Asap bozan düzenin kanunları neye yarar? Asabımızı daha çok bozmaya yarar!
Hepimiz tehlikedeyiz. Düşüncenin bile cezalandırılacağı ceza hukukuna sürükleniyoruz…
Herkesin görüş edinme ve görüşlerini açıklama hakkı tehlikededir, düşünce suçtur.
13 Ekim 2022 kabul tarihli, 7148 sayılı “Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” TBMM tarafından kabul edildi ve Cumhurbaşkanlığına gönderildi.
“Sansür Yasası” olarak nitelenen bu kötü kanun, sansürdür. Kötülüklerinin en kötüsünden sadece birisi olan bu kanunun TBMM’de çektirilen fotoğrafı, bu yasa yapıcılarını gösteriyor. İnsanları sevmediklerini, iktidarlarını korumak için bu topluma karşı olduklarını bu kanunla kanıtlamışlardır. Değer yargılarından yoksundurlar. Ama çoğunluk olarak ellerini kaldırırlar. Kanunu kabul edenler olarak Mecliste el kaldıranlar “fikir pazarı” dedikleri bu kanun hakkında halkın gerçekleri öğrenme hakkını bilmeyen katkısızlardır.
Asap bozucu düzenin yapıcıları ve sahipleridir.
İktidar partisi bu kanun teklifini “kanunlaştırmakla” asap bozucu bir düzen kurmuştur. Bu düzen, hayalini kurdukları “düzene uygun” zihniyetlerine hizmet eden bir düzenlemelerden sadece birisidir.
Olan bitenler ve yapılanlar bu yüzden hiçbir şekilde şaşırtıcı değildir. Eskiden de böyleydiler. Yaptıkları yapacaklarının teminatıydı. Bazen ileri demokrasi dediler, demokrat göründüler. Bir türlü oldukları gibi görünmeyi dahi beceremediler.
7148 sayılı “Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” hakkında kamuoyunda en çok tartışılan Türk Ceza Kanunu’na 217’nci maddesinden sonra gelmek üzere eklenen “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” başlıklı “217/A” maddesi oldu.
Türk Ceza Kanunu Üçüncü Kısım/Beşinci Bölümde “Kamu Barışına Karşı Suçlar” sayılmıştır.
Bu bölümde yer alan TCK 217. maddesi “Kanunlara uymamaya tahrik” suçudur. TCK’ye 217. Maddeden sonra gelmek üzere 217/A maddesi eklendi. Bu maddeyle yaratılan yeni suç şöyle: “(1) Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. (2) Fail, suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi hâlinde, birinci fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.”
217/A maddesi kamuoyunda en çok tartışılan madde oldu ama vahim olan kanun teklifinin bütünüdür. En vahimi kuşkusuz bu maddedir ve yasayı “sansür yasası” durumuna getirmiştir. Çoğunluk partisine göre dezenformasyon yasasıdır.
“Söz konusu kanun teklifinin mevcut haliyle yasalaşmasının Anayasamıza ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi başta olmak üzere taraf olduğumuz temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelere aykırılık teşkil ettiği kanaatinde” olan Türk Ceza Hukuku Derneği 13 Ekim 2022 tarihli Kamuoyuna Duyurusunda şöyle diyordu:
“Bu bağlamda belirtilmesi gerekir ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüşülmekte olan ve Basın Kanunu ile Türk Ceza Kanunu başta olmak üzere birçok kanunda değişiklik öngören “Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesi ile Anayasamızın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünü zedeleyen hükümler içermektedir. Teklifle Türk Ceza Kanunu’na eklenmesi amaçlanan “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçuna dair hükümde; özellikle ne tür bilgilerin hangi merci tarafından hangi kriterlere göre gerçeğe aykırı bilgi sayılacağı ile hangi fiillerin hangi objektif kriterler çerçevesinde halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçunu oluşturacağı hususunun belirsiz bırakılmıştır. Bu durum, Anayasa’nın 2. maddesiyle teminat altına alınan ve ceza hukukunun en temel prensiplerinden biri olan kanunilik ve belirlilik ilkelerine aykırılık oluşturmaktadır. Avrupa Konseyi’ne üye diğer ülkelerde içerik olarak benzeri bulunmayan söz konusu teklifin bu şekliyle yasalaşmasının, yargı bağımsızlığı konusunda ülkemizdeki yapısal açmazlarla da birleşerek, zaten birçok sorunun mevcut olduğu ifade özgürlüğü alanında daha derin hukuki sorunları beraberinde getireceği açıktır.”
Daha dün ne yapacakları belli olan düzenin zihniyeti olan geçmişin siyasal iktidarın geleceği için hesapladığı bilançodur. Bu hesap çok eskidir, yaşanmıştır.
Buldukları formüle göre “halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak” veya “ülkenin iç ve dış güvenliği”, olmazsa “kamu düzeni” veya “genel sağlık” ile ilgili “gerçeğe aykırı bir bilgiyi” yaymak suç sayılacak. Yeni suç tipine göre artık “kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen” bu gerçeğe aykırı bilgiyi yayan suçludur…
Bilginin bilgi olduğunu, gerçeğe aykırı olmadığını “suçlu” sayılan kişinin ispatlanması mı beklenecek, sanki ispat hakkı yokmuş gibi… Bilginin gerçeğe aykırı olmadığını kanıtlamak kimin işidir? Savcı iddianamesinde gerçeğe aykırı bilginin gerçeğe aykırılığını iddia ederken ne diyecektir? İddiaların temeli ne olacaktır? Mahkeme nasıl bir tespitle veya hangi araştırmayla önce gerçeği sonra gerçeğe aykırılığı delillendirilerek mahkûmiyet veya beraat kararı verebilecek? Öngörülemeyen, belirli olmayan ve kanunilik ilkesine aykırı bir kanun yapmak mıdır amaç?
Türk Ceza Hukuku Derneği ve İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi haklı çıktı, hem de üç yıl sonra… Üç yıl önce düzenlendikleri “Türk Ceza Hukuku Kapsamında İfade Özgürlüğüne İlişkin Güncel Meseleler” (2019) Sempozyumundan sonra yayımladıkları 11.10.2019 tarihli “Sonuç ve Değerlendirme” bugün olacakları gösteriyordu.
Yanılmadılar.
TCHD ne demişti, neler oldu? Aşağıdaki tespitleri üç yıl öncesine dair…
“İnternet özgürlüktür. İnternet deniz feneri gibidir.
Ulusal sınırlara bakılmaksızın ve kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın herkesin ifade özgürlüğünün, özgür haber dolaşımının, bilgi ve fikirlerin elde edilmesinin yolunu aydınlatır.
İnternet; bünyesinde barındırdığı web siteleri ve sosyal medyada tüm kullanıcıların bir arada iletişime geçebildiği, yorum yapabildiği, mesaj, haber ve bilgi gönderebildiği, eleştirilerini paylaşabildiği, satış ve tanıtımların yapıldığı, forum ve tartışma platformlarının yaratılabildiği etkili bir alan haline dönüşmüştür.
Sosyal medya; aktif katılımı sağlayan tartışma ortamı yaratmak, medya içeriğini oluşturmak, yorumlamak ve paylaşmak olanaklarını sağlayan şeffaf ve karşılıklı iletişim kurulabilen dijital ortamdır.
İnternetin sağladığı sosyal medya zemini; kişilerin ifade özgürlüğü hakkı, bilgiye ve habere ulaşma, ulaşılan bilgi ve haberleri yorumlama, tek başına veya topluca görüşlerini ve düşüncelerini açıklama, yayma, herkesle paylaşabilme ve haberleşebilme için vazgeçilmez niteliktedir.
İnternet ve sosyal medyaya yapılan müdahaleler, engellemeler ve sınırlandırmalar milyonlarca bireysel kullanıcıyı etkiler.
Tedbir niteliğinde bile olsa; kullanıcılar arasında paylaşılan içerik nedeniyle erişimin engellenmesi hakkındaki idari ve yargısal kararlar alınması ve bu kararların uygulanması temel insan haklarının ihlaline ve ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasına neden olmamalıdır.”
“Kanunilik ilkesinin esas olduğu demokrasilerde kanuni dayanaktan yoksun olan sosyal medya paylaşımlarından dolayı açılan soruşturma ve kovuşturmalar yoluyla, ifade özgürlüğünü baskılayan, caydırıcılık ve cezalandırma endişesi yaratan, medya yoluyla siyasal görüş ve düşüncelerin açıklanmasını sürekli sınırlandıran ve baskılayan bir ortam yaratılmamalıdır.
Sosyal medyayı kullanan ve yararlanan herkesin ve tüm kullanıcıların ifade özgürlüğüne müdahale niteliğini taşıyan tüm sınırlandırmaların sınırlarını belirleyen ulusal üstü sözleşmelerle tanınmış insan temel hak ve özgürlükleri esastır ve yaşama geçirilmelidir. Temel insan hak ve özgürlükleri kullanılmak için vardır. Ulusal üstü sözleşmeler uygulanmak için kabul edilmiştir. Özgürlükler ve haklar mücadelelerle kazanılmıştır.
Sınırlandırılan bir hak olan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne ve ifade özgürlüğüne yönelik sınırlandırmaların; sınırı olması gerekir ve vardır.
İfade özgürlüğüne yapılan müdahalelerin, yasalarla belirlenmiş kabul edilebilir meşru bir haklı nedene dayanıp dayanmadığı, müdahalenin demokratik toplum düzeni gereklerine uygun olup olmadığı ve ölçülülük ilkesine uygunluğu hakkındaki sınırlandırmalar dar yorumlanmalıdır. Esas olan ifade özgürlüğüdür, sınırlandırmalar istisnadır.
Günümüzde ise sınırlandırmalar esas, ifade özgürlüğü hakkı istisna haline getirilmek istenmektedir.
Yaşadığımız yüzyılda iletişim özgürlüğü basın özgürlüğünün yerini alırken; aynı zamanda halkın gerçekleri öğrenme bilgilenme hakkı ortaya çıktı. Bu nedenle iletişim özgürlüğü ve demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olan ifade özgürlüğünün varlığı ve korunması; özgür, doğru, yaygın bilgi ve haber dolaşımı; düşünce ve kanaatlerin özgürce açıklanması ve yayılması hakkını kabul eden ve bu hakkı koruyan siyasal yapının gerçekleşmesine bağlıdır.
Kitleiletişimaracıylagerçeğeuygunhaberdolaşımınınsuçlanmasıkabuledilemez. İfade özgürlüğü insan temel hak ve özgürlüklerinin omurgasıdır.
Bilgi edinmek, gerçekleri öğrenmek, düşünce ve kanaatlerini açıklayabilmek ve yayabilmek hak olduğuna göre; “doğru ve yaygın haber ve fikirlerin dolaşımını ve yayılmasını” sağlamak devletlerin demokrasi görevidir. Devlet bu hak ve özgürlüğü engellememeli, kullanılmasına müdahale etmemeli veya kısıtlama ve sınırlandırma getirmemelidir.
Özgür haber, bilgi ve fikirlerin dolaşımını engelleyen ve sınırlandıran yasal düzenlemeler yapılmamalıdır. Herkesin görüş edinme hakkı vardır.
Devletler; yaygın, doğru, eğilip bükülmemiş ve saptırılmamış haberlerin, bilgilerin, gerçeklerin ve fikirlerin dolaşımını sağlamakla yükümlüdürler.
Aksi takdirde demokratik siyasal yapı yok demektir. İfade özgürlüğünün temel hak ve özgürlüklerin omurgası olarak kabul edilmesinin asıl temeli budur.
İfade özgürlüğünün var olması ve korunması demek siyasal demokratik yapının var olması demektir.
İfade özgürlüğü saydamlık ve hesap verebilirlik ilkelerinin yaşama geçirilmesinde gereklidir. Saydamlık ve hesap verebilirlik; görüş edinme hakkı ve ifade özgürlüğünün korunmasının, insan haklarından eksiksiz yararlanılmasının ve demokratik hukuk devletinin zeminini oluşturur.
Toplumsal ve siyasal ortama veya sosyoekonomik dengesizliklere, etnik sorunlara, ülke nüfusundaki farklılıklara, daha fazla özgürlük talebine veya ülkenin yönetim biçiminin eleştirisine yönelik olarak ya da devlet yetkilileri veya toplumun bir bölümü için rahatsız edici olsa bile bu yöndeki görüşlerin açıklanması, yayılması, aktif, sistemli ve inandırıcı şekilde başkalarına telkin ve tavsiye edilmesi ifade özgürlüğünün koruması altındadır.
(…) Yazıların, görüşlerin ve sözlerin genellikle cımbızla yöntemiyle içinden seçilen cümlelerin yorumlanmasıyla “devlete sadakat” gibi test ölçütlerine göre yorumlanarak suç yaratılmaması demokrasinin ve hukuk devleti olmanın gereğidir.
Sadece ifade özgürlüğü hakkının korunması değil; özellikle mahkemelerin hukuka aykırı elde edilmiş delillere dayanarak hüküm kurması adil yargılanma hakkının ihlalidir. Dolayısıyla sorun tek başına ifade özgürlüğünün ceza kanunlarına göre değerlendirilmesi yeterli değildir. İfade özgürlüğü hakkının ihlali yargının kendi içinde bulunduğu sorunlardan ayrı bir sorun değildir. Yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığında yaşanan ciddi sorunlar ve yargıya olan güvenin yitirilmiş olması ifade özgürlüğü hakkını doğrudan etkilemektedir. Ceza usul hükümleri ve Türk Ceza Kanunu ile Terörle Mücadele Kanunu uygulamaları karşısında ifade ve basın özgürlüğünün varlığı veya yokluğu yargının sorunları ile iç içe geçmiş adil yargılanma hakkının başat sorununa dönüşmüştür.
(…) İfade özgürlüğüne bağlı olarak toplanma ve gösteri yürüyüşü yapma özgürlükleri, belli bir ölçüde abartmayı, hatta tahrik etmeyi de kapsayabilir. Siyasi iktidarı veya siyasetçileri rahatsız edebilecek, endişelendirecek, hatta şok edecek veya onların belirli düzeyde tepkilerini çekebilecek bazı fikirleri savunmak amacıyla toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılabilir. Barışçıl olarak toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkı, ifade özgürlüğünün yararlandığı yasal ve yargısal kararlardaki benzeri korumadan yararlanmalıdır. Bu hak ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir sonucudur.
Açılan her ceza davasında ifade özgürlüğünün ve adil yargılanma hakkının ne olduğunu ve demokratik hukuk devletinin tartışılmasından vazgeçilmelidir. İnsanların görüş ve düşüncelerinden dolayı yargılandıkları veya aynı görüşü paylaşan insanların yargılandığı ceza davalarında yaratılan suçlamalarla düşman ceza hukukuna kapı aralayanların ceza kanunlarını araç olarak kullanmaları önlenmelidir.
Ceza kanunları siyasi iktidarların cezalandırma aracı değildir, olmamalıdır.
Türk Ceza Kanunu'nun amacı; kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir.
(…) Müesseseniz ama toplumun mevcut düzenine uygun düşüncelere katılmayan, görüşler ive fikri olanlar, mevcut düzene karşı olanlar, muhalifler; devletle çatışma halinde olan tehlikeli kişiler sayılmamalıdır. Onlar için daha az hukuk, daha az demokrasi, daha az hak, daha az adalet, daha çok ceza verilmesi hukuka ve adalete aykırıdır.
(…) Güvenlik adına hak ve özgürlüklerin terk edildiği bir düzen demokratik değildir. Korunacak özgürlük kalmayacağından sadece güvenlik adına hukuktan vazgeçmenin mazereti olamaz.
(…) Kanunlar ve ceza hukuku araç değildir, hukukun amacı insandır.
İfade özgürlüğünü sınırlandıran kanunların ve sınırlandırmaların sınırlarının yorumlanması ve uygulanmasıyla ortaya çıkan sonuçlara göre ceza hukukumuzun düşman ceza hukukuna sürüklenmesi mutlaka önlenmelidir.
Devleti korumanın ve devlete sadakat gösterilmesinin şart olduğunu kabul eden anlayışta olanların bu amaçla devletin her alana müdahale yetkisini genişleten hukuk sistemini yaratmak istedikleri ve hukuku kullanarak yerleştirmeye çalıştıkları düşman ceza hukuku anlayışına izin verilmemelidir.
Düşman ceza hukukuna göre tehlikeyle mücadele esastır. Güvenlik tedbirleri için önleyici hukuk sistemleştirilir. Aslında "tehlikenin tehlikesi" önleneceği için bu amaçla yaratılan düşman ceza hukukuna göre; ortada suç olan hukuka aykırı somut bir fiil, mutlaka bir eylem aramaya gerek kalmaz. Suçun faili somut bir hukuksal değeri ihlal ettiği için değil, tehlikeli olduğu için cezalandırılmaktadır.
Sonuç olarak düşman ceza hukuku sistemleşmekte ve sinsice ceza hukuku içine yerleşmektedir. Böylece yurttaş olmaktan çıkarılarak "tehlikeli" ve "düşman" ilan edilenlerin yaratacağı "tehlikenin" önlenmesi adına herkesin kafasının içindeki düşüncenin dahi cezalandırılabileceği "düşünce ceza hukukuna" dönüşmekte olan ceza hukuku anlayışı kabul edilemez.
Kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırarak düşman ceza hukuku siyasetini benimseyerek ceza kanunlarını araç olarak kullanmak ve kurumsallaştırmak istenen yeni cezalandırma siyaseti çok tehlikelidir. Dünden çok daha önemli hale gelen yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını istemek bağnazlık olmadığı gibi kuvvetler ayrılığının ve hukukun üstünlüğünün gereğidir.
İfade özgürlüğü sürekli tehdit altında tutulmaktan kurtarılmalıdır. İfade özgürlüğü temel hakların omurgasıdır.
Ceza hukuku son çaredir. İnsan amaçtır.
Ceza davaları ve ceza hukuku ifade özgürlüğünün ihlal edilmesinin aracı değildir, olmamalıdır.”
TCHD üç yıl önce böyle diyordu…
Ama artık İnternet özgürlük demek değildir. Kimsenin yolunu aydınlatamaz, ancak hapishaneye giden yolunuzu daha da karartabilir.
İnsan haklarını koruyan ceza hukuku anlayışı terk edilmiştir.
İktidarın zihniyetini korumaya dönük ceza hukukuna dönüşen düzenden adalet beklenmez.
Yaygın, doğru, eğilip bükülmemiş ve saptırılmamış haberlerin, bilgilerin, gerçeklerin ve fikirlerin dolaşımını sağlamakla yükümlü olan devlet artık kanunen cezalandırıcıdır.
Artık adil yargılanma hakkı hiç kalmamıştır, zaten yoktu. Zaten bir dirhem hak ve özgürlüklere bağlanan ifade ve basın özgürlüğünün olmadığı ülkemizde siyasal iktidardan “bir şey istemek” nafiledir.
Örnek göstererek kötülere yol göstermek yoluyla düşmanlığı içselleştirmeyin.
Asap bozan bir düzenin kurucuları tarafından üretilen kanunların nasıl uygulanacağı konusunda verilen örneklerle ifade özgürlüğünü gittikçe fakirleştirmek yerine düzene uygun kafalara karşı mücadele biçimleri üretmek çok daha kıymetlidir.
Alkışlarla protesto; çoğunluk mensubu olanlara karşı etkili bir yöntemdir.
Mahkeme salonlarında bol bol alkışlarla karşılaşılacak mahkûmiyetler duyacaksınız, çünkü yargı bağımsızdır ve hem de tarafsızdır(!)... Hak ve özgürlükleriniz bundan böyle yargıya intikal etmiş ceza davaları olacaktır.
Yargı gerçekleri tespit ve takdir etmeyecek; artık tayin edecektir.
Sansür çok yakında hayata hâkim olacak…Ceza hukuku, artık araçtır.
Artık suçun faili somut bir hukuksal değeri ihlal ettiği için değil, tehlikeli olduğu için cezalandırılacaktır.
Yıllardır insan haklarını koruyan bir ceza hukuku yoktur.
Tehlike suçlarını çoğaltmak yoluyla demokrasi yerine sınırlandırma rejimi, düzene uygunluktur.
Düşüncenin bile cezalandırılacağı düşünce ceza hukuku sistemi hayata hâkim olacaktır.
Siyasal iktidarın izin verdiği ifade özgürlüğü esastır, temel insan hakları artık istisnadır.
Düzenin çok düzenli ayak sesleri, sinir bozucu….
17 Ekim 2022-Av. FİKRET İLKİZ