Gazetelerimi aldım mı, aldım.
Çay bahçesinin en sessiz, kırık gölgeli masasını seçer, otururum.
Önümde rıhtım, deniz, adalar, düş yoldaşım yaşlı martı…
Tüm sesler düşer masama.
Çınar dallarının gölgesi, denizin oynak mavisi, ada vapurunun yandan çarklısı,
Terk edilmiş birkaç sandal, iskelede eprimiş ağlar, üstünde de bir yaşlı martı…
Yalnız, benim gibi…
Her sabah yaptığım ibadet!
X X X
Çınarların bu kadar ulu, güzel, diri, yeşili harmanloş olduğu,
O güzelim heykellerin nanik yaptığı,
Güneş, deniz ve havanın sarmaş dolaş öpüştüğü,
Kıskanılacak, pırıl pırıl bir hava,
Öpüp başım üstüne,
Ciğerlerime dolduruyorum.
X X X
Ah!
Erdek!
Bu güzel, küçük kentte,
Haziranda şiir olurum,
Temmuzda balık olur, deniz olur, ıstakoz olurum,
Eylülde düşerim poyrazın ardına,
Denizde virgül olur,
Göçer giderim güneye,
Gözlerim kalır Erdek’te.
X X X
Çilingir sofram balkonda.
Güneşi uğurluyorum adalardan.
Sarımtrak kavunun deli tatlısında
------yeni rakı yoldaşlığında.
Şiirsiz çıkılmaz yola:
Kanatları
Sedef yağmur damlalarından
Beyaz kelebekler salıyor
Ruhuma
Dudakların…
Ah!
Yanan yüreğin taç yaprağı
Acıl
Alevinle durula beni.
Bana geliyorsun.(*)
X X X
İnsan geçmişten hep bir şeyler atar dağarcığına.
Ama en güzeli, en bitimsizi umuttur.
Filizlenip durur insan yüreğinde.
X X X
Cemre var ya cemre….
Önce havaya düşermiş, sonra toprağa ve suya…
Güzellik, doğurganlık, bereket…
Bir cemre de düşeymiş insanın yüreğine…
X X X
KARASEVDALIYIM
ŞU ERDEK’in
HAVASINA.