Gazeteci-Yazar Önder Balıkçı, Umut Vakfı seminerinde yerel basını anlattı
Gazeteci-Yazar Önder Balıkçı, Umut Vakfı seminerinde yerel basını anlattı
Balıkçı'nın konuşma metnini sunuyoruz
Bandırma Manşet'in de yazı ailesi içinde yer alan Önder Balıkçı, 26 Mayıs 2012 Cumartesi günü, Umut Vakfı'nın, Türkiye'de Bireysel Silâhsızlanma ve Medyada Şiddet Haberleri konulu seminerde, yerel basının sorunları ve deneyimlerini dile getirdi. Beş ilden gazetecilerin katıldığı seminerin üçüncü oturumunda düşüncelerini dile getiren Balıkçı'nın konuşmasını aşağıda sunuyoruz:
Sözlerime başlarken, böylesine nitelikli bir seminerin, Umut Vakfı gibi ülkemizin saygın kurumlardan biri tarafından, ilk kez bir ilçede, Bandırma'da düzenlenmesinden duyduğum mutluluğu vurguluyorum. Bu nedenle de, her zaman dostluğu ve desteğiyle büyük gurur duyduğum, Umut Vakfı'nın Mütevellisi, ülkemizin usta gazeteci-yazarı Nail Güreli, Umut Vakfı'nın değerli yöneticileri ve vakfın organizasyon yöneticisi Ebru İlke Bingör'e teşekkürü bir borç biliyorum. Ev sahibi bir gazeteci olarak sizlere hoş geldiniz diyor, hepinizi sevgi ve saygılarımla selâmlıyorum.
Bu konuşmamda sizlere, yıllardır büyük zorluklarla içinde bulunduğunuz, yayın organlarınızı ayakta tutmak için onurunuzdan, gururunuzdan, her şeyden önemlisi de meslek ilkeleri ve ahlâkından ödün vermemeye özen göstererek, onurunuzla çaba harcadığınız yerel basının sorunları ve bu sorunların, mesleğe yansımasından söz edeceğim.
1972 yılından bu yana gazetecilik mesleğinin, muhabirlikten genel yayın yönetmenliğine dek her kademesinde görev üstlenen bir kişi olarak öncelikle şu saptamayı yapmakta yarar görüyorum: Ülkemizde, yerel basının sorunlarının çözümüne katkı sağlanması bir yana bu sorunlar, her gün, katlanarak artıyor. Buna paralel şekilde de, kapılarına kilit vurmak zorunda kalan çok sayıda yerel basın organı, tarihe karışmak zorunda kalıyor.
Devletin, yerel basının sorunlarının çözümü için gerçekçi çâreler üretmemesi, yıllardır yerel basına çarpık bakışı, onu ekonomik darboğaz içinde yazgısıyla baş başa bırakması bile başlı başına bir şiddet değil midir?
Yerel basının, Demokrasinin kılcal damarları olduğu söylenir. Sözde öyledir ama özde durum çok farklıdır.
Yerel basında görev yapmak, sahibinden, en küçük emekçisine dek yaygın basına göre çok daha zordur. Âdeta ömür törpüsüdür. Dikkat ederseniz, bazı kişilerin yanlış kullandıkları gibi ulusal basın değil, yaygın basın diyorum. Çünkü yerel basın da, ulusal basının bir parçasıdır. Üstelik, yerel basının, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın kazanılmasındaki büyük katkısı, arşivlerimizde yer almaktadır.
Neden mi, yerel basında çalışmak, yaygın basında görev yapmaktan daha zordur.
Yerel basın çalışanları, haber kaynaklarıyla veya eleştirdikleri kişiler, kurum ve kuruluşların temsilcileriyle iç içe yaşamanın güçlükleri içindedirler. Bu durumun, gazeteciler açısından gerginlik veya şiddete yönelik bir ortam oluşturduğu gerçeği ortadadır.
Yerel basında görev üstlenen arkadaşlarımızın önemli bir bölümü mülkî âmirleri, Valiler ve Kaymakamları, yanlış uygulamaları nedeniyle eleştirmekten kaçınır. Çünkü, ya aralarında belirli bir uzaklık bırakamazlar, ya da önemli bir haber kaynağı ile ters düşmek istemezler. Çünkü, zaten her karşılarına çıkartılan 657 sayılı Devlet Memurları Yasası'nın, demeç vermeyi engellediği şeklindeki sert duvarı, aslında gazetecinin, doğruları ve gerçekleri halk adına öğrenmesi hakkına karşı uygulanan en çarpıcı şiddettir. Ama o ünlü 657 sayılı yasanın, 15. maddesine sığınarak, gazeteciye demeç değil, bilgi vermekten kaçınan yöneticiler, devlet memurları, bir de bakarsınız ki, halka duyurmaları gereken bir konuda, 657 sayılı yasayı bir anda unutarak, basın toplantıları düzenlemekten kaçınmazlar. Yani tam bir çifte standart! Meslek yaşamımda, bu konuda çeşitli anım bulunuyor. Bunlardan ikisini, sizlerle paylaşmak isterim. Bölgemizde, Edincik altında, Balıkesir Valiliği, İl Özel İdare Müdürlüğü'ne ait bir dinlenme tesisi vardır. Yıllar önce, bu tesisle ilgili bir haber yazmam için tesis hakkında bilgi sahibi olan Bandırma İlçe Özel İdare Müdürü'nü arayıp, tesisteki oda sayısını sorduğumda aldığım yanıt, Söyleyemem. 657 sayılı Devlet Memurları yasası var. Kaymakama sor şeklinde oldu. Yine, Bandırma İlçe Jandarma Komutanlığı'na yeni bir komutan atanmıştı. Komutanın ismini biliyordum. Ancak soy isminde tereddüdüm vardı. Telefon açarak, çıkan yetkiliye, komutanın soy ismini sorduğumda da, Söyleyemem. Basına demeç vermemiz yasak! yanıtıyla karşılaştım. Şeffaf, yâni gün ışığında bir yönetimin gerçekleşmesi isteniyorsa, 657 sayılı yasanın 15. maddesi kaldırılmalı, devletin, gazetecilere uyguladığı haber vermeme şiddetinden vazgeçilmelidir.
Yerel basına karşı bir diğer şiddet de, yaygın basından gelmektedir. Anadolu'daki birçok muhabirini, yerel basın çalışanları oluşturduğu halde yaygın basın, kendi ticari çıkarları doğrultusunda, yerel basını boğmak amacıyla yıllardır elinden geleni yapmaktadır. Bunun en tipik örneği, Anadolu'ya gönderdiği bölge ekleriyle yerel gazeteciliğe soyunmak istemesidir. Böylece, yerel basını desteklemesi gerektiği halde tam tersine köstek olan yaygın basın, Anadolu basınına ekonomik şiddeti hak görmektedir.
Yıllardır içinde bulunduğum yerel basın kuruluşları ve orada görev yapan meslektaşlarımın yaşadığı sıkıntıları özetlemek gerekirse, bunları dört grupta toplayabilirim:
1) Gazeteyi yaşatmak için ekonomik kaynakların yetersizliği. Bu konuda, devletin verdiği Resmî İlân'ların da artık çok büyüyen paylaşım pastası içinde artık yetersiz kaldığı gerçeği de ortadadır.
2) İş güvenliği, iş güvencelerinin bulunmaması.
3) Kalifiye gazetecilerin azlığı.
4) 657 sayılı yasanın, yöneticilerce kalkan gibi kullanılarak gerçekleştirilen fiili engelleme sonucu, habere ulaşmada yaratılan sıkıntı.
Bu dört maddenin de önemi elbette ki, tartışılmaz.
Ancak, konumuz şiddet haberleri olduğuna göre, kalifiye gazetecilerin azlığı maddesi ayrı bir önem taşıyor. Gazete sahiplerinin, içinde bulundukları ekonomik zorlukları öne sürerek, az bir ücretle eleman çalıştırmaya yönelmeleri, ucuz etin yahnisi yavan olur sözüne uygun bir ortam oluşturuyor. Eline bir acenda ve bir kalem tutuşturulan, hatta cebine, o kurumun kendisinin bastırdığı, sarı renkli bir de kimlik kartı koyulan genç, kendini bir anda gazeteci konumunda görünce, şaşırıyor. Türkçenin kuralları ve inceliklerinden habersiz, gazeteciliğin altyapı bilgilerinden tamamen uzak, özgüvenden yoksun bir şekilde gazetecilik yaptığını sanan, mesleğiyle ilgili eğitici toplantılarla buluşmayan, ekonomik açıdan da tatminsizliği nedeniyle zaten meslek içinde de kalıcı olamayan bu gençlerin, ulaştıkları haber veya gördükleri olayları doğru değerlendirmelerine olanak var mı?
İşte bu nedenlerledir ki, yazmaya çalıştıkları çeşitli haberler, hem kendilerinin, hem de gazete yöneticilerinin başlarına iş açıyor. Çünkü, zaten gazetecilerin tepesinde âdeta Damokles'in Kılıcı gibi sallanan Basın Yasası, Türk Ceza Yasası, Terörle Mücadele Yasası, Medeni Yasa ve Borçlar Yasası var. Bir anda yargı duvarına çarpıyorlar. İşte gazeteciye bir de yargı şiddeti! Devlet, ne yazık ki gazetecilerden korkuyor ve kendisini, onlardan yasalarla korumak istiyor!
Bu arada, şu noktanın altını çizmekte de yarar var. Birçok yerel gazeteci, herhangi bir yazı nedeniyle haklarında dava açılana dek başta Basın yasası olmak üzere diğer yasalardan habersizler. Ancak o yasalarla haklarında dava açılınca ilgilenmek zorunda kalıyorlar. Basın davalarına bakan yargıçlar ve savcıların da, genelde gazetecilik mesleğini bilmemeleri veya bilinen konularda yorum hatalarında bulunmaları önemli sıkıntılar yaratıyor. Ancak, son yıllarda gazetecilerin, artık kendilerini çepeçevre kuşatan, eskimiş ve köhne yasaları öğrenmeye başladıklarını, geçmiş yıllara göre bu konuda daha bilinçli olduklarını da söyleyebilirim.
Bu noktada basın özgürlüğü de elbette ki çok önemli ama günümüzde asıl konuşulması gereken konunun ise basın özgürlüğünden çok ifade özgürlüğü olduğu da bir gerçek. Çünkü, tüm temel hak ve özgürlüklerin omurgasını, ifade özgürlüğü oluşturuyor. İfade özgürlüğü, kişinin en temel hakkıdır. Hiçbir kamu görevlisinin, bu özgürlüğe müdahale hakkı da bulunmuyor. Tabii ki, ifade özgürlüğünün de bir sınırı var. Bu özgürlüğün, gazeteciler tarafından mutlaka görev ve sorumlulukların bilincinde kullanılması gerekiyor.
Yaygın olsun, yerel olsun, tüm basın kuruluşlarının sahip bulunması gereken en önemli yapısal özelliği, tarafsızlıklarından çok bağımsız olmalarında aranmalıdır. Çünkü, ancak bağımsız bir yayın organı, tarafsızlığı gerçekleştirebilir.
Yerel basınımız, yayınlandığı kentlerdeki insanların sesi, gözü, kulağıdır belki ama devletin gözünde hep üvey çocuktur. Devlet, aynı yasa ve yönetmeliklere bağlı olduğu halde yaygın basına öz, yerel basına ise üvey çocuk gözüyle bakar. Türkiye'nin her yerinde, işini profesyonelce gerçekleştiren gazeteciye devlet, Sarı Basın Kartını verir. En ünlü yazar da, en ünsüz yerel gazeteci de bu kartı taşır ama diyelim ki Başbakan'ın basın toplantısına, bu kart sahiplerinden yalnızca ünlü olanı çağrılır. Ünsüzü anımsanmaz bile! İç ve dış geziler için de durum farksızdır.
Yerel basın, çok seslilik demektir. Ülkemizdeki yerleşim birimlerinin dağınıklılığının yarattığı nüfus azlığı ve ekonomik gelişmişlik arasındaki uçurumlar nedeniyle yerelde yayınlanan yaklaşık 1300 gazetenin büyük bölümü, giderlerini Resmî İlân ücretlerinin katkısıyla sağlasa da, artık bu katkı da yerel basın organlarının ayakta kalmaları için yetersiz kalmaktadır. Eğer daha çok demokrasi isteniyorsa devlet, yerel basını geliştirici önlemleri almak zorundadır. Çünkü yerel basının tirajları, Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında, âdeta yerlerde sürüklenmektedir. Katılmış olduğum bir uluslararası seminerde öğrendiğim bir gerçeği sizlerle paylaşmayı uygun görüyorum. Almanya'da yerel gazetelerin günlük tirajları, 50 bin ile 400 bin arasında değişiyor. Bizde ise ortalama tirajlar 100-500 adedi geçemiyor.
Türk basınının çekirdeğini oluşturan, yaygın basındaki gibi nefeslerini, enselerinde hissettikleri sermâye patronlarının bulunmaması nedeniyle daha özgür olan, çok sesliliğin önemli araçlarından biri konumundaki yerel basın, demokrasinin de ayakta kalmasının temel unsurlarından birini oluşturmaktadır. Yerel basını susmuş bir kent, ya da il, varoşların suskunluğunda kimliğini yitirebilir, yerel yöneticileri, yaygın basının oyuncağı olabilir.
Artık, Türk toplumunda şiddetin olağan duruma geldiği, neredeyse şiddetten zevk alır bir havaya büründüğümüz, televizyonlarımızda, gerek haber ve gerekse dizilerde silâh, kan, gözyaşı, şiddet ve vahşet görmeyi neredeyse kanıksadığımız, şiddet nedeniyle futboldan bile toplumca soğuduğumuz bir ortamda, barış kültürünü yerleştirme, herkesin ortak çabasına bağlıdır. Bu arada, tüm basının yanı sıra yerel gazeteler ve gazetecilere düşen önemli bir görev ve sorumluluk da, şiddete yönelik her çeşit olaya bilinçli bir şekilde sayfalarını ve ekranlarını kapatmaktır.
İlginize içtenlikle teşekkür ederken, yerel basını onuruyla ayakta tutma mücadeleniz nedeniyle sizleri kutluyor, başarılarınızın sürmesini diliyorum.