Taylan Özgür KÖŞKER (Güne Özel Hikayeler)


KIRLANGIÇ

KIRLANGIÇ


 /resimler/2016-3/23/2359291456363.jpg

     KIRLANGIÇ

            Her yıl olduğu gibi o yaz da köye gidecektik. Havanın dupduru, bulutsuz olduğu güzel bir Haziran günüydü. Sıcaklar bastırmaya başlamıştı.

             İlkokul dördüncü sınıfa geçecektim.  Yaz tatili  başlamak üzereydi. Karnelerimizi aldıktan sonra kardeşimle  köyün yolunu tutacaktık. Annemle babam haftanın beş günü, kentte çalıştıkları için biz dedemle ninemin yanında kalırdık. Onlar cuma günü akşam gelip, pazartesi sabah dönerdi.  İkisi de memurdu.  

İşte karnelerimizi aldık. Okul tatil olmuş, gideceğimiz gün gelmişti! Babam bizi kent pazarına götürdü. Köylere giden bütün dolmuşlar kent pazarının oradan kalkardı. Dolmuşa bindik. 

Dolmuşçu Kadir, arabayı çalıştırmak için gaza bastı.  Ama nedense araba

çalışmadı.  Önce, "Hay Allah" dedi. " Hiç de böyle yapmazdı ya?" 

          Bir daha gaza bastı. Dolmuş, tıpkı bir at kişnemesi gibi sesler çıkardı. Yine çalışmadı. Yeniden yüklendi. Hayır, çalışmıyordu.

         Söylenmeye başladı. Bir dahaki sefere kesinlikle bu arabayı satacaktı. Söylüyordu ama bir türlü satamıyordu.  Ekonomik zorluklarla boğuşuyordu.

        Birkaç denemeden sonra zar zor da olsa araba çalıştı.  Yolcular eski alışkanlıkla  bir oh çektiler. Araba´nın sık yolda kalmasına alışkındılar. Bugün de yola çıkabildik, dediler.

 Caddeler, sokaklar, apartmanlar, yüksek yapılar geride kaldı. Arabalar asfalt yoldan vızır vızır geçiyordu. Ama dolmuş yokuşları zor çıktı.  Sarsılarak gidiyor; arada homurtusu yükseliyordu. Dolmuşun içine mis gibi ekmek kokusu yayılmıştı. Aç olanların mideleri kazındı, ağızları sulandı.

Pencereden, dolmuşun yola yansıyan gölgesini izleyerek yarım saatte köye ulaştık. Sarsıntıdan başımız  dönmüş, midemiz bulanmıştı.

Köyün girişindeki tarlaların yanında yöresinde gelengiler vardı. Kimi yörelerde  onlara tarla sincabı denirdi.  Çok sevimlilerdi. Ayağa kalkmış, gelen arabaya bakıyorlardı. Sonra hızla kaçıştılar.

Orta Anadolu´nun bütün köyleri birbirinden farklı değildi. Hemen hepsi aynıydı. Kerpiçten yapılmış evleriyle gökte yıldız kadar çoktular.

İlkbahar aylarında yemyeşil olan her yer; sonbahar mevsiminde kurur, sapsarı olur, upuzun bir bozkıra dönüşürdü.

  Türlü oyunlar oynardık o zaman. ´Saklambaç, Çelikçomak, Körebe, Kovalamaca, Beştaş, Yakan top, çamurdan ve taştan ev yapma oyunu. Ve adını anımsayamadığım bir dolu oyun.

            Bir de ´Aşık oyunu´ vardı. Bu oyunu hiç oynamamıştım. Ama oynanırken çok seyretmiştim. Koyunların arka bacaklarında bulunan dört yüzlü aşık kemiği ile oynanırdı. Çocuklar köy alanını boş bulduklarında hep bu oyunu oynarlardı.

            Ellerinde yufka ekmeğin arasına konulup dürüm yapılan kızarmış yumurtalarını yer, karınlarını doyurur, hemen yanı başlarındaki gürül gürül akan çeşmeden sularını içerlerdi. Sonra yeniden kaldığı yerden oyunlarını  sürdürürlerdi. 

            Doğadaki tüm canlıları, hayvanları çok severdim. Hepsinin yeri benim için ayrıydı. Ama en çok kuşlar ilgimi çekerdi. Renk renk tüyleriyle serçeler, baykuşlar, tepeli kuş, sığırcıklar, kırlangıçlar...

            Serçeler, durmadan ağaç dallarında bıcırdaşırdı. Baykuşları  tek katlı evin  kırmızı çatısında ne zaman görsem başımı, dizlerimi, öne doğru eğerek selamlardım. Onlar da aynı benim gibi başlarını öne eğerek  bana selam verirlerdi.

            Tepeli kuşların tarla kenarında, yol ağzında sekerek gittiklerini görürdüm. Sığırcıklar genelde sürü halinde uçarlardı. Kapkara  gövdelerinde ak benekler olurdu. Tarlaların içinde birlikte yükselip  birlikte alçalırlardı.

            Sonra Kırlangıçlar? Kuşların içinde en çok onları severdim. İlgiyle  gözlerdim. Öyle hızlı uçarlardı ki...  Masmavi gökyüzüne başımı kaldırıp bakardım.  

            Çok hızlı uçarlardı. Bir yerlere çarpacaklar diye kaygılanırdım. Onları hiç yakalayamadım, yakından görmedim. Köyün içinde akan çay boyunca uçarlardı. Çok yakın, çok hızlı, sanki bir şey arıyormuş da  bulamıyormuş gibiydiler.

            Karınları beyaz, sırtları kapkaraydı. Kuyrukları çatallıydı. Bir de tiz, çığlık atar gibi öterlerdi. ´Fiiink fiink ´ diyerek gökyüzüne çarpıp dönen sesleri vardı.

            Çok hızlı uçmaları, gökyüzünde çığlık atarak dönmeleri beni çok mutlu ederdi. Bazen kendimi unutup onlarla birlikte uçardım.   

            Kırlangıçların eti yenmezdi. Ayrıca tarlalarda yetiştirilen hiçbir ürüne zarar vermezlerdi. Bu yüzden kimse onlara dokunmazdı.

            Dedemle ninemin evinin biraz ötesinde ineklerin barındığı, toprak damlı, uzun, genişçe bir ahır vardı. Ahırın tavanı kalaslarla döşenmişti. Kalasların yanlarına, yörelerine kırlangıçlar yuva yapmıştı. Bu yuvaları, çamurla kardıkları ot, saman ve dal parçacıklarından yaparlardı. 

            Bir gün kırlangıç yakalamayı aklıma koymuştum. Öyle kafama takmıştım ki  bir türlü aklımdan söküp atamıyordum. Varsa yoksa kırlangıç... Bunun bir yolunu bulmalıydım. Ama kırlangıç yakalamak o kadar da kolay değildi. Bu kadar hızlı uçan bir kuşu nasıl yakalayabilirdim.

     Bu kuşu dışarıda yakalayamazdım. Aklımı kullandım. Doğruca kırlangıç yuvalarının bulunduğu ahıra gittim. Gündüz olmasına karşın ahırın içi kapkaranlıktı. Tek bir penceresinden güneş ışığı giriyordu. Bu arada bir dirgen gözüme ilişti.

     Dirgen, biçilmiş çayırları, ahırdaki samanları düzeltmeye yarardı. O kadar yüksek bir yuvaya ancak  dirgenle yetişebilirdim. 

     Boyumdan uzun dirgeni elime aldım. Bir süre bekledim. İşte tam sırasıydı. Dışarıdan bir kırlangıç gelip yuvasına girdi. Bir süre daha bekledim. Tam kırlangıcın çıktığı sırada elimdeki kocaman dirgenle ona hafifçe dokundum. Pırpırlanıp önüme düşmüştü.  Neden böyle yapmıştım, bilmiyorum. Bir anda oluvermişti işte. Yaptığıma, yapacağıma bin pişman olmuştum. Usulca eğilip elime aldım. Kırlangıç, avuçlarımın arasındaydı. Ölmemişti. Bayılmıştı. Bir süre sonra gözlerini açtı. Ne kadar da güzeldi. Kapkara  tüyleri balkıyordu, capcanlıydı.

     Nasıl mutluydum. Avucumun içinde bir kırlangıç... Yüreği tıp tıp atıyor, gözleriyle yan yan bakıyordu. Peki, ne yapacaktım şimdi? Kırlangıcı doyasıya sevecek miydim?

     Onu fazla sıkmadan, incitmeden tutacak, ´Bakın kırlangıç yakaladım´ diyerek köyde herkese gösterecektim. Kırlangıcın gövdesini, tüylerini, başıma gözüme yanaklarıma değdirecektim.

     Bunları düşünerek dışarı çıktım. Kırlangıca gülümseyerek bakıyordum.  Kardeşim Bekir´le karşılaştım. Hemen avucumu açıp, 

     ?Bak Bekir, ne yakaladım bak!? dedim. Bekir bir kuşa bir bana baktı.  İçinde yeşil hareleri olan bal rengi gözlerini iyice açarak,

     ?Bu ne ağabey?? dedi. ?Kuş mu yakaladın??

     ?Evet? dedim. ?Bir kırlangıç yakaladım.? 

     Bekir bir süre kuşu hayranlıkla seyretti.

     ?Nasıl yakaladın?? diye sordu. "Çok güzel bir kuş, çok da sevimli" dedi.

     Ona kırlangıcın ahırdaki yuvasını nasıl bulup beklediğimi, dirgenin hafif dokunuşuyla nasıl düştüğünü anlattım. 

     ?Eee şimdi ne yapacaksın?? dedi.

     Kardeşim haklıydı. Ne yapacaktım şimdi?

     Kırlangıcı alıp biraz  dolaştırdık. Çayın kıyısına doğru indik.  Üstümüzde yüzlerce Kırlangıç çığlık çığlığa ´fiink fiink´ diye uçuyorlardı.

     Kardeşim de çok mutluydu. Kuşa yaklaşıp dokunuyor, elini kanatlarına, başına değdiriyor, bağrına basıyordu . Bense durmadan kırlangıcı korumaya çalışıyordum.

?Dur, yavaş dokun , canını yakma, incitme? diyordum.

     Bu arada akşam olmak üzereydi. Gün iniyordu. Tavuklar, horozlar kümeslerine, inekler ahıra, koyunlar ağıla girmek üzereydi.  

     Kardeşime seslendim:

     ?Hava kararıyor, hadi dönelim artık.? 

     ?Tamam, dönelim.? dedi.   Sonra ekledi,

     ?Abi kuş ne olacak??  

     Sorusunu yanıtsız bıraktım. Hiçbir şey söylemeden yürüdük. Evin önüne gelince durdum. 

     ?Bekir!? dedim. ?Onu bırakalım uçsun gökyüzüne doğru. Sonra da yuvasına girsin.?

     ?Bırakalım mı?? 

     ?Evet, bırakalım? dedim. 

     ?Bana ver o zaman, ben bırakayım.? 

     ?Hayır,? dedim sabırsızlıkla. ?Ben bırakacağım.? 

     Birden çekişmeye başlamıştık. Kırlangıcı incitmemeye çalışarak tutuyordum. Birdenbire havaya bıraktım. Kırlangıç kapkara kanatlarını açarak havada yükselirken kardeşimin sesi alacakaranlıkta yankılandı.  

     ?Neden bana vermedin? Ben bıraksaydım!? diyerek ağlıyordu.

     Hızla yanımdan uzaklaşıp merdivenleri çıktı, içeri girdi.

     Arkasından seslendim:

     "Bağışla beni, dayanamadım, ben bırakmak istedim."

      Kardeşim bana küsmüştü. Bu arada kırlangıç da artık gökyüzünde görünmüyordu.  Şaşkınlık ve üzüntü içinde kalakalmıştım. Uzaklardan kurbağa sesleri geliyordu.

      Ninemin sesiyle irkildim birden.

     "Ne oldu bu çocuğa, neden ağlattın onu?"

     Eyvah! Şimdi ninem de dedem de kızacaktı bana. Ne diyecektim onlara.

     Karanlıkta el yordamıyla yürüyüp tek tek merdivenleri çıktım. İçeri adımımı atar atmaz dedemin, ninemin ve kardeşimin beni baştan aşağı süzen bakışlarıyla karşılaştım.

     Kardeşim,

     "O kuşu ben bırakmalıydım, ben bırakmalıydım."  diye bağırdı.  Kardeşim tüm yaşadıklarımızı bir çırpıda onlara anlatmıştı.

     Ninem kızmaya başladı:

     "Yaptığını beğendin mi ?" dedi. "Ne vardı, o uçursaydı kırlangıcı."

     Ben de kendimi savundum:

     "Ben yakalamıştım, o yüzden ben bıraktım."

     Dedem, gülümseyerek bize bakıyordu.

     "Tamam. Olan olmuş bir kere. Birbirinizle itişmeyi bırakın. Yarın kente gideceğim. Sana istediğin kuşu alırım. Hem de en güzelini. Hadi ağlamayı bırak artık" dedi.

     Bekir, direnmekten vazgeçmiş gibiydi. Fakat yine de susmadı:

     "Ben kırlangıç istiyorum."

     ?Ben sana kafeste yaşayacak bir kuş alacağım. Kırlangıçlar özgür yaşarlar, onları kafese koyamayız Bekir´im. Hem köyde kırlangıçtan çok ne var. Onları her gün görüyorsun."

     Dayanamadım,

     "Ne kuşu alacaksın dede?"

     "Kanarya, bülbül ya da saka alırım. Ne bulursam artık..."

     Ertesi gün dedem köyün dolmuşuna binip kente gitti. Kardeşimle akşamı zor ettik. Gelecek olan kuşun hatırı için benimle barışmıştı. 

     Akşam olmadan, mavi dolmuşun önce başı, sonra gövdesi göründü.  Önce köprüyü geçti, sonra yaklaştı, yaklaştı. Ninemlerin evinin önünden geçen yola doğru geldi, durdu.

     Dedem, elinde beyaz renkte bir kafesle dolmuştan iniverdi. Sonra dolmuş, yeniden devinip köyün içine doğru uzaklaştı.

     Bahçede oyun oynamaya dalmıştık. Toprağı kazmış, ufacık bir çukur açmıştık. Çelik çomak oynuyorduk. Dedemin indiğini görünce ikimiz de  oyunu bıraktık, koşarak dedemi karşıladık.

     Kafesin içinde sarı, ufacık, çok şirin bir kuş vardı. Dedem,  kanarya almıştı. Kuşların en güzel seslisi?

     Kardeşim, dedemin kucağına atlayıp sarıldı. Neşesi yerine gelmişti. Bu armağan onu çok sevindirdi.

     Akşam, evin içinde güzel mi güzel sesiyle bir kanarya ötüyordu. Kafesinin kapısı hep açık kaldı. Ara sıra çıkıp özgürce uçtu. Sonra gelip yemini yiyip, kafesinden çıktı. Yeniden uçtu, uçtu, uçtu?

/resimler/2016-3/24/0000197082286.jpg

  • BIST 100

    8718,11%-1,25
  • DOLAR

    32,33% 0,17
  • EURO

    35,17% 0,00
  • GRAM ALTIN

    2246,71% 0,16
  • Ç. ALTIN

    3950,05% 0,00
  • Salı 15.7 ° / 3.8 ° false
  • Çarşamba 7.9 ° / 2.4 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Perşembe 12.4 ° / 3.3 ° Güneşli

Balıkesir

19.03.2024

  • İMSAK 05:43
  • GÜNEŞ 07:06
  • ÖĞLE 13:21
  • İKİNDİ 16:45
  • AKŞAM 19:26
  • YATSI 20:44