… HERŞEY BİR MEKÂN İÇİNDE

… HERŞEY BİR MEKÂN İÇİNDE

TÜRKLERİN İSLÂMİYETE HİZMETLERİ…

Cömertlik olmayınca malın, vefâ olmayınca arkadaşlığın hayrı olmaz.

                                                                                                 Ahnef bin Kays

                … HERŞEY BİR MEKÂN İÇİNDE

Nakış nakış yağan karın,

Yeri asuman içinde.

Ötelere gebe yarın,

Yaşanılan an içinde.

                                Damlaydık tufana döndük,

                                Çamurduk insana döndük,

                                Cihandan cihana döndük,

Zaman var zaman içinde.

Ümit atına binerim,

Güneş elimde fenerim,

Dünya döner ben dönerim,

Daim imtihan içinde.

                Kervan yoldadır, izdedir,

                Alıp verenler bizdedir,

                Çok dalga bir denizdedir,

                Nehirler umman içinde.

Yağmur yağmur sevgiyle dol,

Hakk’a çıksın gittiğin yol,

Ateş varsa İbrahim ol,

Yanacaksan yan içinde.

                Gecelere doğmuş Bedir,

                Gün bilene gece nedir?

                Dünya aşka pervanedir,

                Can dolanır, can içinde.

İyiye olmalı niyet,

Doğan toprağa nihayet,

Yerler-gökler âyet âyet,

Kainat insan içinde.

                                                Orhan Orgarun

TÜRKLERİN İSLÂMİYETE HİZMETLERİ…

                Müsteçriklerden ve Türkiyatçılardan:

                “Eğer Türkler’in himmeti olmasaydı. İslâm medeniyeti o kadar yükselemez o derece geniş iklimlere yayılmazdı” der. (*) (Birinci Türk Tarih Kongresi, Sf. 289).

                Bütün ömrünü vererek on ciltlik “İSLÂM TARİHΔni yazan İtalyan tarihçi Leon Kaetano da der ki:

                “Çölden yeni bir din çıkaran Araplar, çok geçmeden o dini, başkaları (YANİ TÜRKLER) ellerine aldıktan sonra yine çıktıkları çöle çekildiler.” (*) (Leon Kaetano İslâm Tarihi, C. 3.).

                Bu vesileyle Haçlı Seferlerinde, Türk’ün oynadığı mühim rolleri kaydetmeden geçemeyiz.

                Türk’ün İslâm Âleminde üç siyasi safha geçirdiği görülür. 2 ve 3’üncü safhada İslâm dinine ve dolayısıyla da kültürüne hizmet ettiği inkâr edilemez.

                Birinci Safha, mukavemet safhasıdır. Müslüman Araplar’ın taarruzlarına koskoca İran devleti dayanamıyarak çöktüğü halde, Türkler, büyük devlet yekpareliğinden mahrum, feodal prenslikler halinde olmalarına rağmen bu taarruzlara, iki asır mukavemet etmişlerdir. Bazı şehirlerin defalarca verilip alındığı oluyordu, İslâm dinini kabul ettikleri halde bile istikballerini muhafaza ettiler. Zaten istiklallerini korumak için İslâm ahkâmının kendi ananelerine de daha uygun düştüğü için, MÜSLÜMAN OLMUŞLARDIR.

                Müslüman olmaları hasebiyle kendilerinden CİZYE ALINMAMASI Emevi Hükümdarlarınca emrolunca gelirin düştüğünü gören vali, vergi alınması için teşebbüse geçer ve Halife Ömer İbn-il- Aziz’e müracaatla: “Cizye alınmadığı için Türkler akın akın Müslüman oluyorlar amma, bakalım sünnet oluyorlar mı” diye yazar.

                Halife cevap verir:

                “ Allah (c.c.) Peygamberimizi (s.a.v.) hidayete davetçi olarak gönderdi: Sünnetçi olarak değil.” (*) (Coorci Zeydan: Medeniyet-i İslâmiye Tarihi, C. 2. S. 22-28).

                İkinci safha, ırkî nüfûz safhasıdır. Bu safha, Emevileri deviren (750) ihtilâl ile başlar. Emevilerin yıkılışıyla Abbasi Devleti’nin merkezi olan Bağdat şehrine Türkler, kütle halinde gelirler. Halifelerin hassa alayları Türk’lerden teşekkül edince devletin bütün nüfûzu Türk’ün eline geçmişti. Öyle ki halifeler, askerlere sadakat göstereceklerine yemin eder olmuşlardı.

                Türklerin devlet halindeki durumuna gelince: İlk büyük Türk Devleti SAMANOĞULLARI tarafından kuruldu (874-999). Bu devletin dedesi olan Saman Yavgı, Belh’liydi. Oradaki büyük mâbedin başbuğuydu. Dört torunu, Halife Me’mun zamanında Mâvera ünnehir vâliliklerine tayin olundular.

                İkinci büyük Türk Devleti olan ilkhanlar (Karahanlılar) (932-1212) Orta Asya’da Türkistan’da hüküm sürdüler.

                Üçüncü Türk Devleti, Gazneliler (962-1183). Afganistan’a ve Hindistan’ın şimâl-i garbisine (kuzey batısına) yani Pencab’a hâkim oldular. Bunlardan Mahmud Gaznevi ilk defa sultan ünvanını aldı. Onun devrinde payitaht olan Gazne, en parlak bir mâmureye ve en yüksek bir medeniyete merkez olmuştu. Hindistan’daki Müslümanlık ve hâlâ yaşayan mimârî eserler bu Türkleri hatırlatır.

                Üçüncü safha, devlet hâkimiyeti safhasıdır. Nihayet Büyük Selçuklular Devleti (1040-1171), tamamen İslâm âlemine hakim oluyor. İlk üç Türk devleti, hep Orta Asya’da, Türkistan’da Hindistan Şimalinde (kuzey) ve İran’da idiler. Selçuklular’la Türk devleti garba (batı)ya uzandı; Irak alındı ve Akdeniz’e inildi. Artık bütün Asya Müslüman âlemi tek bir devlet haline geldi.

                Zayıf ve bitkin olan Abbasi devletinin halifesi Selçukluların ilk hükümdarı Tuğrul Bey’den yardım istedi. Bu ordu ile gelip Bağdat’ı zapteden Tuğrul Bey, kendisini orada sultan ilân eder.

Halife ona iki taç verdi. Bu iki taç, onun iki iklimede, yâni mağrib ve meşrike de sultan olduğuna delâlet ediyordu.

                Tuğrul Bey, dinî ve fikrî bir mahiyet olan halifelik sıfatını kabul etmedi. O sıfatı halifede bırakarak kendisi halifenin kızı Seyyide ile evlendi. Tuğrul Bey’in halefi Alpaslan’ın 1071 Malazgirt meydan muharebesinde kendisinin ordusundan on misli fazla olan Bizans ordusunu mahvederek esir alması İslâm âleminin büyük bir zaferi olmuştu. Bundan sonra Büyük Selçuklu Devleti’nin ayrı bir kolu halinde kurulan Anadolu Selçuklu Devleti (1077-1308), ilk hamlede merkezi İznik’te kurdu.

                Bütün Hıristiyan Avrupa’nın milyonluk ordularla körpe Anadolu Selçuklu Devleti üzerine yüklenmesi ile Haçlılar muharebeleri başlıyor. Roma devleti hakkında yazdığı bir eserinde meşhur İngiliz tarihçi Gibbon, Haçlı Seferlerinin izahına şöyle başlar: “TÜRKLER TARAFINDAN KUDÜS’ÜN ZAPTINDAN 20 SENE SONRA, Pier Lermit nâmında bir papaz, artık Bizans İmparatorlarından ümidini kesmiş, bütün Avrupa cengâverlerini toplayıp harekete getirmiş oluyordu.” (*) Ednoard Gibbon, Histoire de le decandence et dela chute Romain, C. 2, Sf. 639).

                1096’da Pier Lermit’in milyonluk sürüsü Anadolu’ya geçer geçmez, Türkler tarafından tamamen kılıçtan geçirildi. Ertesi sene altıyüzbinlik Haçlı ordusu karadan ve gölden yüklenerek İznik’i zaptediyor. Yedi hafta devam eden bu mücadelede Türkler mukavemet imkânı olmadığını görerek bu şehri, müttefikleri olan Bizanslılar’a bırakarak çekildiler. Anadolu’dan geçerken harb ede ede yoluna devam eden 600.000’lik ordu, Kudüs’ü alırken 50.000’e düşmüştü.

                Kudüs Hıristiyan Krallığı kuruldu; Suriye Selçuklu Devleti ortadan kaldırıldı; Şam, Antakya, Halep, Urfa, bu krallığın hinterlandı oldu. Batıdan boyuna gelen kuvvetlerle bu krallık besleniyordu. Fakat bu krallık yarım asır bile yaşamadı. Türkler dört taraftan harekete geçmişlerdi.

1140’da Urfa kurtarıldı. Bütün Avrupa yeni baştan çalkalanıyor. Almanya İmparatoru ile Fransa kralı, iki büyük ordu ile Anadolu’ya geliyor: hepsi mahvoluyor, iki hükümdar yalnız maiyet hizmetleriyle dönebiliyordu.

                1187’de Türkler Kudüs’ü de geri aldılar. Artık Avrupa buna tahammül edemiyor, büyük hükümdarlar seferi başlıyor. Deniz ve karadan başlayan yeni Haçlı Seferi, İngilizlerin Aslan Yürekli Rişar’ı, Almanlar’ın Fredrik Barbaros’u, Fransızların Lui Filip’i kumandasında idi. Fakat Kudüs’ü alamadılar. Fransız kralı hastayım diye döndü. Aslan Yürekli Rişar dişlerini gıcırdatarak avdet etti. Kırmızı sakallı Fredrik ise Silifke çayında öldü. Alınan bir Akkâ kalesine mukabil olarak bütün Haçlı orduları mahvolmuştu.

                Papa, Kudüs mutlaka alınmalıdır diye tepiniyordu. Artık krallar onu dinlemez oldular. Ama şövalyeleri hareketlendirdi. Bu şövalyeler ordusu, İtalyan Bonifas’ın umum kumandanlığında toplandı, Papa onlara Anadolu üzerinden gitmemelerini denizden hareketle Kudüs’ü işgal etmelerini tavsiye ediyordu. Şövalyeler ise ne Papa’yı dinlediler ve ne de Kudüs’e gittiler. Bizans’ı aldılar. Papa istediği kadar aforozlarına devam ede dursun, bunlar Bizans’ı tahrip ve yağmadan geri kalmadılar.

                Nihayet İtalya’yı da elinde bulunduran Alman İmparatoru Frederik’in Türkler’le harp edeceği yerde ticaret müzakelerine girişti. Papa’nın ona aforoz tufanı yağdırmasına vesile oldu, Frederik, Papa’sız tacını giyiyor, artık Papa’ya ihtiyaç duymuyordu. İtalya’ya dönünce Frederik, Papa’yı ülkesinden kovdu. Afarozu kaldırttı. Artık yalnız Haçlı Seferleri değil, aforoz mûessesesi de iflâs etti.

                Bundan sonra yapılan Haçlı seferleri tamamen Hıristiyanların aleyhine neticelenmiştir. İngiliz tarihçisi Gibbon, Haçlı seferlerine ait yazdığı tarihî şu satırlarla bitirir:

                “… Türklerle Hıristiyanlar arasında bu kadar uzun zamandır yapılan boğuşmalar neticesinde, Hıristiyanlar hezimetle tard edildikten sonra oralarda hazin ve ıssız bir sükut hüküm sürüyor.” (*) (Histoire de la decendence et de la chute L’Empire Romain, C. 2, Sf. 700).

                1096’dan 1270’e kadar süren bir boğuşma olmuştu bu. Eğer Türkler olmasaydı Haçlılar çoktan her şeyi ve İslâm dinini silip süpüreceklerdi. Ama karşılarına Türk çıkınca, kendileri silinip süpürüldü ve İslâm âlemi böylece kurtulmuş oldu.

                Bu haçlılar seferinde batının istifadesi, 50 seneye yakın kaldıkları Kudüs’te olmuştur. Kudüs’ü alan Haçlılar, sayısız Müslümanlar’ı katletmişler ve adedi belli olmayan birçok İslâmi eserleri imha etmişlerse de, işgalin verdiği sarhoşluk geçince kıyıda köşede buldukları Arapça yazmaları tercümeye koyulmuşlardır.

                Bundan başka yıkanmayı, gömlek giymeyi ve daha birçok medenî İslâm âdetlerini burada görmüşlerdir. Bu görenek ve tercüme hareketleri az olmakla beraber, batılıların bundan istifade etmesine yardımcı olmuştur…

                Kur’ân Ne Diyor?

                “De ki, O Allah birdir. Allah Samet’tir (Hiçbir şeye muhtaç değildir. Her şey O’na muhtaçtır).

O doğurmamış ve doğmamıştır. O’nun hiçbir dengi yoktur.” (112. İhlâs Sûresi, Âyetler/ 1-4)