Rifat Serdaroğlu (SERDARCA)


Türkiye bunu ödemek zorunda kalacak

Türkiye bunu ödemek zorunda kalacak


Bugünkü yazımın yerine,

DOĞRU Parti Genel Başkan Yardımcısı (Ekonomiden Sorumlu)
Sayın Meriç Köyatası'nın, Sayın Nurzen Amurzen. ile yaptığı mülakatın
"Halk Diliyle" yazılmış bu ekonomik söyleşiyi, keyifle okuyacağınızı umuyorum.
                                                                                         Sevgilerimle Rifat Serdaroğlu,

Nurzen Amuran – Toplumda güven duygusu giderek azalıyor. yoksullaştık, alım gücü azaldı. Yarınlara yönelik endişelerimiz giderek artıyor. İktidar kendine özgü, evrensel kurallara uymayan bir programla ekonomiyi kurtarmayı vadediyor. Biz de yaptığımız söyleşilerle, hiçbir bilimsel açıklaması olmayan bu ekonomi programı için muhalefet partilerinin görüşlerini alıyor, önerdikleri çözüm yollarını okurlarımıza aktarmaya çalışıyoruz. Bugünkü konuğumuz 15 ay önce kurulan Doğru Parti’nin Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Sayın Meriç Köyatası.

Sayın Köyatası, ekonomi sizin uzmanlık alanınız. Gazetecilikten sonra siyasete atıldınız ve ekonomideki önerilerinizi siyaset ortamında seslendirmeye devam ediyorsunuz. “Faiz sebeptir enflasyon neticedir” söylemiyle yola çıkan TCMB Para Politikaları Kurulu’nun son faiz indirimlerinin bizim öngöremediğimiz gizli bir amacı mı vardı, yoksa sadece “ideolojik” bir anlayış mı bu kararları aldırdı? 

Meriç Köyatası - Ekonomi biliminde “faiz sebeptir, enflasyon sonuç” diye bir kuram olmadığı defalarca tekrarlanmış olmasına rağmen Cumhurbaşkanı bunu ısrarla savunuyor ve faizleri düşürüyor. 

Cumhurbaşkanın faiz indirimi konusunda ideolojik davranmaktan ziyade, kendi hedeflerini ön plana aldığını düşünüyorum. Bunu faizleri düşürmeye başladıklarında dile getirmiştik. Dünya faizleri yükseltmeye hazırlanırken, bizde enflasyon yukarı doğru tırmanırken faizleri düşürmek, döviz kurunda olması gerekenden çok daha fazla tırmanışlara neden olur. İktidar bunu elbette biliyor. BOTAŞ Elektrik İletim, ASELSAN, yanan orman arazileri gibi Türkiye’nin kalan varlıklarının değeri azalıyor. Kur arttıkça dış borcu olan Türk özel şirketlerinin değeri azalıyor. Biz bu gelişmeleri, Türkiye’nin varlıklarının, Katar, BAE ya da yandaş ve paydaş sermayeye çok hızlı bir şekilde düşük fiyattan satılması operasyonu olarak değerlendiriyoruz. Çünkü döviz bitti ve ülkeyi yönetmek için acil dövize ihtiyaç var. 

Amuran - 128 Milyar Dolar satılmamış olsaydı, birilerinin daha da zengin olması sağlanmasaydı, bugünleri yaşar mıydık?

Köyatası - Evet yaşardık. Ama elimiz biraz daha kuvvetli olurdu. Elimiz kuvvetli olurdu derken, iskambil oyunu gibi düşünürsek, elimizde as, papaz gibi güçlü kağıtlar olmazdı ama şimdiki gibi sinek üçlüsü yerine karo altılısı olurdu. Merkez Bankası Rezervleri o zaman 40 milyar dolar artı idi. Şimdi 36 milyar dolar eksi… Türk ekonomisi hastalıklı bir yapıya sahip. Özellikle 2003 yılından itibaren bu hükümetin uyguladığı politikalar sonucunda, Türkiye 2008 yılı sonlarına kadar sıcak para cenneti oldu. İdeolojik olarak faize karşı olduğu söylenen bu hükümet, o dönemde, dünyanın en yüksek reel faizini vererek Türkiye’yi sıcak paraya boğdu. Döviz, olması gereken seviyenin çok altında kaldı. (O dönem dünyada en fazla reel faizi yüzde 15 ile Türkiye veriyordu. Arkasından yüzde 5 ile Brezilya ve Arjantin geliyordu. Gelişmiş ülkelerde yüzde 2 seviyesinde idi.) Döviz kuru düşük olduğundan ithal tarım ürünleri fiyatları, imalat sanayiinde ithal ara girdi fiyatları, yerli üretimden çok daha ucuza geliyordu. Tarım üreticileri üretimden vazgeçti, imalat sanayi üretimden vazgeçti. İhracatçılar, sanayiciler ithalatçı ve inşaatçı oldu. Türk Lirası faizi yüksek, döviz kuru düşüktü. Böyle olunca sanayici de daha ucuz diye dış borca yüklendi. Türkiye’nin dış borcu 139 milyar dolardan 450 milyar dolara çıktı. Hükümet de yurt dışından gelen kaynakları maliyetlerin çok üstünde harcamalarla inşaata gömdü. Ucuz döviz kuru nedeniyle tarım ve sanayi çöktükten sonra, 2008 krizi sonrası sıcak para gitti. Kur yükseldi. Bu kez de tamamen ithalata bağımlı hale gelen tarım ve sanayi sektörü yüksek kur nedeniyle rekabet gücünü kaybetti. Türk şirketleri sıcak para döneminde fuhuşa teşvik edilir gibi dış borca teşvik edildi. Sıcak para gittikten sonra, artan kur nedeniyle, dış borç maliyetleri şişti, ihraç fiyatları uygun hale geldi, işçi ücretleri düştü ama dış borç maliyeti öylesine şişti ki, ülkemiz rekabet gücünü toparlayamadı. Türk ekonomisi 2001 ekonomik krizinden sonra özellikle AKP iktidarı tarafından neo liberal vahşi dünya ticaretinde borç batağına saplandı. İhracat yapmak için bile, daha çok ithalat yapmak zorunda kaldı. Düşünsenize, 2013 yılından itibaren ekonomi büyüdükçe, fakirleşiyoruz, ekonomi büyüdükçe dış borcumuz artıyor. Ekonomi büyüdükçe dışarıya ödediğimiz dış borç faizi artıyor. Ekonomi büyüdükçe dolar bazında ölçtüğümüz ekonomi küçülüyor. Tam bir fakirlik sarmalına girdik. Ekonomiyi uyuşturucu bağımlısı gibi dış borç batağına sokan politikalar, insanların “Çalıyorlar ama çalışıyorlar” dediği AKP’nin ilk yıllarıdır. Bu politikanın baş sorumlusu elbette iktidarın başbakanıdır ama mimarı da şimdi ekonomide kurtarıcı gibi dolaşan Ali Babacan’dır. Bu politikalar sonucunda Türkiye’de orta sınıf yok oldu. Dar gelirliden üst gelir grubuna servet transferi yapıldı. Genel olarak da Türkiye’den yurt dışına servet transferi oldu. Hem tefeci faizi ile servetimiz gitti hem de ithalatla servetimiz azaldı, insanımız işsiz kaldı. 

Amuran - Asıl tehlike, 2022 yılında Amerika’nın faiz artırımıyla gelecek deniliyor. “Türkiye daha halen kötüyü görmedi” diyenler var. Büyük krizin 2022 yılında yaşanacağı öne sürülüyor. Siz ne düşünüyorsunuz?

Köyatası - Ekonomiye günübirlik bakan finans piyasası iktisatçıları dışında derinlikli bakan iktisatçılar, işlerin daha da kötü gideceğini söylüyor. Biz bu konuyu aylar öncesinden sevgili Uğur Dündar aracılığı ile Sözcü Gazetesi’nde ve Yeniçağ Gazetesi internet sitesinde açıklamıştık. Türkiye döviz ve enflasyon sarmalına girdi. Türkiye’de enflasyon zaten yapışkan hale gelmişti. Şimdi daha da yapışacak ve daha da artacak. Devletin açıkladığı enflasyon yüzde 21, bilim insanlarının (ENA Grup) açıkladığı yüzde 58. Devletin açıkladığı üretici fiyatları yüzde 54 artmış. Şu andan itibaren hiçbir olumsuz faktör olmasa bile, bu üretici enflasyonu, önümüzdeki dönem tüketici enflasyonuna yansıyacak ve enflasyon uzun süre artmaya devam edecek. Bu bir…

Kurdaki artışların, ona bağlı olarak enerji fiyatlarındaki artışların enflasyona etkisi iki ile üç ay içinde ortaya çıkıyor. Türk Lirasındaki yüzde 10’luk değer kaybı, yaklaşık olarak enflasyona 3 puan yansıyor. Son bir ay içinde kurda ve enerji fiyatlarında yaşadığımız büyük artışlar iki ay sonrasında enflasyonu daha da yukarı taşıyacak. Bu iki… 

ABD ve Avrupa merkez bankaları pandemi nedeniyle para bastı. Enflasyon fırladı. Şimdi faizleri yükseltecekler. Dolar daha da artacak. Kur yine artacak… Bu üç…

Zaten dünyada eksi faiz varken yüzde 6.5 gibi tefeci faizi ile borçlanan Türk Hazinesi ve Türk şirketleri, dünyada faizler artınca, dış dünyadan daha yüksek faizle borçlanmak zorunda kalacak, fiyatlar ve enflasyon artacak. Bu da dört…

Özetle 2022 çok zor olacak.

Amuran – 2001 ve öncesinde yaşanan krizlerle bugünkü kriz arasında size göre en büyük fark nedir?

Köyatası - Bugün yaşadığımız kriz ile eski krizleri karşılaştırırsak… Bir önceki sorunun yanıtında yer alan ekonomik yapının bozulması, ekonominin, devleti ile özel sektörü ile uyuşturucu bağımlısı gibi borç batağına saplanması bugün yaşadığımız krizleri, diğer krizlerden ayıran en önemli farkların başında geliyor. Diğer taraftan ekonomik krizler sadece ekonomi değil, yönetim krizi ile de ilişkilidir. Önceki dönemlerde, Türk ekonomisi yönetilemez hale geldiğinde hükümet istifa eder, meclis kendi içinden öyle veya böyle yeni bir hükümet çıkarırdı. Tek adamlı, sözde parlamentolu Cumhurbaşkanlığı Sisteminde böyle bir çare arayışına olanak yok. Eski krizlerde Türkiye’de öyle veya böyle tarım üretimi vardı ve kentlerde yaşayanlara, kırsal kesimdeki yakınlarından gıda maddesi yardımı gelirdi. Şimdi tarım da yok. Yine diğer taraftan bizim eski dönemlerde yaşadığımız krizlerde cari açığımız 2 milyar dolar ile 6 milyar dolar arasında değişiyordu. Şimdi bu dış borçkolik yapıda 16 milyar dolar ile 40 milyar dolar arasında değişiyor. Merkez Bankası Döviz rezervleri eksi değildi. Şimdi eksi. Ve elbette o zaman verilen bütçe açıkları sağlam bir kemer sıkma politikası ile azaltılabiliyordu. Şimdi israftan vazgeçmeye niyetli olmayan bir yönetim var. Ve daha da fenası, ne kadar olduğunu tam olarak bilemediğimiz ama en az 157 milyar dolar olduğu söylenen Hazine garantili borçların bütçe üzerinde 25 yıl kadar sürecek bir baskısı var. 

Amuran - Bankaların verdiği büyük krediler var. Çoğu da riskli krediler. Bildiğiniz gibi risk yaratan kredilerde bankalar karşılık ayırmak zorunda. Önümüzde günlerde bankalarda da bir kriz yaşanabilir mi? Çünkü dönmeyen banka kredilerinde büyüme artıyor.

Köyatası - Felaket tellallığı yapmak istemiyorum ama maalesef böyle bir risk var. Eski dönem krizleri ile bugün yaşadığımız arasında da en büyük fark maalesef bu olabilir. Eski dönemlerde bankalar mali krize giriyordu. Bankalar krize girince, şirketlere dönüp açtıkları kredileri geri çağırıyorlardı. Buna tedbir almak kolaydı. Bir şekilde içeriden dışarıdan fon bulursunuz, uzun vadeli hazine tahvili çıkarır bankalara verirsiniz işi çözersiniz. Ama bugünkü durumda, açılan krediler geri dönmez ise; bu kez önce reel sektörde iflaslar başlar, arkasından bankaları sürükler. Şu ana kadar büyük şirketlerin karlılığında bir sorun yok. İyi ki yok. Ama kurdaki son artışlar büyük şirketleri ne kadar vuracak bilemiyorum. Orta ve küçük ölçekli işletmelerdeki bu sorunun fazla büyümeden çözülmesini temenni ediyorum. Bu senaryoyu düşünmek bile istemiyorum.

Amuran - Abu Dabi Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayid Al Nahyan Türkiye’ye geldi ve iki ülke arasında çeşitli alanlarda kapsamlı bir anlaşma imzalandı. Ayrıntıları açıklanmadığı için tahminler ve eleştiriler var. 10 Milyar dolarlık bir fon getiriliyor Varlık fonuna. Varlık Fonu’nun dolar cinsinden değeri 34,5 milyar dolardı. Bugün Varlık Fonu’ndaki varlıklarımızın değeri 23,5 milyar dolara düştü. Resmi bir açıklama yapılmadı ama satın alınacaklar arasında ağırlıklı olarak savunma sanayi için üretim yapan şirketlerin de olduğu söyleniyor. Sözgelimi Türkiye’nin varlıklarını hangi değerden alacakları da bilinmiyor. Bu gelişmeleri siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Köyatası - Maalesef döviz fiyatını yükseltip Türkiye’nin varlıklarını çok ucuza nakde çevirme telaşı var. Merkez Bankasının kasasında, Hazine’de para kalmadı. Ve iktidar, döviz olmadan Türkiye’yi yönetemiyor. Ne olursa olsun, nereden olursa olsun bir şekilde döviz gelsin, günü kurtaralım telaşındalar. Hiçbir iş yapmadan aile büyüklerinden kalan malları, halıları, evdeki mobilyaları satan mirasyediler gibi…

Ama daha büyük sorun şu… Türkiye’nin varlıkları bir taraftan Katar Fonuna, diğer taraftan da BAE Fonlarına satılıyor. Herkes biliyor ki, Katar Yatırım Fonları İngiltere ve İngiliz dış politikasından bağımsız düşünülemez. BAE fonları da ABD’den ve ABD dış politikasından bağımsız düşünülemez. Lozan’da İngiltere’nin tüm baskılarına ve isteklerine direnen ve kendi tezlerini kabul ettiren İsmet İnönü’yü, İngiliz Delegasyonu Başkanı Lord Curzon’un nasıl tehdit ettiğini hatırlayınız: 

“Harap bir memleket alıyorsunuz. Bunu imar etmeyecek misiniz? Para bir bunda var (eliyle ABD delegesini göstererek) bir de bende… Geleceksiniz, para isteyeceksiniz, diz çökeceksiniz. O zaman burada reddettiklerinizin hepsini cebimden çıkarıp göstereceğim...”

Köyatası - Maalesef mevcut iktidar, Türkiye’yi bu duruma düşürdü. Osmanlı da, yönetemediği dış borçlar nedeniyle, dış borçları çevirmek için devlet imtiyazlarını Duyun-u Umumiye’ye devrettiği için dağılmıştı… Esasında sorun beka sorunu haline geldi.

Amuran - Kamu-Özel İşbirliği yoluyla, ulaştırma ve sağlık sektöründe dolar üzerinden garantili ihale alanlar bugün servetlerine servet kattılar. Köprülerden hava alanlarından otoyollardan, şehir hastanelerinden para kazandılar. Bir iktidar değişiminde bu sorun nasıl çözülecek? İktidar diyor ki “Devletin devamı esastır.”

Köyatası - Biz henüz 15 aylık partiyiz. Bu konuyu kararlı bir şekilde sanırım ilk biz dile getirdik. 25 Mart 2021 tarihinde yine Sözcü Gazetesi’nde Uğur Dündar’ın köşesinde bir çağırıda bulunduk. “Katar’la imzalanan su yolları yönetim anlaşması ve Kanal İstanbul dahil, tüm muhalefet partileri olarak, Türkiye’nin bekasını tehdit eden hazine garantilerini tanımayacağımızı dünya finans piyasalarına açıklayalım” dedik. Bizim bu çağrımızdan üç dört ay sonra Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, aynı yönde bir açıklama yaptı. Cumhurbaşkanı da “söke söke alırlar” diye karşılık verdi. Biz, zaten öneri sahibi olarak tüm bu anlaşmaları yok sayacağımızı ilan ettik. Devlette devamlılık esastır ama burada öyle olmadığı herkes tarafından biliniyor. Bir birimlik yatırım maliyetlerinin 3 kat ile 10 kat arasında yaptırıldığı ortada. Uluslararası Hukukta, “İğrenç Sözleşme” diye bunun bir karşılığı da var. Burada konunun iki ayağı var. Biri, Hazine’nin yabancılara verdiği finansman garantisi. Sanırım Türkiye onu ödemek zorunda kalacak. Ama sonrasında elde edilecek gelirler açısından sorun çözülebilir diye düşünüyorum. Bu köprüler, otoyollar, hastaneler, havaalanlarının işletme süreleri bedelsiz olarak iptal edilir, işletmesi ve gelirleri devlete geçer. Londra tahkimi dışında, Türk milletini soyanların elde ettikleri kazançların alınması, diğer alanlarda elde ettikleri haksız servetlerin hazineye gelir kaydedilmesi, mümkündür. Devletle uğraşılmaz. Siyasi irade kararlı ise devlet, o soygunu yapanları rahat uyutmaz, o parayı alır.

Bizim parti olarak ısrarla vurguladığımız bir nokta var. Biz bağımsız yargının oluşmasından sonra devri sabık yaratacağız, Türk milletini soyanlardan hesap soracağız diyoruz. Bunu derken bir intikam duygusuyla söylemiyoruz. Adalet, sadece yargı bağımsızlığının yok edilmesi ile çökmez. Adalet ve toplumsal vicdan, toplumsal ahlakın çökmesiyle yok olur. Yapanın yanına kar kalırsa, insanlar, başka insanların haklarını gasp ederek zenginleşiyor ve hesap vermiyorsa, siz istediğiniz kadar uğraşın toplumsal barışı da toplumsal vicdanı da, toplumsal ahlakı da düzeltemezsiniz. Yapanın yanına kar kalırsa, toplumun tümü, her türlü hak tecavüzünü kendi için mubah görür.

Amuran - Sanayi sektörü zor durumda. ''Yüksek kur ile ithal edilen ara malı ve ham maddeyi” sağlayamayacak halde. Yetkililer diyor ki, ”biz kendi ülkemizde ara malı yapabiliriz gerekli ham maddeyi de sağlayabiliriz.”  Bugünkü koşullarda bu mümkün mü, sözgelimi, ara malı üretecek teknolojiye sahip miyiz? 

Köyatası - Kimi ürünlerde ara malı üretebilecek teknolojiye sahibiz. Çoğunda değiliz. Ama Türkiye’nin rekabet gücünü artırmamız şart. Bunun için sadece gerçekçi bir kur politikası yeterli olmuyor. Bugün Türkiye’nin, rekabet gücü utanç verici şekilde sefalet seviyesindeki işgücü ile sağlanmaya çalışılıyor. Teknolojiyi içselleştirecek, verimliliği artıracak bir eğitim sistemi kurmak zorundayız. 

Amuran - Yaşadığımız ortamla ilgili tespitler yaptık. Bir iktidar değişiminde öncelik olarak sektörlerin şu anda yaşadıklarını giderecek acil önlemler neler olabilir? Sanayi sektörü  yanında gübre yem ve enerji alanında dışa bağımlı hale gelen Tarım sektörü de inanılmaz zorluklar yaşıyor.. İlk adımlar neler olabilir?

Köyatası - Yeni gelecek bir iktidar daha henüz hiçbir şey yapmadan, yargı reformu, güçlü bir parlamenter sistem, hukukun üstünlüğü, insan hakları daha fazla demokrasi içeren bir Türkiye niyetini belli etsin, daha o dakikadan itibaren Türkiye’nin riskleri, şu anda 600’a dayanan CDS primi 200’e geriler. Türkiye’nin dış borç faizleri düşer. İlk etapta alınması gereken sıkılaştırıcı acı reçeteler, IMF’ye gitseniz de gitmeseniz de bütçe sıkılaştırılması, kamuda dengelerin sağlanmasıdır. Ödemeler dengesini sağlamak için ise devalüasyon yapmaktır. Türkiye’de kurlar zaten yukarıda. Şu anda bir devalüasyona gerek yok. Sorun dış borçların çevrilebilmesi, kamu açıklarının dizginlenebilmesi… Türkiye’nin dış borçlanma faizi düştüğünde dış borcu çevirmek kolaylaşır. Kısa vadede, kamuda faiz dışı fazlayı sağlamak gerekecek. Eski dönemlerde kamu açıklarını kapatmak için vatandaşa acı ilaç içirilirdi. Yeni iktidara gelecek hükümetin belki de en kolay yapabileceği şey, mali dengeyi sağlayabilmek olacak. Çünkü bütçede çok büyük israf ve talan var. Kısa vadede, sarayın israfını, yandaş-paydaş müteahhitlerin ve yandaş vakıfların ödeneklerini kestiğinizde, gerçekçi maliyetlerle yeni hizmet ihaleleri yaptığınızda, gereksiz inşaat ihalelerini iptal ettiğinizde, işiniz çok kolaylaşacak ve yine kısa vadede, ilk yapılacak açıklamada, Merkez Bankası ve TÜİK gibi yönetimlerde liyakatlı kadroların göreve getirilmesi ve bunların bağımsızlığının ilan edilmesi olmalı.. Yangın sadece kamu bütçesinde ya da bankalarda, şirket bilançolarında değil. Dar gelirlilerde, çiftçilerde, işçilerde, memurlarda, emeklilerde, üniversite öğrencilerinde, esnafta, KOBİ’lerde büyük sıkıntı var. Pandemi döneminde bütün ülkeler milli gelirlerinin yüzde 10’u kadar nakit gelir desteğini halka verdi. Türkiye’de ise sadece yüzde 1’i kadar. O yüzde birin neredeyse tamamına yakını da yine işçilerin, işsizlik fonunda biriken paraları. Kısa vadede, tüm dar gelirli kesimlere nefes aldıracak doğrudan nakit desteği sağlanmalı. Müteahhitten kesip buraya bu parayı aktarmak zorundayız. Bu destek halkın alım gücüne yansıyacağı için üretimi de canlandırır. Biz iktidara geldiğimizde Varlık Fonu'nu kaldıracağımızı, Varlık Fonu bünyesindeki şirketlerin ilgili kurumlar nezdinde özerk yönetimlerle yönetilmesini öngörüyoruz. Bütün bunlardan sonra elbette rahatlamak yok çok köklü bir şekilde devrim niteliğinde yapısal değişime girmek zorundayız. 

Amuran - Doğru Parti olarak dile getirdiğiniz “devrim niteliğindeki yapısal değişimi” sağlayacak nasıl bir program uygulamayı düşünüyorsunuz?

Köyatası - Doğru Parti olarak bizim ekonomide de diğer tüm alanlarda da temel hedefimiz, Türkiye Cumhuriyeti’nin her alanında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimlerini geçerli kılmak. Devletçilik ile piyasayı birleştiren karma ekonomik model temel tercihimiz. Kalkınmacı bir planlama anlayışı ile insanı kucaklayan, güçlü sosyal devlet politikalarını benimseyen, çevreye ve gezegene saygılı ekonomi politikalarını hayata geçirmek önceliğimiz. Ekonomi dahil tüm alanlarda, şeffaf, denetlenebilir, hesap veren ve toplumun tüm kesimlerinin katılımını sağlayan kapsayıcı politikalar temel ilkemiz olacak. Bu ilkeler ışığında ekonomideki yapısal değişimin dört temel ayağı var. Birincisi eğitim. İkincisi tarımda, sanayide ve kentleşmede planlama, üçüncüsü sosyal devlet ve vergi, dördüncüsü özelleştirme-kamulaştırma, hesap sorma ve şeffaf ekonomi modelini oluşturma… 

Amuran – İsterseniz eğitimle başlayalım, eğitimde hedefiniz nedir?

Köyatası - Birinci hedefimiz insan gücünün eğitim kalitesini artırmak. Kindar nesil yetiştirmekten vazgeçip insanlarımıza analitik düşünce yeteneği veren tarım, sanayi, hizmetler başta olmak üzere her alanda verimliliği artıracak, teknolojiyi içselleştirecek bir eğitim seviyesi oluşturacağız. Taşımalı eğitim kalkacak. En ücra köylerde okullar tekrar açılacak. Köylerde ve kırsal kesimde, büyük kentlerin kenar mahallelerinde normal müfredat öğretmenlerinin yanı sıra, yarım kalan Aydınlanma Devrimlerinin devamını sağlayacak, günümüz şartlarına uyarlanmış Yeni Kuşak Köy Enstitülü öğretmenler görev alacak. Öğretmenlik mesleği, Cumhuriyetin ilk yıllarında olduğu gibi manevi ve maddi olarak en itibarlı meslek haline getirilecek. Lise mezunlarının ilk yüzde 10’luk diliminin, yüksek eğitimde öğretmenlik bölümlerine girmesi için gereken teşvikler sağlanacak. 

Amuran – Ekonomideki kalkınmanın ikinci hedefi planlı kalkınma anlayışını getirmek ve karma ekonomiyi uygulamak diyorsunuz, değil mi? 

Köyatası – Evet. Sadece Türkiye değil, tüm dünyada, planlama yapmadan, ekonomiyi piyasanın kendi şartlarına bıraktığınızda gidip duvara tosluyor, sürekli krizler doğuyor. 1929 bunalımından günümüze kadar olan tüm bunalımlarda bunu görüyoruz. Özellikle 1929’dan sonra saf piyasa ekonomisini savunanlar, kamucu yaklaşımları ve devlet müdahalesini kabullendiler. Keynes’in devlet müdahalesi tezlerine sarıldılar. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye’de 1929’dan önce karma ekonomi modeli benimsemişti. Özellikle 1930 Sanayi Planı bizler için çok büyük bir onur ve tecrübedir. 1930 Sanayi Planı ile Türkiye Cumhuriyeti bugün bile mirasının yendiği, satıla satıla bitirilemediği sanayi tesislerini kurdu. Yine 1965-1971 arası Süleyman Demirel’in uyguladığı Planlı Kalkınma dönemi, Türk ekonomisinin başarılı yıllarıdır. Bu iki dönemde de Türkiye dış borç almadan, kendi tarımsal kaynakları ile sanayisini kurdu, alt yapı yatırımlarını sürdürdü. Ekonomideki politika tercihimiz, piyasa dinamiklerini gözeten planlı bir karma ekonomik model… Biz, Devlet Planlama Teşkilatını yeniden kurarak ve ona özerklik sağlayarak tarımda, sanayide, hizmetler sektöründe kalkınmacı bir planlama anlayışını egemen kılacağız. Atatürk’ün ömrü yetmediği için gerçekleştiremediği toprak reformunu yapacağız. Planlı ve katılımcı bir kooperatifçilik anlayışı ile tarım politikaları uygulayacağız. Her çiftçi, neyi ne kadar ekeceğini bilecek ve ürettiği mal çiftçinin elinde kalmayacak. Yerli tohum, gübre, yem ve benzeri girdiler yine planlanarak, teşvik edilerek özel sektör tarafından, gerekirse devlet tarafından üretilecek. Her köyde bir ziraat mühendisi ile bir veteriner istihdam edilecek, aşılama hataları nedeniyle hayvan ölümleri önlenecek, tarımsal üretim verimliliği artırılacak. Her ilde Ar-Ge maksatlı ve o ilin iklimine uygun olarak Atatürk Orman Çiftlikleri kurulacak. Sanayide, yerelden genele kalkınma modeli uygulanacak. Buna uygun kentleşme politikaları geliştirilecek. İmalat sanayiindeki tüm alt sektörler, girdi çıktı tablolarına göre analiz edilerek piyasa dinamikleri de gözetilerek öncelikler ve teşvikler belirlenecek. Öncelikler sırasıyla, istihdam, ihracat ve teknolojik gelişmeye göre belirlenecek. Yüksek katma değerli üretim, sadece nihai üretim için değil, ara malları üretim zinciri esas alınarak desteklenecek. Gençlerin ve kadınların inovatif girişimleri ile projelerine devlet “melek yatırımcı” olarak katılacak. Başta turizm sektörü olmak üzere, yerel ve sivil havacılık, demiryolu ulaşımı, Çin Kuşak Yol Projesi ile entegre olmuş Anadolu’nun dört bir yanında lojistik merkezler, yeni demiryolları ağları ve liman yatırım ve yönetimleri geliştirilecek. Bu merkezler Avrupa Birliği kıyılarında devlet özel sektör ortaklığı ile satın alınacak liman işletmeleri ve lojistik merkezler ile entegre edilecek, KOBİ’lerin AB ülkelerine kesintisiz ve sürekli ihracat yapmaları sağlanacak.

Kentleşme ve ekonomik kalkınma modelleri birlikte yürümek zorunda. Kentler ve binaların içinde insana verilen değer hissedilmeli. Yine Atatürk dönemindeki kalkınma hamlesine bakalım. Sümerbank sadece bir fabrika değildi. Yatırım yaptığı yerlerde, sosyal hayatı ile kentleşme ile bir bütündü. Nazilli, Bursa ve benzeri bir çok örnekte olduğu gibi. 

Tüm bölgelerde, belirlenen sektörlerde hem sanayiye hem de kentsel gelişime önderlik etmeleri için, devlet doğrudan yatırımlar yapacak, gerektiğinde yerel yönetimler ve özel sektörle birlikte ortaklıklar kuracak. Yerel kalkınmanın ve kentlerin çağdaşlaşma hamlesinde başlıca gücümüz, kız erkek ayrımı yapmadan gençlik olacak. Her yıl her şehirden en az 1000 lise son sınıf öğrencisi olmak üzere toplam 100 bin öğrenciyi, birinci yıl lisan eğitimi, ikinci yıl lise mezuniyeti için Avrupa, Rusya, Çin gibi ülkelere göndereceğiz. Ve yine her sene her şehirden en az 200 öğrenci olmak üzere 20 bin lise mezunu öğrencimizi istedikleri dalda öğrenim görmeleri için Avrupa, Rusya, Çin gibi ülkelere üniversiteye göndereceğiz. Bu öğrenciler döndüklerinde kendi illerinde en az beş yıl devletin sağladığı iş garantisiyle çalışmak kaydıyla tam burslu olacaklar. Gençler, bir taraftan aldıkları iyi eğitim, diğer taraftan farklı ve yeni dünya görüşleri ile birlikte yerel kalkınmada, Anadolu yerleşim yerlerinin çağdaşlaşmasında, kültür ve sanatla buluşmasında öncü olacaklar. Hep göz ardı edilen engelli vatandaşlarımız için pozitif ayrımcılık uygulanacaktır. Engelli vatandaşlarımızın, eğitimde, ekonomide de aktif şekilde yer almaları sağlanacaktır. Ekonomi, istatistikler ve sayılar ile sınırlı değildir. İçinde insan olmazsa, ekonomi de pek bir işe yaramaz. 

Amuran – Kalkınma politikalarının üçüncü ayağı maliye ve sosyal devlet politikaları demiştiniz. 

Köyatası - Ekonomide vergi adaleti yok. Toplam vergilerin üçte ikisi dolaylı vergiler, üçte biri doğrudan vergilerden oluşuyor. Oysa dünyadaki gelişmiş ülkelerde bunun tam tersi. Diğer taraftan bütçenin milli gelir içindeki büyüklüğü de yüzde 20 seviyesinde. Bu seviye ile sosyal devlet olunmaz. Sosyal devlet ilkelerinin gelişmiş olduğu Batı Avrupa ülkelerinde bu oran yüzde 45-50 seviyesinde… Bizde vergiyi taban ödüyor, tavan ödemiyor. Değerli bir maliyeci yazar Ozan Bingöl’ün kitabında belirttiği gibi, biz vergiyi tavana yayacağız. Vergi gelirleri ile birlikte kamu işletme gelirleri toplamının milli gelirin yüzde 50’si seviyesine ulaştırmalıyız. 

Sosyal devlet anlayışımızın da dört temel şartı var. Eğitim, sağlık, güçlü bir emeklilik sistemi ve sosyal yardımlar. Kaliteli bir eğitim herkes için parasız olacak. Devlet gencine kredi vermez, burs verir. Öğrencilerin faiz ve ana para dahil, tüm kredi borçları silinecek. Gelişme çağındaki çocukların yeterli protein, vitamin vb gibi dengeli beslenmesi için ilk ve orta eğitimde öğrencilerin iki öğün yemeğini devlet sağlayacak.

Herkese parasız, kaliteli koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmeti verilecek. Şehir dışındaki şehir hastaneleri kapatılacak, şehir içinde ulaşılabilir küçük hastaneler kurulacak. Bir emekli maaşı, iki kişinin kültür ve eğlence harcamaları dahil insanca yaşamalarını sağlayacak seviyeye getirilecek. Bugün merkezi yönetim ve yerel yönetimlerle birlikte yaklaşık 20 milyon kişiye çeşitli miktarlarda sosyal yardım yapılıyor. Devletin yaptığı sosyal yardımlar sadaka verir gibi ve sanki AKP iktidarının bir lütfu gibi dağıtılıyor. Sosyal yardım her yurttaşın hakkıdır. Sosyal yardımlarda, şehit yakınları, gaziler, engelli vatandaşlar ve yaşlılar için pozitif ayrımcılık yapılacaktır. Ekonomide utanç verici bir noktamız var. Çocuk işçi meselesi… Bu sorun hiçbir şekilde taviz verilmeden çözülecek. Çocuklarını işçi olarak çalıştırmak zorunda kalan ailelere öncelikli sosyal yardım programı uygulanacak, gerektiğinde çocukların bakımı, eğitimi devletin sorumluluğuna alınacak. Diğer taraftan teknoloji büyük bir hızla gelişiyor. Yapay zeka, robotlar tarımdan sanayiye her alanda insanların yerini alıyor. Bizim de bu gelişmelere göre sosyal güvenlik şemsiyesi geliştirme zorunluluğumuz var. Bu nedenle, dünyada yeni tartışılmaya başlanan tüm yurttaşlara geliri ne olursa olsun Vatandaşlık Temel Geliri vermek politikasını benimsiyoruz. Bu ülkenin tüm kaynakları, ormanları, madenleri, doğal zenginlikleri, geçmişte yapılan ve yapılmakta olan tüm alt yapı yatırımları hepsi, hepimizin tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının müşterek varlığıdır. O nedenle Vatandaşlık Temel Geliri, herkesin hakkıdır. Miktarı şimdilik önemli değil ama her vatandaşa bir maaş bağlanması, teknolojinin dayattığı gelişmelere bağlı olarak, önümüzdeki dönemde bir zorunluluktur.

Amuran – Peki kaynakları nasıl sağlayacaksınız?

Köyatası - Bunlar boş vaatler değil. Yapılabilir işler. Yeter ki siz iktidar olarak, bütçeyi yandaş zengin etmek için değil, yurttaşlar için harcayın. Neo liberal vahşi kapitalist düzene teslim olmuş ekonomilerde herkesin payına borç düşer. Planlı kalkınma modellerinde herkese kaynak var. Avrupa ülkelerinde bütçeden karşılanan emeklilik, sağlık ve sosyal yardım harcamalarının milli gelire ortalaması (GSYİH) yüzde 30 seviyesinde… Buna eğitimi de eklediklerinde sosyal devlet harcamaları yüzde 35-40 seviyesini buluyor. Yüzde 10 kadarı da savunma, asayiş, yargı ve devletin diğer işleri için harcanıyor. Türkiye’de ise eğitim, sosyal yardımlar ve sağlık harcamaları dahil hepsi milli gelirin yüzde 10’u seviyesinde… Milli gelirin yüzde 10 kadarı da, savunma, adalet, asayiş, genel yönetim gibi diğer devlet işlerine harcanıyor. Vergi reformu, kamulaştırmalar ve imar rantlarının yerel ve merkezi bütçeye aktarılması ile birlikte bütçenin milli gelir içindeki payının yüzde 45-50 seviyesine ulaştırmayı hedefliyoruz. Bütçeden milli gelirin yüzde 8’ini eğitime, yüzde 6’sını sağlığa, yüzde 20’sini emeklilik ve sosyal yardımlara yüzde 6’sı teşviklere, kalan yüzde 10’u da; asayiş, savunma, yargı, kamu yönetimi gibi devletin normal işlerine ayırmayı hedefliyoruz. Sosyal devlet ve adil bölüşüm ancak böyle sağlanabilir.

Amuran- Kalkınma ve Ekonomi politikalarının dördüncü ayağının “hesap sorma, devri sabık yaratma ve şeffaf yönetim” olduğunu söylediniz. Neler yapmayı hedefliyorsunuz?

Köyatası - Özelleştirmeler, ihaleler, hazine garanti ödemeleri, şaibeli imar planı değişiklikleri gibi tüm konular teker teker incelenecek. Köprü ve otoyollar ile şehir hastanelerindeki garantiler ve elektrik dağıtım şirketleri gibi imtiyaz devrine konu olan özelleştirmeler iptal edilecek. Milletin parasını soyanlardan ve halkın müştereklerini yağmalayanlardan bu paralar son kuruşuna kadar alınıp hazineye gelir kaydedilecek. Birçok belediyede yandaş zengin eden, imar rantları belirlenecek ve bunlar için ek vergi çıkarılacak. Bu vergilerin bir kısmı ilgili yerel idareye, bir kısmı merkezi idareye alınacak. Bundan sonra yapılacak imar planı değişikliklerinden doğan kent rantları ise yandaşlara değil, yerel yönetimler ile merkezi bütçeye gelir olarak kaydedilecek. Ekonominin tüm alanlarında karar alınırken, çağın gereklerine uygun çevre politikalarına ağırlık verilecek. Özellikle doğayı katleden başta altın olmak üzere verilen tüm maden ruhsatları dondurulacak, çevreye, doğaya, su kaynaklarına, tarım alanlarına, ormanlara zarar veren işletmelerin ruhsatları iptal edilecek. Mustafa Kemal Atatürk döneminde olduğu gibi, madencilikte arama faaliyetleri MTA’nın tekelinde, madenleri işleme faaliyetleri de Etibank’ın tekelinde olacak. Taş ocağı ve benzeri madencilikte özel sektör yatırımlarına çevreye duyarlı olmak kaydıyla teşvik verilecek, metal madenleri arama ve çıkarma faaliyetleri tamamen devletleştirilecek. Madenlerin hammadde olarak ihraç edilmesine son verilecek. Madenlerin işlenmesi alanlarında Etibank, teknoloji ağırlıklı olmak üzere, yerli ve yabancı özel sermaye ile işbirliğine girecektir. 

Amuran - Seçim öncesinde diğer muhalefet partileriyle görüş alışverişinde bulunacak mısınız? 

Köyatası - Bizim görüşmeyeceğimiz, ittifak yapmayacağımız kesimler bellidir. AKP ile MHP ile Atatürk ile sorunu olanlarla görüşmeyiz. Biz, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimlerine bağlı olan, Anayasanın ilk 6 maddesine bağlı olan herkesle görüşürüz. 

Amuran - Ekonomideki gelişmeler sürecinde zaman zaman sizden uzman olarak analizlerinizden yararlanmak isteriz. Çok teşekkürler.

Köyatası - Ben teşekkür ederim.

Nurzen Amuran

Odatv.com

  • BIST 100

    9027,88%2,51
  • DOLAR

    32,31% 0,19
  • EURO

    35,08% -0,07
  • GRAM ALTIN

    2278,69% 0,06
  • Ç. ALTIN

    3854,72% 0,00
  • Perşembe 22.6 ° / 10.7 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Cuma 22.9 ° / 9.8 ° Güneşli
  • Cumartesi 24.7 ° / 11.1 ° Güneşli

Balıkesir

28.03.2024

  • İMSAK 05:27
  • GÜNEŞ 06:52
  • ÖĞLE 13:19
  • İKİNDİ 16:49
  • AKŞAM 19:35
  • YATSI 20:54