Tarih: 27.11.2020 01:03

TÜRKLERİN İSLÂM MEDENİYETİNE KATKILARI…

Facebook Twitter Linked-in

Rabbinin sana ihsanı nerede, senin ona ettiğin kulluk nerede?

                                                                  Atâullah İskenderî

                … EY RESÛL EY SEVGİLİ

Her gece özlemin yağdı gönlüme,

Yıldızlar gözyaşı sağdı gönlüme,

Sevgin güneş gibi doğdu gönlüme,

                                Muhabbetle dolup taştım ey Resûl,

                                Bir ömür peşinden koştum ey Resûl!

Sen gittin dağların hâli kalmadı,

Nehirlerin hiç mecali kalmadı,

Dünyanın tutacak dalı kalmadı,

Kur’ânın yoluna düştüm ey Resûl,

Bir ömür peşinden koştum ey Resûl!

Hicran ateşiyle yanıp kavruldum,

Sarı çölde kumlar gibi savruldum,

Gül dalına tutunarak doğruldum,

Aşkınla çağları aştım ey Resûl,

Bir ömür peşinden koştum ey Resûl!

Adına hayrandır sema ve zemin,

Salat Sana, selâm Sana El’emin.

Mevlâ’mızın “Rahmetenlil âlemin”

Muştusuyla öyle taştım ey Resûl,

Bir ömür peşinden koştum ey Resûl!

Hasretinle yüreğimi dağladım,

Kâbe’yle diz dize verip ağladım,

Senin gül yüzüne ümit bağladım,

Ne yanıldım ne de şaştım ey Resûl,

Bir ömür peşinden koştum ey Resûl!

                                                    Orhan Orgarun

         TÜRKLERİN İSLÂM MEDENİYETİNE KATKILARI…

          İslâm medeniyetine kuşkusuz her toplumun katkıları vardır. Ancak en büyük katkıyı yapanların Türkler olduğunu söylemek hiç de yanlış olmayacaktır.

         Mîlâdî X. asırla birlikte İslâm’a girmeye başlayan Türkler, İslâm medeniyetinin neredeyse tüm alanlarında hizmet üretmişlerdir. Bilim, sanat, edebiyat ve mimari alanlarında eseriyle dünyanın tanıdığı Türk sanat ve bilim adamları sayılsa sadece isimleri sayfalara sığmazdı.

Mimar Sinan’ın camilerini yüzyıllardır adı dillerden düşmeyen Yunus’un şiirlerini; Mevlanaları yetiştiren Anadolu mutasavvıflarını; Fârâbîler, Ali Kuşçuları, Bîrûnîleri yetiştiren medreseleri bilmeyen yoktur. Yüce Kur’ân’ın en güzel şekilde yazıldığı şaheserleri meydana getiren hattatları; dinledikçe içimizi titreten TEKBİRİ besteleyen Itrîyi de unutmamak gerekir.               

Türkler’de Haysiyet Anlayışı..

                Tarihin derinliklerine doğru uzayıp giden millî hayatlarında Türklerin çeşitli dinleri tanıyıp benimsediklerini çok iyi biliyoruz. Bu dinlerin bir çoğu insanı âtıl ve hareketsiz kalmaya, dünyadan el çekip münzevî bir hayat yaşamaya zorluyordu. İslâm dini ise, iki hayatı birbirine eşit tutuyor, ahiretin dûnyada iken kazanılacağını ileri sürerek, dünya hayatına daha çok önem veriyor, günlük yaşayışın her ânıyla yakından ilgileniyordu.

                Müslüman-Türk’ün millî hayatında en bâriz bir şekilde parlayan ve onun millî bünyesine pek uygun düşen bir ahlâk ilkesi de İslâm’ın öğrettiği vakar ve ağır başlılıktır. Cemaatle namaz kılmaya başlanmış bile olsa, Câmiye gelirken koşup acele etmemeyi, vakar ve sükûneti elden bırakmamayı tavsiye eden (Buharî, Ezan, 21) bir peygamberin ümmeti olmaları itibariyle Müslüman-Türkler, ciddiyet ve temkini, hayatlarının her safhasında Millî-Dinî bir haslet halinde muhafaza etmişlerdir.

                Avrupalılar, kendi hayatlarına hâkim olan lâubâliliğe Türklerde tesadüf etmeyince çok şaşırmışlardır. Türklerin nâdir güldüğünü, konuşmalarının çok ciddi olduğunu, maksatlarını gayet az sözle anlattıklarını hayretle müşahede etmişler ve bu hâlin onların millî seciyesini teşkil ettiğini söylemişlerdir.

                Türklerin öz yapılarında ciddiyet ve vakar vardır. Bir de buna Kur’ân-ı Kerîm’in çeşitli vesilelerle telkin ettiği: “ALLAH’IN HAS KULLARI ONLARDIR Kİ, YERYÜZÜNDE SÜKÛNETLE, VAKARLA YÜRÜRLER.” (25. Furkân Sûresi, Âyet/ 63) şeklindeki ahlâk esasları eklenince daha ağırbaşlı oldular. Zaten hadîs-i şerîfler de, Peygamber efendimizin (s.a.v.) hiçbir zaman kahkaha ile gülmediğini belirtiyordu. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin en yakını, hanımı Hz. Âişe bunu şöyle ifade etmişti:

“BEN RASÛLULLAH (S.A.V.)’ı küçük dili görünecek şekilde kahkaha ile gülerken görmedim” (Buharî, Edeb, 68) Rasûl-i Ekrem de Müslüman-Türkler için yeğane hayat nümûnesi olduğuna göre, başka türlü bir davranışta elbette bulunamazlardı.

                Müslüman-Türklerin Çalışmaya Verdiği Önem..

                “Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” (53. Necm Sûresi, Âyet/ 39) Dûsturuna gönülden inanan atalarımız, bir ibâdet vecdi içinde durmadan çalışırlardı. Türkiye’de hemen hemen herkes ticâret, çiftçilik, ilim veya san’atla ilgili belirli bir meslekte çalışırdı. Bir meslek sâhibi olmak herkesin en şerefli bir görevi sayılırdı. Padişahlar bile bir san’at öğrenmek zorunda kalırlardı.

                Padişahlardan sırasıyla; I. Mehmet, yay kirişi yapardı. Fatih Sultan Mehmet, meraklı bir bahçıvandı. Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman, kuyumculukla uğraşırlardı. III. Murat, okbaşı yapardı. III. Mehmet ile I. Ahmet, kaşık ve okçuların parmaklarına taktıkları yüzükleri yaparlardı.

                III. Ahmet ve II. Mahmut, mükemmel bir hattattılar. I. Mahmut, abanoz ve fildişinden kürdan yapardı; kuyumculuk sâhası’nda eserleri ise muhteşemdi. III. Osman marangozlukta usta idi.

III. Mustafa’nın şâhâne bir atölyesi vardı. Bu atölye emrindeki memurlarla birlikte para basardı.

I. Abdülhamid, ok ve yay yapmaya meraklıydı. Kendi eliyle insanı hayrette düşürecek mükemmellikte yay ve oklar yapardı. III. Selim, kadınların kullandığı ince kumaşlar üzerine desenler yapardı ve

II. Abdulhamid ise ince marangozlukta pek mâhirdi.

                Boş zamanlarında kuyumculuk yaptığını söylediğimiz ve zamanı, huzur ve bolluk devri olan

I. Mahmut, yaptığı eşyaları sattırır ve bunlarla ufak-tefek ihtiyaçlarını temin ederdi.

Yine bir gün yaptığı eşyaların içine dalmış çalışırken, vezirlerinden biri yanına yaklaşır ve;

- “ŞEVKETLİM, MİLLETİN HAZİNESİ SİZİN DEMEKTİR. NİÇİN BÖYLE UĞRAŞIP KENDİNİZE ZAHMET İDERSİNİZ?” deyince.

Padişah vezirine şöyle çıkışır; - “BİRE NE YABANA SÖYLERSİNİZ. MİLLETİN HAZİNESİNİ, MİLLETİN HİZMETİNE SARF ETMEK GEREKİR. SÂNİYEN, İNSAN OLANA DURMAKTAN ÇALIŞMAK GEREKTİR. İNSANIN ÇALIŞIP ALINTERİ DÖKEREK KAZANDIĞI PARANIN ZEVKİ BAŞKADIR. İÇİNDE ALINTERİ, GÖZ NÛRU BULUNAN kazanç Helâl olur. Tadı, beti-bereketi olur.” der.

                Kur’ân Ne Diyor?

                “Allah içinize ve dışınıza nimetlerini bol bol sermiştir…” (31. Lokmân Sûresi, Âyet/ 20)




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —