Sağlık Memuru Selami için sıradan bir gündü. Günlük yapabileceği işler belliydi. Doktorların ilaç menüsüne göre ilaçları ve serumları hazırlıyor, daha sonra da bunları görevli olduğu koğuşlardaki hastalarına veriyordu. Hemşir Selami yine bu görev anlayışı ile sabah hastaneye gelip, yine ilaçları hazırladı. Bunlar sağlık memurlarının rutin görevleriydi. Hastaların ilaçlarını hemşire odasına yakın bir koğuştan başlayarak 401, 402,403 derken 404 nolu odaya geldiğinde ilginç bir istekle karşılaşmış, istek karşısında ne yapacağını, ne edeceğini bilememiş adeta şaşkınlık içinde hastaya bakıyordu.
404 nolu odada yatan hasta, gözleri görmeyen Muhammet adında yaşlı bir amcaydı. Yanında ise kendisi gibi yaşlı, fakat hayatın getirdiği bütün zorlukları tatmış sevecen bir yaşlı teyze vardı. İsmi Elif´ti. Gözleri görmeyen Muhammet amca´ya Elif teyze refakat ediyordu. Her ikisi de inançlı insanlardı. Muhammet amcanın gözleri görmüyordu, fakat gönül gözü, kalp gözü açık bir insandı. Muhammet amca ile Elif teyze hem tedavi oluyor, hem de ibadetlerini muntazaman yerine getiriyorlardı. Şöyle ki abdest ve namazı bırakın kutsal üç ayları oruçlu geçiren ender insanlardan biriydi. Böyle bir uzvu olmayan ya da bir uzvunu yeterince kullanamayan birinin diğer organları daha güçlü oluyordu.
Muhammet amcanın da iki gözlerinde olan özrü diğer organlarında güçlü bir şekilde hayat buluyordu. Belki gözleri hiç görmüyordu, fakat kulakları çok hassastı. Yakınında bir çıtırtı duysa hemen uyanıyor veya uyanıksa bu çıtırtıdan çok rahatsız oluyordu.
Muhammet amcanın tedavi gördüğü odanın kapısından acayip bir gıcırtı geliyor, Muhammet amcayı çok rahatsız ediyordu. Kim bilir odasına gelen personellerden kaçına bu gıcırtının giderilmesi için ricada bulunmuştu. Rica ettiği her görevli söz veriyor, fakat çok geçmeden unutuyorlardı. Muhammet amca da artık bir umutsuzluk peydah olmuş, nerde ise bu ilginç kapı gıcırtısından tedaviyi yarım bırakmak pahasına da olsa duymak istemiyordu. Büyük bir umutsuzluk içeresinde bir kez de hemşir Selami´den rica edecekti.
Hemşir Selami şimdiye kadar kendisinden böyle bir istekte bulunan olmadığı için şaşırmıştı. Ne yapacağını bilemiyordu. Mesai saati dışıydı. Bu işleri yapacak teknisyen de yoktu. Düşünüyordu. Bu kapı gıcırtısını nasıl yok ederim diye. Hemşir Selami bu kadarda cahil değildi. Tabii ki gres yağı bu işi çözerdi ama gres yağı için şehrin diğer yanındaki sanayiye gidemezdi. Hastanede bir çözüm yolu bulacaktı. Küçük bir iş için çokça kafa yoruyordu. Bu düşüncelerle elinde şırınga ile yürürken ayağına giydiği terlik ne hikmetse birden kayıyor ve koridora düşüyordu. Şükür ki Selami düşmeyi kazasız ve belasız atlatıyordu. Koridorda onun düştüğünü kimseler görmemişti. Sessizce kalktı benim düşmeme ne neden oldu diye etrafı araştırırken yerde ezilmiş üç dört tane zeytin görüyordu. Zeytinin arasında yağı parlıyordu. Hemşir Selami hemen koşup, sabah kahvaltıdan kalan zeytin kutusuna elindeki şırıngayı batırarak tüm yağı çekti. Sonra kapının menteşelerine elindeki zeytinyağı şırıngasını enjekte etti. Artık kapıdan gıcırtı sesi gelmiyordu.
Evet, Muhammet amca görmüyordu ama yüz hattındaki gülümseme ile ettiği dua ile memnuniyetini gösteriyordu. Nihayet o gece Muhammet amca gönül rahatlığı ile uyumuştu. Bu memleketin Selami gibi, kıvrak zekâya ve yaratıcı düşünceli insanları vardı.
03.05.2019 Ömer Kılıç