Bandırma Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği(BANSİAD) Başkanı Funda Dedeoğlu, derneğin haziran ayı toplantısında iklim değişikliğinin yarattığı olumsuzluklar üzerinde düşüncelerini açıkladı.
Dedeoğlu, Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı’nın sunumundan öne yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Sizleri Bandırma Sanayici ve İş İnsanları Derneği Yönetim Kurulu adına sevgi ve saygı ile selamlıyorum.
Bildiğiniz üzere iklim değişikliği ana teması üzerine son bir ayda önemli toplantılara imza atıyoruz. İklim değişikliğinin bölgemiz özelinden başlayarak, Marmara, Türkiye ve dünya genelindeki etkileri, yapılan çalışmalar ve alınması gereken önlemler üzerinde durarak bölgemize etkilerine dikkat çekmek ve almamız gereken tedbirleri hızla hayata geçirmek üzerine bir politika kurguluyoruz.
Ülkemizde hazırlanan raporlar, farkındalık yaratmak amacıyla düzenlenen toplantılar ve konuşmaları incelediğimizde denizlerimizin maalesef pek de dikkate alınmadığını görüyoruz. Başta ormanlar ve yutak alanlar olmak üzere ağırlıklı bir gündem oluştuğunu görüyoruz.
Çok kıymetli hocamız Prof. Dr. Mustafa Sarı, bu alandaki eksikliği tamamlayacak olan bir bilgilendirmeyi, denizler özelinde tarihe not düşerken özellikle bölgemiz Marmara üzerindeki etkilerine açıklık getirecek.
Konuşmamda ben de sizlerle iklim değişikliği ile alakalı önemli konular hakkındaki görüşlerimi paylaşmak istiyorum.
Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nin geçtiğimiz aylarda yayınladığı Rapora göre güçlü tedbirler alınmaması durumunda iklim krizinde geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşıyoruz.
Dünyada 3 milyarı aşan insan, iklim değişikliğine karşı yüksek derecede kırılgan ortamlarda yaşıyor. Gıda ve su güvenliği azalıyor ve geçim kaynağı kayıpları yaşanıyor. Aşırı sıcaklıklardan kaynaklanan ölümler artıyor ve hastalık oranları yükseliyor. Ekosistemlerin bozulması ve sosyal refahın azalması gibi uzun vadeye yayılan riskler giderek büyüyor. İklim finansmanı, hali hazırda büyük oranda emisyon azaltımına yönelik olsa daküresel ısınmayı 1,5°C’de sınırlama için gereken yatırım ihtiyacı seviyesinin altında seyrediyor.
Ülkemizin de içinde olduğu Akdeniz Havzası, sosyal-ekolojik sistemleri ile dünyanın en değerli bölgelerinden biri ancak iklim değişikliğinden en fazla etkilenen bölgelerin de arasında. Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nin 2022 yılında yayınladığı rapor, Türkiye’nin aşırı hava olaylarına karşı Avrupa'nın en kırılgan ülkelerinden biri olduğunu belirtiyor. Yaşadığımız olaylar da bu bulguyu doğrular nitelikte. Ülkemizde kar yağışları başta olmak üzere yağışlarda azalma, mevsimsel kaymalar, sıcaklıklarda artış ve sıcak periyotların daha da uzaması gibi değişimler yaşanıyor. 2021 yılında gerçekleşen mega orman yangınları hafızalarımızda yerini koruyor. Yapılan araştırmalar iklim değişikliğinin ülkemiz üzerindeki en önemli etkilerinden birinin kuraklaşma olacağını öngörüyor.
Tüm bu verileri değerlendirdiğimizde iklim krizini ekosistem üzerindeki yıkıcı etkileri itibarıyla gündemimizde en öncelikli alanlardan biri olarak konumluyoruz. Öte yandan, bu ciddi çevresel tehditlerin ekonomik ve sosyal etkileri de haiz ve bu durum ülkelerin kendi coğrafyaları ile de sınırlı değil. Uluslararası tedarik zincirlerine, piyasalara, finans sektörüne, ticarete ve sosyal refaha yansıyan boyutları var. Bunların sonucunda tüm dünyada kayda değer ekonomik kayıplar yaşanıyor ve artarak devam etmesi söz konusu.
Bu çevresel, sosyal ve ekonomik etkileri önlemek için öncelikle üretim ve tüketim kalıplarımızı değiştirmek gerekiyor. Bu kapsamda gerçekleşecek yeşil dönüşüm süreci hem bir zorunluluk hem de bir fayda alanıdır.
BANSİAD olarak savunuculuğunu yaptığımız Paris Anlaşması’nı, ‘Avrupa Yeşil Mutabakatı’ başta olmak üzere küresel gelişmeleri bu perspektifle içselleştirmeliyiz. Tüm değer zincirlerine sirayet etmekte olan yeşil dönüşüm süreci çevre koruma ve ülkemizin 2053 Net Sıfır Emisyon hedeflerine ulaşılması açılarından kritik önemdedir.
İklim krizi ile mücadelenin temel unsuru sera gazı emisyonlarını azaltma yönündeki eylemlerdir. Çok boyutlu bir bakış açısıyla, bütüncül bir perspektifte politika çerçevesini çizen bir stratejinin ve net hedeflerle kurgulanmış bir eylem planının önemini her vesileyle dile getiriyoruz. İçinde bulunduğumuz dönemde çalışmaları devam eden İklim Değişikliği Kanunu, İklim Değişikliği ve Uyum Eylem Planları bu konuda çok uygun bir zamanlama ve zemin sağlıyor.
Belirlenecek tedbirlerin emisyon azaltımını sağlayacak modernizasyon yatırımlarını, enerji verimliliğini, yenilenebilir enerjiyi azami bir şekilde desteklemesi dönüşüm sürecine kayda değer bir ivme sağlayacaktır. Güçlü tariflenmiş politika çerçevesi finansmanın sürdürülebilirlik yatırımlarına yönlendirilmesini; finansman mekanizmalarının çeşitlendirilmesini; Ar-Ge ve teknolojinin yeşil dönüşüme odaklanmasını sağlayacaktır. Bu süreçte en önemli gördüğümüz unsurlardan biri de yeşil dönüşümü mümkün kılacak insan kaynağının güçlendirilmesidir. Politika çerçevesinin uygulama rotasının kararlı bir şekilde izlenmesi bu bağlamda önemli bir kaldıraç olacaktır.
Doğal ekosistemleri ve sağladıkları hizmetleri korumak ve geliştirmek tüm paydaşların kritik sorumlulukları arasındadır. İklim değişikliğine bağlı olarak deniz ekosistem dinamiklerinin ve işleyişinin değiştiği göz önüne alınmalı, deniz yönetimi anlayışımız da bu doğrultuda dönüştürülmelidir.
İklim değişikliği halihazırda yaşanan krizlerin etkilerini derinleştirerek eş zamanlı çoklu krizlerin ortaya çıkmasına da yol açıyor. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2023 Küresel Riskler Raporu’na göre biyoçeşitlilik kaybı ve ekosistem çöküşü, iklim değişikliği bağlantılı risklerle birlikte önümüzdeki on yılda en hızlı derinleşmesi beklenen küresel riskler arasında görülüyor.
Bu bağlamda, politika geliştirme süreçlerinde iklim ve biyolojik çeşitlilik krizlerinin beraber ele alınması stratejik önemde olacaktır. İklim krizi ile mücadele ve ülkemizin 2053 Net Sıfır Emisyon hedefine ulaşılması için önümüzde kritik bir eşik bulunuyor. Ekolojik dengeyi, toplumun sosyo-ekonomik faydasını, biyoçeşitliliğin korunmasını merkeze alarak yapılacak çalışmalar bütüncül katkıyı sağlayacaktır.
Denizleri de sağladıkları bütün fayda ve hizmetlerle beraber, bütüncül olarak ele almalıyız. Politika, yönetim ve yönetişimin istikrarlı, birbirini kapsayan ve denetleyen bir yapıda olması da önemlidir. Bandırma’nın kıymetli bilim insanlarımızın katkılarıyla ortaya çıkacak önerilerin bu kritik eşiği atlamada rehber olarak önemli bir işlev göreceğine inanıyorum. İlgili politikaların geliştirilmesi süreçlerine güçlü bir katkı sağlamasını diliyorum.”