Hiçbir şeyin üretilmediği kupkuru, ölümcül bir dünya…
Sarı renkten başka rengin olmadığı, her yerinin kum olduğu bu iklim koşullarına göre burada, bu çölde tutunmuş birkaç canlı türünün olduğu bir dünya…
Çöl.
Yaşama tutunacak bir damla suya hasret, kuru bir ağaç, gölgesine sığınacak bir kuru ağacın olmadığı, gündüz kavurucu, yakıcı bir sıcaklık, gece ise dondurucu soğuk bir hava, çok az canlının hayat bulduğu yerler…
X X X
Çöl.
Ülke çöle dönüşüyor.
Tıpkı bir çöl gibi, hiçbir şey üretilmeyen, giderek kuruyan toprak, yok olan göller, geride taşları kalmış dereler, ırmaklar, artık geçilmeyen terk edilmiş köprüler, ormanları yok edilmiş dağlar, tepeler…
“Bir zamanlar” diye başlayan konuşmalar, masala dönüşmüş dünler…Yazarın “önce ekmekler bozuldu” dediği günler geride kaldı, artık her şey bozuldu. Önce toprağı kuruttuk, bereketini aldık, terk ettik, sonra dereleri, nehirleri. Sonra sıra geldi göllere. Birer çöle çevirdik. Sonra mı? Denizlerimizi kirlettik, yok ettik bereketini. Ve bu güzelim Anadolu coğrafyasının bozulmadık, kirletilmedik, kurutup çöle çevirmediğimiz çok az yeri kaldı yaşanacak.
Ülkemizi çöle çevirdik.
X X X
Toplumumuzu da çöle çevirdik.
Her varlık zenginliğimizi, çeşitliliğin verdiği güzellikleri tek tek diyerek, onlarca ırksal ayrıcalığı, yüzlerce düşünsel çeşitliliği yok etmenin acımasız uygulamalarına daldık. Hep ezdik, yok ettik. Ayrı inançta olana, ayrı ırktan olana, ayrı düşünceden olana yaşam hakkı tanımadık, öteledik, acı verdik, kovaladık. Bu güzelim ülkeyi, çeşitlilik zenginliğinden tek’liğin çölüne çevirdik.
Ayrılığın kısırlığına…
X X X
Dünyanın çeşitliliğini yok ettik.
Ülkeyi çöle çevirdik.
Toplumun değişik, başka başka olan zengin insan topluluklarına hoşgörü ile yaklaşamadık, yaşam, kültür ve sanat çeşitliliğini yok etmenin faşist hastalığına yakalandık. Hep yok ettik. Toplumu da çöle çevirdik.
ÇÖLLEŞTİK…