakkının saklı olduğuna dair bir kararı tartışmalıdır. Kuzey Irak gündemli ve kapalı olarak yapılacak bir toplantıyla, TBMM, süreci her açıdan değerlendirmelidir.

3- Türkiye, İran ve Suriye, Irak’ın kuzeyinde yaşanan gelişmelerden birincil olarak etkilenecek üç ülkedir. Her üç ülkenin katılımıyla oluşturulacak bir çalışma grubu ile Irak’ın kuzeyindeki gelişmeler tüm boyutları ile değerlendirilmeli ve ortak vizyonların oluşturulmasına katkı sağlanmalıdır.

4- Bölgede yaşayan tüm gruplarla, komşuluk ve akrabalık ilişkisi bulunan Türkiye’nin, Kerkük ve Erbil’de başkonsolosluklar açması şarttır.

5- Yaşayanların çoğunun Türkmen olduğu ve Türkçe konuşmanın son derece yaygın olduğu Erbil’de, Türk okullarının açılması, Türkçe yayın yapan radyo-televizyon ve gazetelerin teşvik edilmesi son derece önemlidir.

6- Uzun yıllar uygulanan asimilasyon ve soykırım nedeniyle, Türkmenler, hem coğrafî, hem de siyasi olarak çok parçalı ve etkisiz yapılara ayrılmıştır. Türkiye, bu yapıların her bakımdan birlik ve beraberlik içinde olmalarını, Irak yönetiminde, siyasal olarak etkin bir güç haline gelmelerini teşvik etmelidir.

7- Türkiye, geçen yıl Kuzey Irak’a 1.5 milyar kilowat/saatlik elektrik satmıştır. Yeni anlaşmalar askıya alınmalı ve gelişmelere göre pozisyon alınmalıdır.

8- Türkiye’nin güney sınırında, Irak’a geçişi sağlayacak ikinci bir kapı mutlaka açılmalıdır. Bunun pek çok açıdan, bugün ve ilerleyen yıllarda yararı olacaktır. Habur Sınır Kapısı’nın işleyişli daha verimli ve denetimi daha sağlıklı hale getirilmelidir.

9- Dicle Nehri üzerinde, projelendirilen ancak yapımına halen başlanamayan Ilısu Barajı’nın inşaatına süratle başlanmalıdır. Bu baraj, Türkiye’nin elinde son derece önemli stratejik bir kozdur.

10- Sayın Başbakan’ın ve Sayın Dışişleri Bakanı’nın, Kerkük’ü de kapsayacak bir Irak ziyaretleri, bugün ve önümüzdeki süreç için, anlamlı ve yararlı olacaktır.

Dr.Turhan ÇÖMEZ
www.turhancomez.net 



Anahtar Kelimeler:
  • Cuma 22.9 ° / 9.8 ° Güneşli
  • Cumartesi 24.7 ° / 11.1 ° Güneşli
  • Pazar 23.7 ° / 12.3 ° Güneşli