Kış kışlığını bilmeli,
dedik ya bu kadar da değil.
Bir geldi pir geldi, mübarek.
Gitmesini bilmiyor.
Kapıdağ, Uludağ'a benzedi.
Kar tepesinden eksik olmadı.
Soğuk ev ev, sokak sokak,
cadde cadde dolaşıp,
insanların zaten boş olan
ceplerini iyice boşalttı.
Kış, Erdek'e yakışmıyor.
X X X
Koca kış sessizlikle geçti.
Güzelim Erdek (dil alışkanlığı işte)
bir zamanlar adı "Yeşil Erdek" olan bu kent,
yıllar sonra "taş kente" dönüşür oldu.
Kanava mevkiinin bademleri ve erikleri
ve ayvaları ve zeytinleri yerle yeksan olup da,
her yer betona dönüştüğünden,
bahar kente geldi mi, yoksa geçti mi, belli değil.
Vah ki, vahlar ola.
Plansız-programsız-amaçsız bir dağınık kentleşme sonucu,
önce Çuğra'nın meyve bahçelerini "hal" ettik.
Sonra Palata sırtlarının yağması geldi. Bir başka işgalden
kurtulalım derken,
Kanava mevkii de nasibini aldı.
Ne idüğü belirsiz,
bir gudubet yapılaşma...
Veba mikrobu gibi, ha babam yapılıyor.
Ver toprağını, al daireni.
Şimdi baykuşlar, atmacalar, çakallar,
sırtlanlar, gözünü toprak doyurasıcılar...
Kastri mevkiinin imar planını bekliyorlar.
Bir zamanlar Erdek'in en güzel bağlarının olduğu,
en nefis patateslerin üretildiği,
incirin cevizle oynaştığı,
balıkların kumsala aşık olduğu Kastri mevkii.
Al gözüm seyreyle yağmayı...
X X X
Bir sessizliğe daldım ki, sormayın.
Koca kış geldi, geçiyor.
Bu küçük, güzel muhteşem,
yoksul kentinde ne bir müzik gecesi,
ne bir tiyatro, ne bir orkestra,
ne bir sevgi, ne bir panel,
ne bir çingeneden darbuka sesi.
Çingenelerin müzik sesi bir
kentte duyulmuyorsa,
o kentten korkulur.
Çünkü onların müziği,
canlılığın,
hareketin, bereketin,
güzelliğin, sevginin sesidir.
X X X
Kış, Erdek'e yakışmıyor.
Dar kahvenin sessizliği...
Taş oynayan kadınlar...
Denize dalıp giden düşünceler...
Terkedilmiş tezgahlar...
Martıların aç çığlıkları...
ERDEK'te piyano yok ki...