Zekât?

  Zekât?

ZEKÂT, SOSYAL BİR DAYANIŞMA VE VİCDANî BİR RAHATLAMA VESİLESİDİR?

                Zekât?

 

                Sözlükte ?artma, çoğalma, arıtma, bereket? anlamına gelen zekât, dini bir terim olarak da, belli şartlar altında belirli bir miktar malın muayyen kişilere Allâh rızası için verilmesi demektir.

                Zekât, İslâm´ın beş temel esasından biri olup, hicretin ikinci yılında Ramazan ayından önce farz kılınmıştır. Mali ibadetlerin en başında yer alır. Kur´ân-ı Kerîm´de bir çok âyeti kerimede ve hadis-i şerîfte namazla beraber zikredilmektedir.

Bununla şunu anlıyoruz; İslâm´ın ilk dönemlerinden itibaren belirli seviyede zengin olan Müslümanlar; zekât fikrine alıştırılmış, bu imkanını belli oranda fakirlerin ve toplumun ihtiyacı için harcaması gerektiği, bunun namaz ibadeti kadar önemli olduğu hususu vurgulanmıştır.

                Varlıklı müslümanlar, zekâtlarını muntazam bir şekilde ihtiyaç sahiplerine verdikleri takdirde toplumu huzursuz eden sosyal bir rahatsızlığı tedavi etmiş ve böylece Allâh´ın rızasını ve insanların sevgisini kazanmış olurlar. Herkesin birbirine sevgi ve saygı ile davrandığı, karşılıklı olarak güven duyduğu, kıskançlıkların ortadan kalktığı, sosyal dayanışmanın en güzel bir şekilde uygulandığı huzurlu bir toplum meydana gelmiş olur.

                Yaşadığı ülkenin huzur ve güveni sayesinde kazanıp zengin olan bir insan, biriktirdiği servetin üzerine kapanıp toplumun dertlerine nasıl ilgisiz kalabilir? Onların dertleri ile ilgilenmek varlıklı kimselerin hem görevidir hem de olgun mü´min olmanın ölçüsüdür. Yaşadığı toplumun dertleri ile ilgilenmeyenler hakkında Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur;

                ?YANI BAŞINDA KOMŞUSU AÇ İKEN TOK YAŞAYAN MÜ´MİN, OLGUN BİR MÜ´MİN DEĞİLDİR.? (et- Tergib ve´t Terhib, c.3. s.358).

                Fıkıh terminolojisinde zekât, belirli yerlere sarf edilmek üzere dinde zengin sayılan kişilerin mallarından belli bir payın alınması işlemini ifade eder. Zekât İslâm´ın beş temel esasından biri olup, hicretin ikinci yılında Medine´de farz kılınmıştır.

                Zekât; Müslüman, hür, akıllı, baliğ, borcu ve temel ihtiyaçları dışında artırıcı mahiyetteki nisap miktarı mala malik olan ve bu malik oluşunun üzerinden bir yıl geçen kimselere farzdır.

                Zekâta tabî mallar şunlardır; Altın ve gümüş, madeni ve kağıt para, ticaret malları, toprak ürünleri, bal ve diğer hayvan ürünleri, madenler ve deniz mahsulleri ve hayvanlar.

                Borcu ve temel ihtiyaçları dışında 80. 18 gr. altına veya bu miktar altın değerinde para veya ticaret malına sahip olan bir kimsenin buna malik olduğu günden itibaren üzerinden bir yıl geçtiğinde, bu miktar mal aynen mevcut veya daha fazla ise, bunun zekâtını vermesi gerekir.

                Genel olarak malların zekâtı kırkta bir oranındadır. Ancak tarım ürünlerinde masraflı olup olmamasına göre yirmi de bir veya onda bir oranındadır. Hayvanlarda ise özel olarak hayvanın cinsine göre ayrı ayrı belirlenmiştir.

                Zekât, fakirlere miskinlere, borçlulara, yolda kalmışlara, Allâh yolunda olanlara, kalbi İslâm´a ısındırılanlara esir ve kölelikten kurtulmak isteyenlere verilir. (9. Tevbe Sûresi, 60. Âyet).

                Zekâtın Dindeki Yeri ve Önemi?

                Zekât mâli durumu müsait olan mükellef Müslümanın, karşılığı Allâh´tan bekleyerek fakirlere yardım elini uzatmasıdır. Hikmeti, toplumda sosyal ekonomik dengeye katkıda bulunmaktadır. Çünkü İslâm dini, belli bir insan grubunun değil, bütün insanların mutluluğunu hedef alır. Bunun için de malî destek ve paylaşımla, servetin geniş tabana yayılmasını gerekli görür. Yüce Allâh, ?ONLARIN MALLARINDA MUHTAÇ VE YOKSULLAR İÇİN BİR HAK VARDIR? buyurarak, zekâtı İslâm´ın temel ibadetleri arasına koymuştur.

                Dinimiz, fakirle zengin arasındaki servet farkından doğabilecek rahatsızlıkları önlemek ve bu iki grup arasında saygı ve güveni sağlamak amacıyla zekâtı farz kılmış, zekât dışındaki yardımlaşmaları da teşvik etmiştir. Allâh, ?Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve onlar için duâ et. Çünkü senin duâ´n onlar için sükûnettir (onları yatıştırır). Allâh işitendir, bilendir? buyurmuştur.

                Sonuç olarak; Zekât, dinen miktarı belirlenmiş malın, senede bir defa zenginlerden alınarak fakirlere, mûlkiyetlerine girecek şekilde verilmesi olayıdır.

                Zekât bir bakıma dinî bir vergidir. Müslüman topluluğu arasında sosyal adaleti kurmaya, sevgi, saygı ve kardeşlik bağlarını pekiştirmeye kötülükleri gidermeye sınıf farkını kaldırmaya zenginle fakir arasındaki uçurumu kapatmaya yönelik malî bir ibadettir.

                Dinde yeri, bedendeki omurga mesafesindedir, Zekâtın sağlıklı işlemesi imana dayanır.

İslâm, devleti zenginlerden zekât vermeyenleri tesbit ettiği takdirde gereken müdahaleyi yapar ve böylece fakirlerin hakkını koruma cihetine (yönüne) girer.

                Zekâtı Anlamak?

                Zekât, sosyal bir dayanışma ve vicdanî bir rahatlama vesilesidir. Zekât kazancımızın rahatlama vesilesidir. Zekât kazancımızın bereketlenmesi ve farkında olunmayan bir vesileyle kirlenmiş olan malımızın temizlenmesidir. Kişinin kendi alınteri üzerinde fakir ve yoksul kardeşlerinin hakkının olduğunu kabul etmesi ve gönül rızasıyla paylarını çıkarıp vermesi elbette büyük bir özveri ve vicdan muhasebesidir. Fakir ve yoksul insanların, kendilerini mallarına ortak eden zengin Müslüman kardeşlerine karşı güven ve itimat beslemeleri toplumdaki sevgi ve güveni arttıracaktır. Zenginin fakire zekât vermesi aslında bir minnet de değildir. Zira kişi zekât nisabına ulaşan malından Müslüman kardeşine pay ayırmak zorundadır. Bu nedenle de Kur´ân-ı Kerîm´de: ?ZENGİNLERİN MALLARINDA MUHTAÇLAR VE YOKSULLAR İÇİN BİR HAK VARDIR.? (51. Zâriyât Sûresi, Âyet. 19) buyurulmaktadır.

                Herhangi bir insana karşılık beklemeden sırf Allâh (c.c.)´ın rıza ve sevgisini kazanmak niyetiyle yardım etmek en yüce manevî yardımlardandır. Bu manevî hazza ulaşmamış insanın maddî fedakârlıkta bulunması düşünülemez. İnsanın nefsini kuşatmış olan cimriliği aşabilmesi ancak veren el olmasıyla mümkündür.

                Zekât malı azaltmaz, bereketlendirir. Bu nedenledir ki, Hz. Peygamber (s.a.v.) yoksul bir sahabi olan Hz. Bilal´e ?Ver ey Bilal! Arşın sahibinin azaltacağını sanma? (cem´ûl Cevâmi´ hd. 4584; Hilyetü´l-Evliya, 2, 280; Mecmeü´z- zavaid, 3, 126) buyurmuştur.

                Zekât ibadeti?

                Zekât, İslâm dinindeki özel anlamıyla ?BELLİ BİR MALIN BELLİ BİR MİKTARINI, İBADET NİYETİYLE BELLİ KİMSELERE VERMEK? demektir.

                Zekâtın, farz oluşu, kitap (Kur´ân-ı Kerîm), Sünnet ve İcma (bütün İslâm müctehidlerinin görüş birliği) ile sabittir.

                Beş ayrı âyette (2. Bakara Sûresi, Âyet. 83, 110; 4. Nisâ Sûresi, Âyet. 77; (22. Hacc Sûresi. Âyet. 78; (73. Müzzemmil Sûresi, Âyet. 20) yer alan ?NAMAZI KILIN, ZEKÂTI VERİN? emri, namaz gibi zekâtın da farz oluşunun Kur´ân´daki delilidir.

                İslâmın bu ibadetle verdiği önemi dile getirecek şekilde zekât terimi, Kur´ân´da yukardaki yazılanlardan başka 28. yerde daha zikredilmektedir.

                Zekâtın farz olduğuna ve önemine delâlet eden pek çok hadis-i şerîf vardır. Mesela, İslâmın beş temel esas üzerine kurulduğu ifade buyurduğu hadisinde Hz. Peygamber, zekâtı bu temel esaslar arasında zikretmiştir. (Buhârî, İman, 1.)

                İslâm´da Zekât?

                Dini terim olarak nisaba ermiş (zengin sayılma barajını bulmuş) bir malın ya da nakit paranın Kur´ân ve Sünnet ile belirlenmiş nisbetini belirli zamanda fakir ve muhtaç olan Müslüman fakirlere Allâh´ın rızasını dileyerek vermektir.

                Zekât Dağıtılırken Öncelik Kimlere Verilir?

                Zekât, fitre, adak, kefaret ve benzeri vecibeleri yerine getirirken şu sıraya dikkat etmekte yarar vardır:

                a) Fakir olan erkek ve kızkardeşler.

                b) Fakir olan kardeş çocukları.

                c) Fakir olan amcalar ve teyzeler.

                d) Fakir olan dayılar ve teyzeler.

                e) Fakir olan dayı ve teyze çocukları.

                f) Ana ve baba tarafından diğer uzak hısımlar.

                g) Yakın ve uzak komşular, iş ve meslek arkadaşları.

                h) Sonra da oturduğu şehir veya kasabadaki diğer fakirler.

                Zekâtın Faydaları?

                Zekâtın faydalarından bir kısmını şöyle hülâsa edebiliriz:

                * Zekât, insanı ihtiraslarından kurtarır, iyilik yapmaya alıştırır, şefkat hislerini yükseltir ve kemâle erdirir.

                * Zekât, Cenâb-ı Hakk´a karşı mâlî bir şükür olmakla, malın artmasına vesile olur ve insanı Allâh´a yaklaştırır.

                * Zekât, fakir ile zengin arasında bir ahenk tesis eder. Fakirde kıskançlık duygularını yok eder. Fakiri zengine dost eder.

                * Zekât, ictimâ-i (sosyal) dengeyi sağlar, malın faydasız şekilde elde tutulmasını önler. Cemiyet fertlerini birlik ve beraberliğe sevk eder ve cemiyeti temizler.

                İslâm´ın Köprüsü Zekât?

                Allâh-u Teâlâ (107. Mâûn Sûre-i şerif´inde ?KILDIKLARI NAMAZLARINDA GAFİL olanların riyâkâr oldukları´nı beyan ettikten sonra, bu gibi kimselerin, insanların iyiliğene olan bütün hayırlara engel olduklarını da açıklıyor ve şöyle buyuruyor:

                ?Zekâtı da menederler.? (107. Mâûn Sûresi, Âyet. 7).

                İhlâsla ibadet etmedikleri gibi, insanlara iyilik de etmezler. Kendileri zekât vermedikleri gibi, başkalarının vermesine de mâni olurlar. Çok cimri oldukları için en ufak bir yardımı dahi insanlardan esirgerler. Halktan birine yararı olacak bir şeyi ödünç bile vermezler.

                Âyet-i kerime´de geçen ?MÂÛN? yardım etmek mânasında da anlaşılmıştır.; en üstün derecesi zekât, en aşağı da kişinin konu-komşusuna ödünç verdiği şeylerdir.

                Abdullah bin Mesud ?radiyallahu anh buyurur ki:

                ?Biz Resulullah- sallallahu aleyhi ve selem ? zamanında tencere kova gibi eşyaları âriyeten (ödünç olarak) vermeyi (mâûn sûresinde geçen) yardım olarak ?MÂÛN SAYARDIK.? (Ebu Dâvud: 1657)

Zekât İslâm´ın köprüsü´dür, bu köprüden geçmeyen kurtuluşa eremez.

                Zekâtın Sosyal Yönü?

                Zekâtın müteaddi (Birkaç tane olan, birden fazla olan, çok, birkaç.) ibadet olduğunu bilmek gerekir. Yani zekât veren kişi sevap kazanır ama alan kişi veya kişiler ihtiyaçlarını giderirler. Bunun aksi olursa, zekâta müstehak olan kişi veya kişiler ihtiyaçlarını gideremezlerse, bunun vebali, farz olduğu halde zekâtını vermeyen kişilere yüklenir.

                Zekât: İslâm ekonomisinin bel kemiğidir. Bir ülkede yönetim, bu ibadetin yerine gelmesi için çalışmak mecburiyetindedir. Bu imkanın olmadığı hallerde müslümanlar zekatlarını aynı ciddiyet ve disiplin içersinde vermek zorundadırlar.

                Zekât: Toplumlarda, sosyal barışı, sağlayan çok önemli bir ibadettir. Malın belli insanlar elinde toplanmasını önlemek, huzuru artırır. Allâh her şeyi mükemmel yapar.

                Zekât: Zengin daha zengin, fakirin de daha fakir olmadığı, adil gelir dağılımı ve paylaşımının söz konusu olduğu bir sisteme ortam hazırlar.

                Vergi Zekâtın Yerine Geçer Mi?

                Zekât; Bir malın belirli bir bölümünü, belirli bir zaman geçtikten sonra müslüman olan fakire vermek demektir.

                Zekât; Dinen zengin sayılan müslümanlara farzdır. Borcundan ve zaruri ihtiyaçlarından sonra, 80. 18 gr. altını veya bu miktar altın değerinde ZARURİ İHTİYAÇLARINDAN FAZLA MALI YAHUT PARASI OLAN KİMSELER, DİNEN ZENGİN SAYILIR.

                Zekât ve fıtır sadakasının sarf yerleri Kur´an-ı Kerim´de ?Sadakalar (zekâtlar) Allâh´tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, (zekat toplayan) memurlara, gönülleri (İslâm´a) ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allâh yolunda çalışıp cihad edenlere, yolcuya mahsustur. Allâh pek iyi bilendir, hikmet sahibidir.? (9. Tevbe Sûresi, 60. Âyette) buyurulmaktadır.

                Zekât ve fıtır sadakasının sayılan bu yerler dışında sarf edilmesi dinen caiz değildir. Ancak aldıkları zekât veya fıtır sadakalarını ayrı bir fonda toplayıp bunu yalnızca yukarıda sözü edilen yerlere sarf ettikleri bilinen ve kendilerine her bakımdan güvenilen kimseler eliyle yönetilen dernekler ve kurumlara, zekât ve fıtır sadakası verilmesinde dinen bir sakınca yoktur.

                Vergi ise; Devletin kamu giderlerini karşılamak üzere kişilerden yasal olarak karşılıksız aldığı parasal değerlerdir.

                Vatandaşlarımızın haklarını korumak, can ve mal güvenliklerini sağlamak, eğitim, kültür, sağlık, ulaşım, enerji vs. hizmetler karşılığında vergi almak devletin hakkı, vergi ödemekte mükellef olan her vatandaşın görevidir.

                Bu itibarla, zekât ile vergi; teşri kaynağı, icab esası, hedef, gaye, nisbet, miktar ve harcanacağı yerler bakımından birbirinden farklıdır. Bu durumda devlete ödenen vergiler, nihayetinde dolaylı yollarla, vatandaşa hizmet olarak geri döner. Bu nedenle zekât yerine geçmez. Zekâtın ayrıca verilmesi gerekir. Diğer taraftan vergi kârdan alınır, zekât ise, Kâr artı sermayeden verilir.