Taylan Özgür KÖŞKER (Güne Özel Hikayeler)


DENİZİ ARAYAN ÇOCUK

DENİZİ ARAYAN ÇOCUK


               Bir zamanlar denizi çok seven bir çocuk vardı. Bütün gününü oralarda yaşadığını, büyük denizlerde yolculuk yaptığını düşünerek geçirirdi. Aklı fikri uçsuz bucaksız maviliklerdeydi.

                Denizi düşünerek uykuya dalardı. Uyandığında ise, "Ben denize gideceğim, denize gideceğim!" diye tuttururdu.

                Dolanır, döner, Orhan Veli dedesi gibi şiir okurdu:

                "Gün olur, alır başımı giderim, denizden yeni çıkmış ağların kokusunda, şu ada senin, bu ada benim, yelkovan kuşlarının peşi sıra...

                Arkadaşlarıyla oyun oynarken durmadan denizle ilgili sözcükler söylerdi. Martı, yosun, balık, deniz yıldızı, yengeç, deniz atı, karabatak, tekne, gemi...

                Oyuncakları da denizle ilgiliydi. Babasının ona aldığı oyuncaklar onun düş evrenine sığmıyor, ona yetmiyordu.

                Babası ona kağıttan gemiler de yapıyordu. Bir mavi leğenin içine su dolduruyordu. İçinde kağıttan gemilerini yüzdürmek, çocuğun en sevdiği oyunlardan biriydi.

                Gerçekten denizi görmek, duymak, yaşamak istiyordu. Gerçek gemilere binmek, onlara dokunmak istiyordu.

                 Bazı günler anne babasıyla sahilde çay içmeye gidiyorlardı. Orada da durmadan, gözünü ayırmaksızın denize bakardı. Babasının ilgisini çekerdi.

"Oğlum, niye daldın öyle?" derdi.

                Birdenbire düşten uyanmış gibi sıçrayarak,

"Hiç baba, denize bakıyordum. Uzaktan geçen gemilere, balıkçı teknelerine..."

                Anne babası kaygıyla birbirlerine bakarlardı. Çocuklarının dünyasında yalnızca denizin olması, hep denizi düşünmesi onları kaygılandırıyordu. Onun için doktora gitmeyi düşünüyorlardı. Neden maviliklere bu kadar ilgi duyuyordu.

                Doktor, onunla bir süre konuştu.  Bir süre sonra tutkusunun nedenini anladı. Konuşmalarının çoğu denizle ilgiliydi.

                Doktor, anne ve babasıyla da ayrı ayrı görüştü. Onlara, bir çocuğun tutkuyla denize bağlanmasında hiçbir sakınca olmadığını söyledi.

"Bir şeyi çok fazla sevmek kötü birşey değildir." dedi. "Asıl hiçbir şeyi sevmemek kötüdür."

                Aradan günler geçti, aylar, mevsimler geçti.

                Çocuk, bir gün kendisini kocaman, ıpıssız bir denizin ortasında buldu.  Küçücük bir teknede yolculuk yapıyordu.

                Mevsim gençti. Deniz, durgundu. Hava güzeldi. En ufak bir esinti bile yoktu.

                Teknenin içindeydi.

                İstediği bu değil miydi? Masmavi denizin kollarındaydı.  Her yan sonsuzluktu. Denizden başka hiçbir şey görünmüyordu.

                Durdu, düşündü: "Neden buradayım ben?  Birdenbire denizin ortasına nasıl geliverdim?" dedi. Şaşkınlığını üzerinden atmaya çalıştı.

                Deniz karşılık vermedi. Sessiz ve dalgasızdı. Kendi yaşamını sürdürüyordu.

                Zaten rüyasında da hep büyük su kanalları, dereler, ırmaklar,  sonsuz okyanuslar, denizler görmüyor muydu?

                Yaşamını suya adamıştı. Su, onun için ekmekti. Topraktı, güneşti. Soluduğu havaydı.

                Gökyüzüne baktı. Yalnızca kuşlar, bulutlar vardı.

                Deniz, onu bekliyordu. Bundan sonra dalgaların sesi onun müziği olacaktı.

                Odasının penceresinden seyrettiği deniz artık ona kucağını açmıştı. Onunla birlikteydi.

                Bir kuş sesi duydu. Bu bir Poyrazkuşuydu.

"Aramıza hoşgeldin! Gerçi sen denizin üzerinde kayığının içindesin, ama yine de bizdensin.

                Biz mavi gökyüzündeyiz, sen de masmavi yeryüzündesin. Suyu sevmesen burada olmazdın. Çok mu seviyorsun?"

                Çocuk bir ona baktı, bir çevresine bakındı. Yeniden Poyrazkuşu´na dönerek,

"Denizi çok seviyorum. Ancak buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum."

                Poyrazkuşu´nun siyah beyaz gövdesi, turuncu bir gagası vardı. Bacakları kıpkırmızıydı. Onu teknenin üzerinde uçarak izliyordu.

                "Tam yerini buldun işte," dedi Poyrazkuşu. "Burası Denizler Ülkesi. Hem denizin altında , hem de üzerinde zengin bir yaşam var. Bilinmedik hazineler, öyküler, deniz canlıları...

                Bu denizin masmavi, bomboş göründüğüne aldanma. Denizin içinde sayısız dünya var. Balıklar, yosunlar, foklar, ahtapotlar, midyeler, renk renk denizyıldızları, yengeçler..."

                Çocuk, küreklere asılıp çektikçe ilerliyordu. Poyrazkuşu da teknenin üzerinden uçuyor, ona arkadaşlık ediyordu.

                Bu sırada bir  yunus sürüsü geçmekteydi. Bir süre onları hayranlıkla izlediler. Çocuk, çok mutlu olmuştu. Bu, Poyrazkuşu´nun gözünden kaçmamıştı.

                Çocuk, ansızın tüm gücüyle bağırdı,

"Yaşasııın! Düşte gibiyim. Çok mutluyum."

"Dur, yavaş ol, ürküteceksin onları."

                Şişeburunlu yunuslar hiç de ürkmemişlerdi. Yüzleri hep gülüyor gibiydi. Sırayla dala çıka gidiyorlardı. Sonra uzaklaştılar, mavilikler, köpüklü dalgalar arasında yitip gittiler.

                Çocuk, içinden , "Sonsuza dek burada yaşayabilirim." dedi. "Üzerimden kuşlar uçar. Denizin dibine dalar, yüzerim. Bacaklarımın arasından balıklar geçer.

                Akşam oluyordu. Deniz, değişik renklerde menevişlemeye başlamıştı. Bazı mavi, bazı lacivert oluyordu. Kimi yerleri yeşile çalıyor, kimi yerleri kapkara oluyordu. Aynı deniz, birkaç dakika içinde apayrı renklere bürünmüştü.

                Poyrazkuşu, çocuğa gitmesi gerektiğini söyledi.

"Yarın görüşürüz."

"Görüşürüz." dedi Çocuk.

                Hemen ardından kanatlarını iyice açtı, süzülerek uçtu gitti.

                Çocuk, iyice kararan gökyüzünün altında bir başına kalıvermişti. Ama bu kez de ay ışığı imdadına yetişti. Çocuk, bir süre de ayışığını seyre daldı.

                Ay, denize yansıyınca olağanüstü bir görüntü oldu. Deniz, gece olmasına karşın ışıl ışıldı.

                  Çocuk, kürek çekmeyi bıraktı. Kendini denizin türküsüne bıraktı. Arada kayık, bir beşik gibi sallanıyordu. Bu, çocuğa bebeklik günlerini anımsattı. Çocuğun yavaş yavaş gözkapakları kapandı. Tatlı bir uykuya daldı.

                Ertesi sabah, gerinerek uyandı. Kafasını kaldırdı, çevresine bakındı. Kimsecikler yoktu. Yine kayığının üzerindeydi.  Deniz, sütbeyazdı. "Demek ki düş değilmiş." dedi.

                Bu arada Poyrazkuşu gelmişti.

"Günaydın." dedi.

"Sana da."

"İyi dinlendin mi?"

"Evet."

"Denizdeki ilk gecen nasıldı?"

"Şey, ilk başta biraz ürktüm. Sen gidince yalnız kaldığımı duyumsadım. Ama ay imdadıma yetişti. O, biraz da olsa korkumu aldı. Ayın denize vuruşu..."

"Ben de kıyıya kadar uçtum. Güzel bir uyku uyudum. Seni özlediğim için yanına geldim. Sonra..."

                Bu sırada korkunç sesler geldi. Dalgalar bile ürkmüş gibiydiler. Az sonra bir canlı belirdi. Canlı, bir hayli uzakta olmasına karşın çok büyüktü. Bir Camgöz balığıydı bu.

                Poyrazkuşu, inanılmayacak kadar sakindi.

                "Korkma, " dedi. "Hiçbir şey yapmaz. Onlar denizin içindeki ufacık planktonlarla beslenir. Kibar dev balıktır.

                "Ama bir canavara benziyor." dedi Çocuk.

                "Onun deniz canavarı gibi göründüğüne bakma. O, kocaman bir bebek gibidir."

                Camgöz balığı uzaklaşana değin seyrettiler ve konuşmadılar.

                Poyrazkuşu,

                "Ne düşünüyorsun?"

                "Denizin dibindeki dünyayı." dedi Çocuk." Kimbilir onlar ne kadar büyük ne kadar geniştir. Ne öyküler, ne masallar saklıyordur..."

                "Denizkızının masalını bilir misin?"

                "Bilirim ama kulaktan dolma."

                "Ya Mavideniz Kızı´nın Masalı."

                "Anlamadım. Deniz zaten mavidir." dedi Çocuk.

                "Öyle de bu denizkızı Masmavi."

                "Nasıl?"

                "Nasıl mı? Anlatayım." 

                 Süzülerek teknenin kıyısına kondu. 

                "Su altında balıklarla yaşardı Mavi denizkızı. Çok güzeldi. Yalnızca saçları sarıydı. Kalan vücudu tamamıyla maviydi. Vücudu, bir balığın kuyruğuyla son buluyordu.

                Denizkızı, bir gün denizin dibinde bir dalgıçla karşılaştı. Dalgıç onu, Mavi denizkızı da dalgıcı gördü... İşaret diliyle konuşmaya, söyleşmeye başladılar. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadılar.

                Dalgıcın, insan dünyasıyla ilgili anlattıkları Mavi Denizkızı´nın pek hoşuna gitmişti. Ona değişik geliyor, onu rahatlatıyordu.

                Dalgıç, ona hayvanlardan, şehirlerden, ormanlardan söz ediyordu.         Deniz kızı´nı en çok şaşırtan da yeryüzündeki çiçeklerin kokusuydu. Denizdeki tüm bitkiler kokusuzdu. Kuşlardan söz ediyordu dalgıç. Bu da denizin kızını mutlu ediyordu. Hele ki bülbül kuşu, onun en güzel sesiyle ötüşünü anlatması ilginç gelmişti.

                Gemiler geçerdi.  Nazlı nazlı, usul usul gemiler... İşte onlar da usul usul sevdiler birbirlerini.

                Denizin dibindeki kayalıklara indiler.

                Bir gün yine denizin dibindeydiler. Neredeyse en derinde...   İşaretleşerek konuşuyorlar, güzel zaman geçiriyorlardı. Bir yandan yüzerek geziniyorlardı.

                Bir anda dalgıcın bulunduğu yerde girdap olduğunu fark etti.  Denizkızı, dalgıcın girdaba kapıldığını anlamıştı. Onu kaybetmek istemiyordu. Hayır, dalgıç ölmemeliydi.

                Denizkızı, hızla girdabın içine daldı. Onu görmek, hızına yetişmek olanaksızdı. Neredeyse görünmüyordu.

                Azgın dalgalarla boğuştu. Onu bulunca, yüzeye çıkardı. Dalgıcın bütün gücü tükenmişti. Yorgundu.

                Dalgıç, bir süre sonra kendine geldi. Deniz kızını karşısında gördü. İki kat mutlu oldu. Hem yaşıyordu, hem karşısında Mavi denizkızı vardı.

                Bir süre oturdular. Doğayı, dağları, uzak kıyılardaki ormanları seyrettiler. Akşam oldu, ay çıktı. Yıldızlar gökyüzünü donattı. 

                Güneş, doğdu, güneş, battı.

                Günler, geceler birbirini kovaladı.

                Bir gün de denizin dibinde dev gibi bir şey gördüler. Yaklaşınca onun metalden olduğunu anladılar. Durdu baktılar. Ama canlı değildi.  Sonunda onun, yıllar önce düşen bir uçak olduğunu anladılar.

                Uçak, kocaman bir ev gibiydi. Deniz kızıyla dalgıç, bir süre de bu evde buluştular.

                Dalgıç, denizkızına,

"Gel seni evime götüreyim, benimle kal artık." dedi.

                Mavi denizkızı, kabul etti. Birlikte yaşamaya başladılar.

                Dalgıç, Mavi denizkızı yaşamına girmeden önce evine uğramazdı bile. Ama artık düzenli olarak evine gidiyordu. Neredeyse evinden dışarı çıkmaz olmuştu.

                İlk zamanları böyle geçti.

                Dalgıç, insandı. Denizkızı, denize yazgılıydı.  Dalgıç, bir yanıyla yeryüzüne, bir yanıyla denize...

                Birisi altdünyada yaşardı, diğeri üstdünyada...

                Bir süre sonra Denizkızı denizi özlemeye başladı. Denizin kokusu, türlü balıklar, yosunlar, mercanlar, deniz yıldızları, deniz kestaneleri burnunda tüttü. Dayanamıyordu.

                Dalgıç da denizi seviyordu. Ama bir yanıyla da yeryüzüne bağlıydı. Mavi denizkızı ise tümüyle denizindi. Yaşamı ona bağlıydı.

                Mavi denizkızı, hızla zayıflıyordu. Üzüntüsünden sararıp solmaya başlıyordu.

                Bir gün dayanamadı denizkızı. Koşarak gitti, kendini sulara attı. Denizle yeniden kucaklaştı.

                Dalgıç, eve geldi ki deniz kızı yok.  O anda yüreğine tıp etti. Her şeyi anlamıştı. Mavi denizkızının günden güne zayıfladığı, denizi özlediği  gözünden kaçmamıştı. Bir gün gideceğini biliyordu.

                Arkadaşları onun solgun yüzüne bakarak,

"Sende bir hal var arkadaş!" dediler. "Derdini söylemeyen derman bulamaz."

                Dalgıç, ser veriyor, sırrını vermiyordu.

                Nasıl diyebilirdi bir mavi denizkızıyla yaşadığını. Sonra birdenbire yitip gittiğini... İnanmazlardı ona. Adını deliye çıkarırlardı.

                Dalgıç, sessiz kalmayı yeğledi. Yüreği yansa da ses çıkarmadı.

                Bir süre konuşmadı Poyrazkuşu. Çocuk, merakla sordu.

"Sonra dedi Çocuk. Sonra ne oldu?"

"Gerisini sen tamamla." dedi Poyrazkuşu.

"Böyle masal mı olur? dedi Çocuk.

"Bir Poyrazkuşu´nun anlatacağı masal bu kadar olur. Sonrasını sen düşün."

"Neden anlattın şimdi bu masalı bana?"

"Çünkü üçünüzün de ortak yönleri var."

"Neymiş ortak yönümüz?"

"Üçünüz de denize sevdalısınız."

"Denize sevdalı olduğumuz kesin." dedi Çocuk.

"Her şeyi anladım. Denizi de seviyorum elbet, ancak sürekli kürek çekiyorum. Böyle nereye gidiyoruz. Nereye ulaşacağız?"

"Merak etme." diye söze girdi Poyrazkuşu. "Boş yere kürek çekmiyorsun. Elbet ulaşacağın bir yer vardır."

"Neresi?" diye sordu Çocuk.

"Okyanus. Okyanus, dünya üzerindeki en büyük su kütlesidir. Oraya gidiyoruz. Büyük Okyanus´a yani..."

                O gün de akşam oluyordu. Poyrazkuşu, izin isteyip ayrıldı. Çocuk, yalnız başına ikinci gecesini geçirmeye hazırlanıyordu.

                Güzel bir geceydi. Deniz, sakin sakin kımıldıyordu. Sanki nefes alıyordu. Ay, denize vuruyordu,  deniz yakamozlanıyordu. Çocuk, denizde yaşamaya alışıyordu. Mutlu sayılabilirdi.

                Çocuk, denizin güzelliğine bakmaya koyuldu. İnceden bir şarkı mırıldanıyordu.

                Annesi uyandırmaya kıyamadı.

Çocuk, düşünde şarkı söylüyordu:

               

                denizin üstünde ala bulut

                yüzünde gümüş gemi

                içinde sarı balık

                dibinde mavi yosun

                kıyıda bir çıplak adam

                durmuş düşünür.

 

                Bulut mu olsam,

                gemi mi yoksa?

                Balık mı olsam,

                yosun mu yoksa? ..

                Ne o, ne o, ne o.

                Deniz olunmalı, oğlum,

                bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla..."

                Çocuk öylesine mutluydu ki, bu güzelim düşten uyanmak istemiyordu.

  • BIST 100

    8718,11%-1,25
  • DOLAR

    32,33% 0,16
  • EURO

    35,16% -0,03
  • GRAM ALTIN

    2240,47% -0,12
  • Ç. ALTIN

    3950,05% 0,00
  • Salı 15.7 ° / 3.8 ° false
  • Çarşamba 7.9 ° / 2.4 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Perşembe 12.4 ° / 3.3 ° Güneşli

Balıkesir

19.03.2024

  • İMSAK 05:43
  • GÜNEŞ 07:06
  • ÖĞLE 13:21
  • İKİNDİ 16:45
  • AKŞAM 19:26
  • YATSI 20:44