Zübeyir ÇÖMLEKÇİ


10 KASIM ATATÜRK’Ü ANLAMAKTIR

10 KASIM ATATÜRK’Ü ANLAMAKTIR


         H er yeni 10 Kasım, zaman dilimi olarak Atatürk’le aramızdaki sürenin açılmasını sağlasa da manen bizi, O’na daha çok yaklaştırmaktadır. Çünkü 10 Kasım’da Atatürk’ü anmanın, O’nu anlamak olduğunu artık hepimiz çok iyi biliyoruz. Anladıkça da O’nun, hayatını milletine vakfeden, vatan ve hürriyet sevdalısı bir lider olduğunu idrak ediyoruz.

          Bütün insanlar gibi O da fiziki olarak doğup büyüdü, yaşadı ve öldü. Bu süreç içerisinde her insan gibi O’nun da kişisel tercihleri, kendine özgü inanç ve anlayışları, istek ve arzuları, ibadetinde eksik ve fazlalıkları ile insani / nefsanî yönden zaaflarının olması son derece doğaldır. Çünkü bunlar; her insan için geçerli durumlardır. Başkaları adına bunları sorgulamak / yargılamak da kimsenin haddi ve hakkı değildir. Kur’ân-ın ölçülerine göre bu konular; Allah ile insan arasında kaldığı sürece, mahrem  / özel alandır. Onun için bu konuları sorgulamak ve yargılamak sadece Allah’a aittir.

ÇAĞINA GÖRE İYİ BİR EĞİTİM ALMIŞTIR:

          Onun için; kim olursa olsun, insanların kişisel hayatıyla değil millete mal olmuş eserleriyle ilgilenmek ve onlar üzerinden konuşmak şaşmaz bir ahlak ilkesi olmalıdır. Bu ilkeden hareket edilirse Atatürk’ün; devlet, millet, vatan ve hürriyet konusunda, milletimize hatta insanlığa nasıl ışık tuttuğunu görmek çok daha kolay hale gelecektir.

          Bu bakış açısıyla, Mustafa Kemal’i Türk milletinin aydınlık yüzünün öncüsü ve örnek lideri olarak görenler; hem anlamadığı / anlamak istemediği için O’na düşman olanlardan, hem de O’nu; ulaşılıp-erişilmez, dokunulup-hissedilmez, fikirlerini de ufuk açan ve rehberlik eden değil, sabit ve ulaşılması gereken son hedef olarak algılayan ve bu sayede bir tabu gibi görenlerden / gösterenlerden ayrılmış olurlar.

FİKİRLERİ; OKUDUĞU KİTAPLARLA ŞEKİLLENMİŞTİR:

          Yine bu bakış açısına sahip olanlar için 10 Kasım, düşünce ufkumuzda Atatürk’ün inanç, ideal, vatan ve hürriyet için kararlılık ve mücadele azmi ile bizlere yüklediği sorumlulukları ve gösterdiği hedefleri hatırlatmaktadır. İşte o zaman Atatürk; gönüllerimizde dalgalanan bir bayrak, damarlarımızda vuran bir nabız ve içimizde her gün yeniden açan taze bir tomurcuk olarak, milletimizin üzerine doğan ve bir daha da batmayan güneş olmaktadır.

           Atatürk her şeyden önce Türk milletini ayakta tutan millî ve manevi dinamikleri çok iyi biliyor, onlara inanıyor ve onlardan güç alıyordu. Eğer öyle olmasaydı, Çanakkale’de askerine “Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum” diyebilir miydi?...  Milletimizin ufkunu kara bulutların kapladığı bir anda, Mustafa Kemal bir güneş gibi doğdu. Ama O, yine de güneşten farklıydı. Çünkü O, bütün sıkıntı ve yokluğa rağmen, uzun ve zorlu mücadeleye hür iradesiyle bilerek ve isteyerek çıkıyordu. Türk Milletinin de bu yola aynı inançla çıkacağından kesinlikle emindi.

HER ZAMAN GÖREVİNİN BAŞINDADIR:

          Bir insan olarak elbette O’nun da sevinçleri ve kederleri, hayalleri ve ümitleri, mutluluk ve mutsuzlukları vardı. Ama hayatında karamsarlık ve ümitsizliğe asla yer yoktu. Öyle olmasaydı, o kara günlerde “Para yok” diyenlere “Bulunur”, “Ordu yok” diyenlere “Kurulur” diyebilir miydi?..

          Eğer, ümitsiz ve karamsar olsaydı, Namık Kemal’in;

         “Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini,

          Yok, mudur kurtaracak bahtı kara maderini.” diyen arayışına,

 

              “Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,

                Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.” diyerek cevap verebilir miydi?..

          Çünkü Atatürk çelikleşmiş bir azim ve inancın yanında, hedefe kilitlenen güçlü bir iradeye de sahipti. Eğer öyle olmasaydı, İstanbul’u işgal eden yabancı askerleri görünce “Geldikleri gibi giderler” diyebilir miydi?.

           Atatürk, tarihe güvendiği gibi tarihten aldığı güçle Türk milletine de güveniyor ve şöyle diyordu:

         “Bu memleket tarihte Türk’tü halde / şimdi Türk’tür ve ebediyen de Türk olarak yaşayacaktır.”

İSTİKBALİN İLK ADIMI BANDIRMA VAPURU:

          Atatürk; “Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça, daha büyük işler başarmak için kendisinde güç bulacaktır” diyerek, bir milletin geçmişi ile geleceğini birleştiren, geçmişin acı / tatlı hatıraları ile geleceğin daha iyi kurulabileceğini öğreten bir fikir insanıydı. Ayrıca Millî Mücadele devam ederken, TBMM’nin açılışını gerçekleştirmesi ve “Askerî zaferlerin kalıcı olması için ekonomik zaferlerle taçlandırılması” gerektiğini vurgulamakla kalmayıp Demir - Çelik, Sümerbank, Şeker Fabrikaları gibi işletmeleri devlet eliyle faaliyete geçirmesi ve halkın anlaması için Kur’an-ın Türkçe Tercüme ve Tefsirini yaptırması da sosyal / toplumsal hayatı parça parça değil, bütünlük içinde ve tüm yönleriyle birlikte değerlendiren özgün bir anlayışa sahip olduğunu göstermektedir.

         Hayatın karşı durulmaz gerçekleri olan doğum-ölüm, varlık-yokluk, hastalık-sağlık, sevinç-hüzün, mutluluk-huzursuzluk, aile-çevre gibi, başarı ve başarısızlığı etkileyen tüm faktörler elbette O’nun için de kaçınılmazdı. Ama O, hiçbirini işine engel bir mazeret olarak görmedi. Görevini başkasına havale etmediği gibi, “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” mealinde de hiç konuşmadı. Belki daha da önemlisi, hiçbir zaman “Birileri yapsın” şeklinde bir anlayışa asla sahip olmadı. Eğer öyle olsaydı, komutan olarak bütün cephelerde askerinin başında, yönetici olarak devletinin idaresinde olduğu gibi her zaman halkla iç içe, tarlada çiftçinin / fabrikada işçinin yanında ve başöğretmen olarak da kara tahtanın önünde olur muydu?..

YENİ TÜRKİYE’NİN TEMELLERİ ATILIYOR:

         Atatürk’ün, zamanın Sovyetler Birliği ve Türk Dünyası ile ilgili açıklamaları da ufkunun genişliğini ve ne kadar ileri görüşlü bir devlet adamı olduğunu göstermesi için çok dikkat çekici örneklerden birini oluşturur. 29 Ekim 1923 tarihinde şöyle demişti:

       “Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir. Ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilir. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşle o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanırlar. Manevi köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür. Tarih bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Dış Türklerin bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekir.”

        İşte bu anlayış, Atatürk’ten sonra da hedefe kilitlenerek devam ettirilseydi, bugün Türk Dünyasıyla çok daha farklı bir konumda olacağımızı görmek için müneccim olmaya gerek kalmazdı. Gönüllerden geçen sonuç tam olarak alınmasa da bir yıl önce Karabağ’ın Ermenistan işgalinden nasıl kurtarıldığı, göz önünde ve  hafızalarda canlı olarak duran bir gerçektir. Onun için bu durum, Atatürk’ün gösterdiği hedefi anlamak / anlatmak adına, nesillerimize aktarabileceğimiz çok canlı ve sıcak bir örnek olmalıdır. Buna karşın, 1991 yılındaki Türk Kurultayında kabul edilen ortak alfabenin üzerinden 30 yıl geçmesine rağmen; eğitim birliği başta olmak üzere, askeri, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda Türk Dünyasının tamamıyla istenilen düzeyde bir ilişki içinde olduğumuzu söylemekten çok uzak olduğumuz tartışmasız bir gerçektir.

YENİ TÜRKİYE’NİN TEMELLERİ YÜKSELİYOR:

          İnsan tabiatında var olan ama biyolojik olarak mümkün olmayan ölümsüzlük arzusu, her insan için erişilmesi güç bir hedeftir. Çünkü biyolojik olarak mümkün olmayan bu hedef, ancak ölümsüz eserler bırakarak gerçekleştirilebilir. Bu nedenle Kur’anda insanın geride bıraktığı hayırlı hizmetler / eserler olarak tanımlanan ve “salih amel” adı verilen konu, manen ölümsüzleşmeyi sağlayan en önemli etkendir. Buna göre; “Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” diyen Atatürk, tam da bu anlayışa uygun olarak manen ölümsüzleşmiş olmuyor mu?... Bir fâni için dünyada bundan daha büyük bahtiyarlık olabilir mi?..

          Bütün bunlara rağmen O, üyesi olmaktan büyük gurur duyduğu Türk milletinin hiçbir ferdinden kendini ayırmadan; “İki Mustafa Kemal vardır. Biri ben fâni Mustafa Kemal, diğeri milletin daima içinde yaşattığı Mustafa Kemaller idealidir. Ben onu temsil ediyorum. Herhangi bir tehlike anında ben ortaya çıktıysam, beni bir Türk anası doğurmadı mı?.. Türk anaları bir daha Mustafa Kemaller doğurmayacak mı?.. Güç milletindir, benim değildir” diyecek kadar da hizmetleri milletine mal eden mütevazi kişiliğini yansıtmaktadır.

HER ZAMAN HALKLA İÇ İÇEYDİ. ÇÜNKÜ GÜCÜNÜ MİLLETTEN ALIYORDU:

          Bir milletin sahip olduğu değerler sıralanacak olursa, hiç şüphesiz bağımsızlık / hürriyet ilk sırada gelir. Çünkü diğerleri onunla anlam kazanır. Dinimiz, dilimiz, ailemiz, kültürümüz, maddi ve manevi bütün varlığımız, hak ettikleri ve kendine özgü değerlerini ancak hür olduğumuz zaman kazanırlar. Onun için sadece hürriyetin değerini bilen ve bedelini de her zaman ödemeye hazır olanlar bu hakka sahip olarak kendi değerleriyle şerefli ve onurlu bir hayatı yaşayabilirler. Bu nedenle Kur’an, yalnız Allah’a kulluk edilmesini istediği gibi (Fatiha:1/5),hangi maksat ve amaçla olursa olsun, Allah’tan başkasına kul-köle olmanın şirk (Allah’a ortak koşmak) olduğunu (Nisa:4/36- Zariyat: 51/56) ve şirkin de asla affedilmeyeceğini vurgular (Nisa:4/116). Onun için Millî Mücadeleye; “Ya istiklal ya ölüm” diyerek başlayan ve bu iki seçenekten başka bir yolu asla kabul etmeyen Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti iyi anlamak ve ona sahip çıkmak hepimizin namus borcu olmalıdır.

MİLLET; LİDERİNİ SON YOLCULUĞUNA UĞURLUYOR:

          Bu inançla 10 Kasım’da Atatürk’ün ölümsüz eseri Türkiye Cumhuriyetine, rengini şehitlerimizin kanından alan şanlı bayrağımıza, her karış toprağı şehit kanıyla sulanmış aziz vatanımıza sahip çıkarak, dünya durdukça “Ya istiklal ya ölüm” kararlılığından başka bir seçeneği asla kabul etmeyeceğimizin inanç ve azmini yenilerken, ebediyete intikalinin 83. yılında Atatürk’ü bir kez daha rahmet, minnet ve şükranla yad ediyorum.

                                                      10 / 11 / 2021    Zübeyir ÇÖMLEKÇİ

  • BIST 100

    9079,97%3,1
  • DOLAR

    32,36% 0,15
  • EURO

    34,94% -0,30
  • GRAM ALTIN

    2323,95% 0,21
  • Ç. ALTIN

    3843,45% 0,00
  • Cuma 22.9 ° / 9.8 ° Güneşli
  • Cumartesi 24.7 ° / 11.1 ° Güneşli
  • Pazar 23.7 ° / 12.3 ° Güneşli

Balıkesir

29.03.2024

  • İMSAK 05:26
  • GÜNEŞ 06:50
  • ÖĞLE 13:18
  • İKİNDİ 16:50
  • AKŞAM 19:36
  • YATSI 20:55