Tarih: 09.10.2020 09:11

… YAVAŞ YAVAŞ

Facebook Twitter Linked-in

… YAVAŞ YAVAŞ

Azrâil, başına geldiği zaman,

Kırılır ayakla kol, kol yavaş yavaş.

Mevlâm nasip etsin din ile iman,

Akar gözlerden sel, yavaş yavaş.

                Yüksek uçan gönül, yorulur birgün,

                Ölçü terazi, kurulur birgün,

                Herkesin yaptığı, sorulur birgün,

                Döner mi, yâ Rabbî, dil yavaş yavaş.

                               Hep nefsine uydun, tevbe etmedin,

                               Her bulduğun yidin, şükretmedin.

                               Nihayet, bu kara toprağa geldin,

                               Çekilir dünyadan el, yavaş yavaş.

                                               Kabrin üzerine dikerler taşı,

                                               Bir avuç toprağa koyarsın başı.

                                               Baba, oğlun görmez, kardeş kardeşi,

                                               Gider, geri dönmez yol, yavaş yavaş.

                                                               Kâfûrlu, ılık suyu koyarlar,

                                                               O nazlı bedeni, tekmil soyarlar.

                                                               Öldüğünü konu komşu duyarlar,

                                                               Gelir geri ahbaplar, yavaş yavaş.

                                                                                                 Orhan Orgarun

 

İSLÂM DİNİ, İNSANLAR ARASINDA BİRLİK MEYDANA GETİRMİŞTİR…

                İslâm Dini, İnsanlar Arasında Birlik Meydana Getirmiş, Taraf Tutmayı Ve Üstünlüğü Yasaklamıştır!

                Cahîlî Taassub Nedir?

                İslâm Dini her hususta taassubu, katı olmayı, bir tarafı çok fazla bir şekilde tutarak mûdâfaa etmeyi yasaklamıştır.

                Cahilî taassub ise, kendi tarafında olanları bilmeden fazla kayırmak veya üstün görmek, bir fikir ve bir inanışa körü körüne bağlanıp, ondan başkasını tanımamak demektir.

                Bu hususu dinimiz kat’i olarak yasaklamıştır. Bu mevzuda büyük bir âlim bakınız ne diyor?

                “Asabiyyet-i Câhiliyye, birbirine tesânüd (dayanışma) edip yardım eden gaflet, dalâlet, riyâ ve zulmetten mürekkep (meydana gelmiş) bir nevii mâcundur. Bunun için menfî (olumsuz) milliyetçiler, milliyeti mâbûz iltihaz ediyorlar. (Kabul ediyorlar). Hamiyyet-i İslâmiyye ise, Nûr-u iman’dan in’ikâs edip dalgalanan bir ziyâdır.”

                Bunun en güzel numûnesini İslâmın gelmesiyle zulmetin dağılması neticesinde, İman Birliği’nde görüyoruz.

                Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizin nazarında renk, soy ve sop muhim değildi. Kendisine ve getirdiği ahkâma inanmayan kavminden bir kişi Habeşistan’lı bir Müslümanı bir tutmazdı. İnanan bir köle, imansız bir zenginden; Mû’min bir siyâhî, kafir bir Araptan çok daha üstündü.

                Zira İSLÂM DA ÜSTÜNLÜK ANCAK TAKVÂ iledir!

                Burada yeri gelmişken şöyle bir misâl vermek istiyorum;

                Medîne-i Münevvere’de bir ara, bir Ensâri ile bir Muhâcir arasında münâkaşa çıkmış ve Muhacir Ensârîye bir tokat atmıştı. Bunun üzerine Ensardan olan, Ensârilere hitâben yüksek sesle;               - Ey Ensarlılar… diye bağırmış, Muhacir de;

                - Ey Muhacirler… diye seslenmişti.

                Bunun üzerine her iki taraf toplanmış ve nerede ise ortalık karışacaktı.

                Durumu anında Efendimiz Hazretlerine (s.a.v.) haber vermişler ve mûdâhale buyurarak, kan akmasına mânî olduktan sonra şöyle buyurmuşlardı:

                - İşte bu CAHİLİYYE çağırmasından başka hiçbir şey değildir. (*) (Asr-ı Saadet. Hazırlayan: Eşref Edip. C. 1, Sahife: 382)

                İslâm Dini, insanlar arasında birlik meydana getirmiş, taraf tutmayı ve üstünlüğü yasaklamıştır!

                Dinimiz, kendi kavim ve kabîlesini üstün tutarak, diğer ırk, kavim ve kabîleleri hakir görmeyi kat’i bir şekilde önlemiştir. Çünkü Allâh (c.c.) indinde renk, dil ve soy üstünlüğü geçerli değil, Din ve Takvâ üstünlüğü geçerlidir Rabbimiz: “MUHAKKAK Kİ BÜTÜN MÛ’MİNLER ANCAK KARDEŞTİRLER…” (10. Yûnus Sûresi, Âyet/ 32).

                Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de: “MÜSLÜMANLAR KARDEŞTİRLER, HİÇ KİMSENİN DİĞERİ ÜZERİNDE BİR ÜSTÜNLÜĞÜ YOKTUR. ÜSTÜNLÜK VE FAZİLET ANCAK TAKVÂ İLE OLUR” buyurmuşlardır.

Öyle ise Türk Vatanında yaşayan şahıslara şu müşterek bağlar bulunduğuna göre, hâlâ tefrîkaya (Ayrılma, ayrılık, anlaşmazlık.) gütmek abestir, fecîdir ve hiçbir zaman doğru değildir!

                Allâh’ımız, Kitab’ımız, Din’imiz, Peygamber’imiz, Vatan’ımız, Tarih’i Kültürümüz, acı ve tatlı günlerimiz (vs.) bir olduktan sonra hâlâ taassuba kapılarak tefrikâ çıkarmaya hiç lüzum ve sebep yoktur. Çünkü Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi:

                “GİRMEDEN BİR MİLLETE TEFRÎKA, DÜŞMAN GİREMEZ, TOPLU VURDUKÇA YÜREKLER, ONU TOP SİNDİREMEZ.” (Safâhat. M. Akif Ersoy. Sahife: 178).

                Öyle ise tefrîkayı bırakmak, birleşmek, dayanışmak, yardımlaşmak ve yaralarımızı ZEMZEM’LE yıkayıp temizlemek mecburiyetindeyiz.

                Kur’ân Ne Diyor?

                “Bilmediğin şeyin peşine takılma. Kulak olsun, göz olsun, bunların hepsi muhakkak ki ondan mesul’dür.” (17. İsrâ Sûresi, Âyet/ 36).




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —