Adalardan bu yana görünmesin kara bulutlar,
peşi sıra tatlı, yumuşak rüzgar, haker salıyor kendince :
- Hey millet, ben geliyorum,
benim adım lodos!
X X X
Sokaklarda dolaşan ıslak bir sıcak.
İnsanlar sanki yorgun, sallapati.
Ne varsa içinde, insan attığı pislik diye kusup duruyor
deniz rıhtıma. Yavaş yavaş kuduruyor deniz. Taşları bir
güzel dövüyor, yıkıyor dalgalar. Dalga kıran akında oynaşan
martılar ve eli kulağında yağmur.
Lodos, bir adı da yağmur.
X X X
BIRAK
DALGALARIN YAKASINI
ERKEKSEN
YALNIZ ÇIK KARŞIMA
DENİZ KOKULU O......
X X X
Kıyıyı süsleyen çınar ağaçları, lodosun utangaç
sıcaklığında sarınırken, kaktüsler, renk cümbüşü
zakkumlar, akasyalar, çiçeğe durmuş, ıhlamurlar....
Lodosun peşi sıra geldi, gelecek yağmurun özleminde.
Kentin dar sokaklarına, kahvelerin, şıkış tıkışlığına
sığınmış insancıklar, lodosun serpiştirdiği deniz
kokusuyla yıkanan serçeler... Kent lodosa yatmış...
X X X
Şu lodos var ya şu lodos, uyuyan limanı, rıhtıma
yaslanmış uyuşuk tekneleri, yorgun, umudunu
yitirmiş balıkçıların dişlerini katar önüne götürür.
Darmadağın eder her şeyi. Saçlarım gibi...
Siler süpürür eski olanı, yıkar temizler, bilinmez kılar yeni geleni...
X X X
Saçların darmadağınık güzelim
gözlerin hüzün mavisi
kalçaların ah
hayat eteklerin oynaşında
dudakların si-bemol
lodos düşmüş peşine
bir utanmaz
arlanmaz deli
hiç bu kadar sevmedim
seni...