Taylan Özgür KÖŞKER (Güne Özel Hikayeler)


İLK SÖZLER

İLK SÖZLER


               Bu küçük seçki, Yaşar Kemal´in düzyazı kitaplarının ilk cümlelerinden oluşturuldu. Bir tadımlık, biz söz yudumcuğu denemesi. Dünyanın bütün büyük yazarlarında olduğu gibi esere açılan gizemli bir kapı bu sözler. Sonrasında ne olup bittiğini vermeyen, neler yaşanacağını çok az hayal ettiren, sisini, dumanını hakikatin üzerine bir süs olarak örten sözlerden örülmüş gizemli birer perde, başlı başına birer şiir...

                Daha önce okunmuş olsun olmasın birden görünüp beklenmedik bir yerde ve anlaşılmaz bir biçimde yitip giden bu yakınlaştırıcı periler, belki de birer Yaşar Kemal açkısı olacak onu tanıyanlara, tanımak isteyenlere.

                Ardı nasıl gelir, hayaller mi gerçek olur yoksa gerçekler mi hayal, okura kalmış bir şey bu. Açılan pencereden bakan göze; sözün gizemine kapılmaya hazır gönüllere; kurulmuş, donatılmış buyur edilmiş yeryüzü sofrasından teklifsiz bir lokma alacak insanoğluna..

    Mustafa Köz

               Yapı kredi yayınlarının birkaç yıl önce yapmış olduğu bu çalışmayı bence tüm yayınevlerinin değerlendirmesi gerekir. Kibrit kutusu büyüklüğünde bir kitap. Bu kitapta Yaşar Kemal´in tüm eserlerinin ´ilk sözleri´ var.

                Bir kitabı okumadan önce arkasındaki yazılara bakarız.  Bir de kitapla ilgili ya da yazarla ilgili yazılmış olanlara bakarız. Doğru mudur? Kitabın kapağı da bizi etkiler. Bu da doğrudur elbet. Fakat her zaman kitabın giriş kısmının çok önemli olduğu söylenir. Bir romanın, öykünün giriş kısmı bizi kitabı okuyup okumayacağımıza karar vermek konusunda etkiler. Kitapla ilgili küçük de olsa ipucu verir bize.

                Bana sorarsanız birçok ünlü, sevilen yazarların kitaplarındaki ilk kısımlar alınıp kibrit kutusu gibi şirin bir kitaba dönüştürülebilir. Bu da herkesin ilgisini kolaylıkla çekebilir. 

                Kibrit kutusu büyüklüğündeki kitabın kapağında Yaşar Kemal´in İnce Memed romanındaki resim var. Atıyla dört nala giden İnce Memed...

                Ağacın Çürüğü´nden:

                İnsanlar dünyaya geldikten sonra, ellerinden alınmaması gereken birtakım haklara sahip olurlar: Yaşama hakkı, yeme hakkı, doyma hakkı, başını sokacak bir deliği bulma hakkı, işkence edilmeme, tutsak olmama, sömürülmeme hakkı, eğlence hakkı... Ne bileyim ben, bir sürü hak...

                Bunların hepsi insanların insanca yaşamasını sağlarlar.

                Ağrıdağı Efsanesi´nden:

                Ağrı dağının yamacında, dört bin iki yüz metrede bir göl vardır, adına Küp gölü derler. Göl bir harman yeri büyüklüğündedir. Çok derinlerdedir. Göl değil bir kuyu. Gölün dört bir yanı, fırdolayı kırmızı, keskin, bıçak ağzı gibi ışıltılı kayalarla çevrilidir.

                Kayalardan göle kadar daralarak inen yumuşak bakır rengi toprak belli bir aşıntıyla yol yoldur.

                Al Gözüm Seyreyle Salih´ten:

                Kulağı kirişteydi, ilk horozlarda yataktan fırladı, yüzüne iki avuç su atıp dışarıya çıktı. Evde herkes uyuyordu. Dokuma tezgahları hüzünlü, kanları çekilmiş, ölü gibi sessiz ortalıkta duruyorlardı.

                Allah´ın Askerlerinden:

                Zilonun adı o uydurma adlardan biri. Babası kim bilir hangi beye öykünmüş de Ziloya bu adı koymuş. Ama mahallede herkes ona Zilo diyor. Zilo da ona bir yakışmış ki...

                Baldaki Tuz´dan:

                Bir bozuk düzen içindeyiz. Hepimiz yakınıyoruz. Hangi, aklı azıcık bir şeye erenle konuşsan, bir dert kumkuması. Vah memleketin hali, ah memleketin hali. Bu gidiş ne olacak sorusunu biri birine sormayan yok. Ama hiçbir kimse, bu yakınanlar, ah vah edenlerden hiç kimse de durumumuzu düzeltmek için parmağını kımıldatmıyor.

                Bin bir Çiçekli Bahçe´den:

                20. yüzyıl, insan soyuna yakışmayan olayların yaşandığı bir yüzyıldır. Kanlı iki dünya savaşı bu yüzyılda çıktı, büyük soykırımlar bu yüzyılda yapıldı. Korkunç bir yüzyılı arkamızda bıraktık.

                Binboğalar Efsanesi´n den:

                Ala dağın ardında uzun bir koyak var. Koyak baştan ayağa ormanlık. İçinden yüzlerce pınar kaynıyor. Dört yanları naneli, pürenli, içleri çakıl taşlı, soğuk, aydınlık pınarlar. Pınarlardan su yerine aydınlık kaynıyor, oluklardan su yerine ışık şakırdıyor.

                Bir Bulut Kaynıyor- Bu Diyar Baştanbaşa 4´ten:

                Daha çarşıya adımımı atar atmaz önüme çıkan ilk kişi, daha hoşgeldin bile demeden:

" Bu kaymakam mı..." diye başladı, " bu kaymakam mı..." bir diktatör. Evleri yıktı, ocakları söndürdü. Çingeneler var ya, hani bilirsin Çingene Sami, daha yenilerde öldü. İşte onlar. Evlerini yıktı da bu kaymakam. Aaaah bu kaymakam...

                Allah hiçbir kasabanın başına vermesin böyle bir kaymakamı.

                Çakırcalı Efe´den:

                1956 yılında bir arkadaşım bana Çakırcalı Memed Efeyi öldüren müfrezenin kumandanının yaşadığını, anılarını, istersem bana anlatacağını söyledi. İnsan tarihinin en büyük eşkıyalarından birinin, belki de birincisinin ölümünü öğrenmek benim için ilginçti.

                Çıplak Deniz Çıplak Ada´ dan:

                Karşı dağların başı ağarıyordu. Kerim kürekleri kaldırdı, dört bir yana baktı, geriye döndü:

"Geç kaldık," dedi, "dal gündüz adaya giremeyiz."

"Girsek ne olur, ada bizim değil mi, adada bizim de evimiz yok mu," diye şaşkın sordu Peri.

"Var," dedi Kerim, "var ya," ben o adamdan korkuyorum. Adaya, konuştuğumuz gibi gizli girsek daha iyi olur."

"İyi olur," dedi Peri, "ben de o adamdan korkuyorum."

                Demirciler Çarşısı Cinayeti´nden:

"O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler çekip gittiler."

                Derviş bey bir ağıt tutturmuştu. Yıllanmış, ağır, uzak bir ağıt. Uzun yıllar önce yaşadığı büyülü düşü yeniden yaşayabilmek için durmadan söylüyordu: " O iyi, o iyi insanlar..."

                Deniz Küstü´den:

                Kahvenin kabaca yontulmuş kapısı sert bir tekmeyle ardına kadar açıldı, içeriye, elinde bir toplu tabanca tutan Zeynelden önce, tozla toprakla birlikte, dışarda denizi kudurtan lodos girdi. Zeynel önce kapıda bir an ikirciklendi, sonra ağır, temkinli, eşikte durup yolu kesti, tabancasını İhsana çevirdi, üst üste ateş etmeye başladı. Kahvedekiler bir an öylece dondular kaldılar.

                Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana´dan:

                Tanyerleri ışıdı ışıyacaktı. Deniz, sütlimandı, apaktı. Küreklerin şıpırtısından başka ses yoktu. Martılar daha uyanmamıştı. Gün doğmadan önceleri, dünya dümdüzken, deniz işte böyle sonsuz bir aklığa keser.

                Filler Sultanı´ndan:

                Filler sultanı bir ak güvercinden daha ak, iri, görkemli bir fildi. Tahtına oturmuş, gelecek ulağı bekliyor, yerinde duramadığı her deviniminden belli oluyordu.

                Hüyükteki Nar Ağacı´ndan:

                Memedin karısı uçsuz bucaksız bozkırın ortasında dikilmiş duruyordu. Eğilip toprağı eşeledi. Epeyce aradıktan sonra birkaç tohum buldu. Tohumları eliyle yokladı, sonra dişledi, sonra cebine koydu.

                İnce Memed 1´den:

                Toros dağlarının etekleri ta Akdenizden başlar. Kıyıları döven ak köpüklerden sonra doruklara doğru yavaş yavaş yükselir. Akdenizin üstünde daima top top ak bulutlar salınır. Kıyılar dümdüz, cilalanmış gibi düz killi topraklardır. Killi toprak et gibidir. Bu kıyılar saatlarca içe kadar deniz kokar, tuz kokar. Tuz keskindir. Düz, killi, sürülmüş topraklardan sonra Çukurovanın bükleri başlar. Örülmüşçesine sık çalılar, kamışlar, böğürtlenler, yaban asmaları, sazlarla kaplı, koyu yeşil, ucu bucağı belirsiz alanlardır bunlar. Karanlık bir ormandan daha yabani, daha karanlık!

                İnce Memed 2´den:

                Anavarza ovasının güneyinden Ceyhan ırmağı geçer. Irmak Hemite dağından Anavarza kayalıklarına kadar öyle büyük kıvrıntılar yapmadan düz iner. Bazı yerlerde sular toprağı derinden oymuştur. Altı oyulmuş toprak zaman zaman büyük gümbürtülerle suyun üstüne çöker. Bazı yerlerde kılıçla kesilmişçesine suya inen dik yarlar, çöküntülerden dolayı diş diş olur, ırmağın kıyılarında küçük, kumlu koycuklar yapar. Bazı yerlerde de ırmak ovaya çakıl taşlarını sererek, geniş, yayılır.

                İnce Memed 3´ten:

                Kimi yıllar Çukurovaya bahar birdenbire iner. Çiçekler tomurcuklar, kuşlar, arılar, böcekler, otlar birdenbire bastırır. Ilık güneş, apaydınlık ortalığı doldurur. Kurdu kuşu, börtü böceği, yılanı karıncasıyla bütün yaratık yuvalarından dışarıya uğrayıp şaşkın, telaşlı, yeni, taze bir dünyaya kavuşmanın sevinci içinde yumuşacık toprakta gezinirler.

                İnce Memed 4´ten:

                Toroslar ovayı bir ay gibi çepeçevre kuşatır. Ve Çukurova Akdenizle dağların arasında kalır. Ovayı kuşatan dağlar kat kattır. Ta görünmeze kadar açık maviden, maviden, mordan, laciverte uzanır, çok uzaklarda da göğün belli belirsizliğinin içine karışır gider.

                Kale Kapısı´ndan:

                Salman koşarak Eminenin evine geldi, kadın onu kapıda karşıladı. Ortalıkta çıt yoktu. Kayalıkların oradan önce çığlığa, bağırtıya benzer bir ses yükselmiş, sonra da her şey birden bir sessizliğe gömülmüştü. Emine onun elindeki çıplak, kanlı hançere bakakaldı. Yüreğine tıp etti, demek o çığlığa, bağırtıya benzeyen ses İsmail Ağanın sesiydi.

                Kanın Sesi´nden:

                Zero Hatun mağaranın söbe, karanlık, yarım kavak boyu uzunluğundaki kapısının önünde, kırmızı kayalığın ucunda, kalabalığın ortasında durmuş kucağındaki tortop olmuş kaskatı çocuğu ne yapacağını bilemiyor, sağa sola, ileriye, dümdüz ovanın bittiği Gavur dağına bakıyor, oraya dikilmiş, öyle durup duruyordu.

                Karıncanın Su İçtiği´nden:

                Kayık gecenin içinden yavaş yavaş çıktı. Deniz süt beyazdı. Gökte üst üste kayan yıldızlar bir ışık patlamasıyla denize dökülüyordu. O anda da ince bir sisin arkasından belli belirsiz bir ada ortaya çıktı.

                Kuşlar da Gitti´den:

                Tuğrul ormanın alt yanından yürüyerek oraya, çadırların yanına geldi. Daha eylülün on beşi bile olmadan Fatihten buraya üç kişi gelmiş, yaşlı kavağın az ilerisine, yeşil düzlüğün doğudan yanına çadırlarını kurmuşlar, hazırlığa başlamışlardı bile.

                Nuhun Gemisi´nden:

                İnsan birden irkiliveriyor. Atom bombası bu şehre düşmüş sanki. Yer yer taş yığınları, harabeler. Diyarbakır pas tutmuş. Diyarbakır, eski, çok eski bir demir kadar paslı. İlk bakışta böyle ya, insan aldanıyor. Sonra yavaş yavaş ayılıp ısınıyor Diyarbakıra, anlıyor ki iş böyle değil.

                Ortadirek´ten:

                "Döngele geldi kapıya dayandı. Al götür döngeleyi."

                "Yok," dedi kendi kendine, "yok. Bu döngele şaşkın döngele. Çukurovada pamuğun açmasına daha çok var. Bu yıl döngellerin kökünde bir şey var. Köklerini kurt yemesin zıkkımların? Sıçan yemesin? Kopup kopup geliyorlar."

                Ölmez Otu´ndan:

                Memidik söğüt yaprağı bıçağını olanca hızıyla kınından çekti, bıçak ay ışığında bir şimşek mavisinde balkıyarak havada geniş bir yay çizdi. Memidiğin bütün bedeni avına atılmaya hazır kaya atmacaları örneği iliklerine kadar gerildi. Olduğu yerde bir sıçradı, sonra gene gergin, gerilmiş bacakları titreyerek öyle kalakaldı. Bedeni tepeden tırnağa ağır bir kurşun kütlesine dönmüştü. Öyle kıpırtısız.

                Peri Bacaları´ndan:

                Çukurovalı toprağına çok inanır. O kadar ki, "taş eksen boy verir," derler. Taş ekmişler mi bitsin diye ekmemişler mi bilmem ama, inanırlar. Toprak bire otuz, bire kırk, bire elli verir. Çeltik bire yüz verir. Susam bire beş yüz verir. Darı bire on verir. Altın mı, al bir avuç toprak, işte sana altın. Dün de böyleydi, bugün de.

                Sarı Sıcak´tan:

                Çocuk: " Anam," dedi, "anam, yarın gün ışımadan uyandır beni."

"Gene uyanmazsan?"

"Uyanmazsam iğne sok etime. Saçlarımı çek. Döv beni."

                Soluk yüzlü, ince kadının kara gözleri sevinçli bir ışıltı içinde kaldı.

"Ya gene uyanmazsan?"

"Öldür beni."

                Tanyeri Horozları´ndan:

                Çok yorgundu. Günlerdir kürek çeke çeke yandaki yöredeki adaları dolaşmış, kollarını kaldıramaz bir duruma gelmişti. O adamı bulacağı adayı biliyor, kayığı onu alıp başka adalara götürüyordu. Bildiği Karınca Adasının yerini, aradığı kişinin de orada olduğunu biliyor, adaya yaklaşıyor, sisler içinde gözüken uzaktaki adaya gözlerini dikiyor, deniz beyazlaşıncaya, ada incecik sisinden sıyrılıncaya kadar orada duruyor, sonra da kayığı herhangi bir tarafa dönüyor başını alıp gidiyordu.

                Tek Kanatlı Bir Kuş´tan:

                Trenden yorgun indiler. Gidecekleri kasaba çok mu uzaktaydı? Soracak bir kimseyi arandı bu ıssız istasyonda. Bavullarını, yataklarını, kapkacağı, sandıkları, masaları, sandalyaları istasyon yapısının önündeki yaşlı bir ceviz ağacının altına yığmışlardı.

                Teneke´den:

                Üç aydır kasabada kaymakam yok. Tahrirat katibi Resul Efendi vekillik ediyor. Onun da ha varlığı, ha yokluğu... Yaşlı, sümsük bir adam. Gölgesinden ürküyor. Bu adamla hiçbir iş görülemez.

                Ustadır Arı´dan:

                Geri toplumların belli başlı özelliklerinden biri, belki de birincisi, o toplumların içerisinde bulunan, ya da dışardan gelen asalaklarca sömürülmesine uygunluğudur. Toplumlar ilerledikçe asalakları yakasından atar. Attıkça da ilerler.

                Üç Anadolu Efsanesi´nden:

                Hey kardeşler, hey dostlar, yolda belde, tavlada tarlada, kırda ovada durup da bizi dinleyenler, okuyanlar, dünyanın kaç bucak olduğunu soranlar, bilenler, hey yedi iklim dört bucağı gezenler, size bir destanımız var.

                Yağmurcuk Kuşu´ndan:

                Silme bir ay ışığı köyün koyağını ağzına kadar doldurmuştu. Salman taş avlunun köşesinde kıpırtısız duruyor, duyulur duyulmaz bir türkü mırıldanıyordu, bir hoş, eski zaman türküsü... Çocuklar gene pıslanpatır oynamaya çıkmışlardı. Pıslanpatır bir tür saklambaç oyunuydu ve geceleri ay ışığında oynanırdı.

                Yanan Ormanlarda Elli Gün´den:

                Buna ister talih deyin, ister tesadüf: Hadiseler daha Haydarpaşada trende başladı. Ondan sonra da çorap söküğü gibi arkası geldi. Trene, hareketinden iki buçuk saat önce bindim. Anadoluya giden trenlerde çok seyahat etmiş olanlar, geç gelmenin ayakta kalmak demek olacağını iyi bilirler.

                Yer Demir Gök Bakır´dan:

                Hasan önce, Ummahan arkada, meşeliğe doğru usul usul gidiyorlardı. Hasan ellerini koynuna sokmuş, öne doğru yumulmuştu. Ummahan hep ayaklarının ucuna bakıyordu.

                Yılanı Öldürseler´den:

                Babası öldürüldüğünde Hasan ya altısında, ya yedisindeydi. Anavarza kayalıklarının üstünde kartallar dönüyordu, kanat kanada.

                Yusufçuk Yusuf´tan:

                " O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler gittiler."

                Bir yoğun ışıltının üstüne belli belirsiz sarı yağmur yağıyordu. Çıvgınları oradan oraya vuruyor, ortalarda bir yerde dönüyordu. Şıkırdım gibi pembe çiçek açmış böğürtlen kümesinin yöresinde dolanarak. Al at böğürtlen kümesinin yöresinde ayakları toprağa dizlerine kadar gömülerek, sağrısı gerilip yol yol olarak ter içinde kalmış. Arada bir sert, sağrısında kırbaçlar şaklayarak koşuyordu. Koşarak, sünerek, köpük içinde kalmış halkalarını büyültüyordu. Atın boynuyla başı düz olmuştu.

  • BIST 100

    8718,11%-1,25
  • DOLAR

    32,33% 0,17
  • EURO

    35,17% 0,00
  • GRAM ALTIN

    2246,71% 0,16
  • Ç. ALTIN

    3950,05% 0,00
  • Salı 15.7 ° / 3.8 ° false
  • Çarşamba 7.9 ° / 2.4 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Perşembe 12.4 ° / 3.3 ° Güneşli

Balıkesir

19.03.2024

  • İMSAK 05:43
  • GÜNEŞ 07:06
  • ÖĞLE 13:21
  • İKİNDİ 16:45
  • AKŞAM 19:26
  • YATSI 20:44