Tarih: 02.07.2016 17:59

"Kırımlı olmak çibörekten ibaret değil"

Facebook Twitter Linked-in

/resimler/2016-7/2/1819027408741.jpg

Eskişehir Milletvekili ve MHP Kadın ve Aileden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ruhsar Demirel, konuştu.

Eskişehir Milletvekili ve MHP Kadın ve Aileden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ruhsar Demirel, "Kime Kırım ya da Tatarlık deseniz ´çibörek´ diyor. Ne Kırımlı olmak çibörekten ibaret, ne Tatar olmak çibörek yemek bilmek demek." diyerek üzüntüsünü dile getirdi. Demirel, yalnızca bir çiböreğe kilitlenmiş bir Kırım kültürünün, o kültürü küçümsemek, o kültürü değersizleştirmek olduğunu kaydederek Kırım Tatar Türkleriyle ilgili ciddi anlamda bir şeyler yapılacaksa önce kültüre sahip çıkılması gerektiğini söyledi.

Ruhsar Demirel, MHP´nin Genel Merkezi´ndeki ofisinde Kırım Haber Ajansı´nın sorularını yanıtladı.
/resimler/2016-7/2/1833457426103.jpg

- Dedelerim 1905 ya da 1906 gibi Bahçesaray´dan gelmişler. Anneannem de dedem de. Fakat çok küçük yaşta gelinmiş. Dedem 11 yaşında filanmış geldiğinde. Anneannem bebekmiş. Dedem önce İstanbul´a gelmiş, İstanbul´dan Çanakkale Ayvalık´a geçmiş. Sonra duyuyor ki akrabaları, tanıdıkları Eskişehir´de. Bunun üzerine Çanakkale´den kalkıp Eskişehir´e geliyor. Eskişehir de tarım yapmış, at yetiştiriciliği yapmış, tabakhanesi varmış dericilik yapmış. Bir de bakkal dükkânı açmış. Dolayısıyla ticaretin her çeşidi hayatında olmuş. Tabii bizim Türk insanının geçmiş yıllarda hayvanla ilişkisi hep var, özellikle atla. Alışkanlıklar da var at konusunda. Nitekim annem de anlatır küçükken hepsinin birer atı varmış. Kız çocukları dahi ata binmeyi hepsi bilirmiş. Annem, teyzemin ata çok iyi bindiğini söyler.

Tarım yaparken veya Eskişehir´e yerleşirken veya evlerini yaparken Kırım´dan getirdikleri kültürle şekillendirmişlerdir. Mesela annem bize "peş" (Rusçada ?peç? soba demek) diye bir şeyden bahseder. Der ki bize; ev yapılır, evin duvarından baca gibi bir şey geçer, duvar sıcak olur. Evin ortasında ocak gibi bir şey olduğunu, iki tarafına da ısı verdiğini, hem yemek yapılabildiğini anlatırdı. Sonradan öğrendim ki SSCB bölgesindeki evlerde yapılan bir ısınma sistemiymiş. Mesela; sıva yapmak, ev yaparken ilk önce çukur yapıp evin tuvaletini oluşturmak ve sanayiye yönelik tarım yapmaya çalışmak? O zaman tabii Anadolu´da, bahsettiğim 1915´ler 1918´ler arası, tarım daha ilkel şartlarda yapılıyordu. Bizimkiler gelirken biraz daha sanayileşmiş bir mantıkla gelmişler.

Onun ötesinde adetlerini çok iyi yaşatmışlar. Annemin sıklıkla söylediği bir şey vardır, der ki Ramazan´da gece uzun oluyor o zaman bizimkiler helva dökerdi diyor. Helva nasıl dökülür diye biz düşünürdük. Onun şimdiki pişmaniye gibi tel helvası gibi bir şey olduğunu anladık. Mesela; un kurabiyesi, ciddi bir un kurabiyesi yapma geleneği vardır. Un kurabiyesini Anadolu´da bu kadar yapan var mıdır bilmiyorum.

Kendi yemek alışkanlıklarını yaşattıkları gibi sosyal alışkanlıklarını da sürdürmüşlerdir. Mesela, düğünlerdeki "şın" geleneği gibi, şınlaşmak. Mesela annem çok şın bilirdi. Biz annemden çok şın dinledik. Benim çocukluğumdaki köy düğünlerinde de kızlar erkekler beraber eğlenirlerdi. Annemin gençliğindeki bu şın kültürü benim çocukluğumda yoktu. Bunu aramızda hep konuşuruz. Nitekim bir soydaşımız şınla ilgili bir kitap hazırladı. Fakat o geleneksel şınlar orda yok.

/resimler/2016-7/2/1833134612913.jpg

"Hoş keldin, hoş keldin. Sen ekesin, bahçalarda qoquğan gül ekesin" gibi karşılıklı şınlar söylerlerdi. Annemde bunlara hep karşılık verirdi. Hala da bu var. Şarkılar var tabi, Boztorgay´dan başlayarak hepimizin mesela "çipiyim, çipiyim" diye söylediğimiz şarkılar var.

Kırım kültürünün asıl iyi taraflarından biri de bence, belki de doktor olduğum için öyle bakıyorum, akraba evliliğinin olmaması. Bence bu hem ev içindeki samimiyeti sağlıyor, siz bütün akrabalarınızı kendinize kardeş diye biliyorsunuz. Hem de soyda bir temizlik yaratıyor, hastalıkları engelliyor. Bizde akraba evliliğini engellemek için yedi kuşak sayılmasını, ki hala yaşlıların oturup yedi göbeği saydıkları zamanı ben çocukluğumdan hatırlıyorum. Bir akraba genç bir kızı istedi. Büyükler oturup saymışlardı ve dördüncü göbeğe denk geldiğini fark edince çok ayıplamışlardı. Yani böyle bir talebin olmasını çok ayıpladılar. Çünkü yok böyle bir şey. Ve bu bence dünyadaki iyi örneklerden biri, hem soyu temiz tutuyor, hastalıkların olmaması anlamında, hem de sosyal külfeti de azaltıyor. Çünkü o hastalanma ihtimali, hastalıkların daha fazla çıkma ihtimalini engellediğiniz zaman sosyal yükü de azaltıyorsunuz.

Ve ben çocukluğumda zannederdim ki bir evde bir Kırımlı varsa o evde Kırım Tatarca konuşuluyor, çünkü bizim evde öyleydi. Ama sonra fark ettim, hayır öyle bir şey yokmuş, buna da çok üzüldüm. Eskişehir´de bile Kırım Türklerinin Kırım Tatarcası birkaç kelimeden ibaretse bu dilimizin tükenmekte olduğunu gösterir. Hatta bizim Eskişehir´deki derneğin bir projesi vardı, yapamadılar hala. Belli bir periyotta yaşlıların olduğu evlerde gençlerle buluşulsun Kırım Tatarca konuşulsun, öğrensinler diye. Güzel şeylerimizin yaygınlaşması adına biraz daha dili ortaya koymak lazım.

/resimler/2016-7/2/1834097739053.jpg

-Şöyle baktığımızda Romanya veya Bulgaristan´daki Kırım Tatarları Türkiye´dekilere göre dilini daha iyi korumuşlar gibi. Sizce ne ile alakalı bu?

-Şimdi Romanya´dakiler nasıl korumuş bunu bilmiyorum ama bizimkilerde şöyle bir hal var. Bizim insanımız Türkiye´yi daha doğrusu Anadolu´yu kendi vatanı diye bellediği için burada olan düzene uymuş. Burası benim vatanım demiş. Ama Romanya´dakiler, Bulgaristan´dakiler kendilerini orada hep azınlık olarak görmüş. Azınlık refleksi farklı bir şeydir. Azınlık genelde birbirine sırt sırta verir, bir dolaşır, kapalı ortamlarda yaşar ve o kültürü korumak adına daha yakın ilişkiler içinde olur, dilini daha iyi korur. Türkiye´dekiler ise burayı kendi toprağı, vatanı olarak bilmiş ve yayılmış ve her yerde varız. Erzurum´a da gitseniz Kırımlıların olduğu bir yer var, Yozgat, Sivas, Adana, Konya, Kayseri, Kütahya, Manisa da var. Ama Türkiye´de Kırım´ın başkenti Eskişehir. O ayrı bir şey. O yüzden de sanıyorum dilin en iyi korunduğu yer bizim orası.

/resimler/2016-7/2/1831454767422.jpg

-Çok az var. Çoğu yok. Artık mesela bir loğusa köbetesi kimse yapmıyor gibi geliyor bana.

/resimler/2016-7/2/1831149923118.jpg

-Bizim ailede yapılıyor. Ama mesela kandillerde koku çıkarma adeti var. Bizde yapılıyor bunlar ama bizim dışımızda ne kadar yerde yapılıyor, ne yapılıyor, ya da mesela çibörek dışında ne biliyor çocuklar? Koku çıkarmaktan ne kastedildiğini kim ne anlıyor, kıyığın ne olduğunu kim biliyor? Veya cenaze olduğunda mesela yine de koku çıkarmak için hamur kızartılırdı eskiden, şimdi de bizde helva yapılıyor genelde. Yani ben memnun değilim bundan. Mutfak kültürümüzde de çok aşınma var.

-Türkiye´deki genç nesilde de aidiyette de azalma var, kendini Kırım Tatarı olarak kabul edenlerin sayısı giderek azalıyor?

-Evet aidiyette azalma var. Söylediğiniz o anlamda çok doğru. Fakat canlandırılabilir, en ufak bir şeyde insanlar birleşebilir. Çünkü bizim insanımız uzlaşmacı, hoşgörülü, çağdaş insanlar. Mikro milliyetçilik anlamında değil bizim Kırımlılığımız, kültürel birliktelik. Kırım´daki soydaşlarımızın da uğradığı hak ihlali de var. Bizim sorunumuz bu. Oradaki insan hakları temin edilse bizim de burada kültürel olarak bu varlığı devam ettirmemiz de mümkün olur, her şey daha da kolaylaşır. Bunu yapabilmemiz lazım.

/resimler/2016-7/2/1827416793880.jpg

- Çok iyi değil. Annem Tatar, ama teyzelerimle annem sürekli Tatarca konuştukları için evin içinde biz de o yüzden biliyoruz, babam rahmetli de çok iyi Tatarca bilirdi. Oğlumla hafiften konuşmaya çalışıyoruz. Kelime biliyor. Anneannesinin konuşmalarını dinlemeye çalışıyor. Türk dünyasına çok merakı var ve Kırım konusunu yakın takip ediyor. Ama dilini geliştirmesini istiyorum. Olmalı.

/resimler/2016-7/2/1827204606167.jpg

-Babam Acara. Anne ve baba ikisi de Kırım Tatarı olup Tatarca konuşmayanlar var. Bu bir dili yok etmek için yapılabilecek en kolay iş. Oysa Kırım Tatar Türkçesini bilmek bizi farklı coğrafyalarda yaşayan Türk soydaşlarımızla çok kolay ilişki kurmaya yönlendiriyor. Doğu Türkistan´a da giderseniz konuşabiliyorsunuz, Kazaklarla da biraz dikkatli konuşursanız anlaşabiliyorsunuz, Özbeklerle de. Çünkü Kırım´da konuşulan bizim Tatarca, ya da Kırım Türkçesi dediğimiz dil büyük bir coğrafyada ortak çok fazla kelime barındırıyor. Biz Türkiye´de tabii ki bir Avrupa-Asya kavşağında olduğumuz için dilimiz Arapçadan, Farsçadan ve bir o kadar da batı dillerinden çok etkilenmiş durumda ama Kırım´daki dil daha yalın, daha öz, daha temiz bir dil. O dili bilmek bizi birçok coğrafyadaki kendi soydaşımızla çok daha yakın ilişkiye götürebiliyor.

Benim bir üzüntüm de şu kime Kırım ya da Tatarlık deseniz "çibörek" diyor. Ne Kırımlı olmak çibörekten ibaret, ne Tatar olmak çibörek yemek bilmek demek. Eğer bu bir gastronomi kültürü diye düşünülüyor ise, bir mutfak kültürü bize atfediliyorsa Kırım mutfağı yalnızca çibörek değil. O birçok mutfak değerimizde bir unsur. Ve bunun bu şekilde algılanıyor olmasını da açıkçası doğru bulmuyorum. Yani yalnızca bir çiböreğe kilitlenmiş bir Kırım kültürü, o kültürü küçümsemek, o kültürü değersizleştirmek ve daha da acı tarafı biz Kırımlı Türk soyundan gelen insanlar olarak bunun önüne geçmiyoruz hiç. Biri bize çibörek dediğinde, "Ha, evet, evet" yapıyoruz. Evet de başka nelerimiz var. Bir çibörek diyelim ki onu da kabul ettiniz. Şimdi de çibörekle ilgili başka şeyler de çıkmış. Vejetaryen çibörek diye bir kavram. Çibörekse kıymalı olur. Kıymalı değilse o çibörek olmaz diyen kimsemiz de yok, buna sahip çıkan kimse de yok. Bakıyorsunuz, her yerde dernek var, vakıf var, o var, bu var. İşte o derneğin başkanı, bu vakfın bilmem nesi, herkes bir şey ortaya atmış. Fakat kültüre sahip çıkan bir argümanları yok. Yalnızca günlük politika üzerine bir şeyler söyleniyor. Oysa eğer Kırım Tatar Türkleriyle ilgili ciddi anlamda bir şeyler yapılacaksa önce kültürümüze sahip çıkmamız lazım. Örnek veriyorum rahmetli Cengiz Dağcı. Cengiz Dağcı ölene kadar kimse Cengiz Dağcı demedi. Cengiz Dağcı rahmetli oldu insanlar Cengiz Dağcıyı tanıdılar.

/resimler/2016-7/2/1826576480575.jpg

Yani oraları zaten başlı başına bir dram. Şimdi biz kaybetmeden birbirimizi bulabilirsek, kaybetmede, vefat etmeden, ölmeden el ele tutuşur, birbirimizin derdinin ne olduğunu anlamaya çalışırsak biz Kırım Türkleri için daha fazla şey yapabiliriz. Burada kendi kendimize bir koltuk edinmişiz, kendimize günlük siyaset içinde bir alan açma yolu var. Giderek bu birtakım çatışmalara sebep oluyor. Oysa yaşayan Kırım Tatar Türkleriyle ilgili veya Kırım Tatar mutfağıyla ilgili ya da geleneksel davranışlarımızla ilgili, mesela lohusa, sünnette ne yaparız, düğünde ne yaparız, bunları kimse konuşmuyor, artık herkes anonim bir kültürün üzerinde onu gerçekleştiriyor. Bizim kendi adetlerimiz var. Bunları unutmuşuz, bugün moda ne ise onu yapıyoruz. Bizim asıl yapmamız gereken burada bu değere sahip çıkmak. Ve bunun için bir gayret açıkçası ben görmüyorum. Çok dar çerçevede ve yalnızca insanların kendilerini şahıs olarak var etmek adına yaptıkları adımlar var. Bunu şunun için söylüyorum Türklük bir bütün ama Türklüğün içerisindeki her birimizin de bu kültürün bir parçası olarak kendi kültürümüzü var etmemiz lazım ki o bütün olan Türklük kavramının içine sığalım. Bizim sosyal etkinlik amacıyla kurulmuş derneklerimizin bütün Türk coğrafyasını kucaklayan bir işbirliğine gitmeleri gerektiğini öngörüyorum.

Ben TBMM´deki Kırım kökenli ilk kadın milletvekiliyim ve hâlihazırda da tekim. Bu benim için büyük bir onur. Ama neden diğer soydaşlarımızın yalnız siyaset, Meclisle ibaret bir şey değil, farklı alanlarda da aktiviteleri olmuyor açıkçası onu çok bilmiyorum. Ve bu sebeple de Mecliste son dönemde özellikle bu 2014 Şubat ayında olan olaylar nedeniyle Kırım´la ilgili bazı beyanlarım da oldu. Bunları da dernek ve vakıflarımızdan görüş alarak yaptım. Buna hiçbir zaman bireysel olarak "ben şöyle bakıyorum, benim siyasi penceremden olay budur" değil, bunu dernek ve vakıflarımızdan görüş alarak yaptım. Çünkü bu mesele ne yalnız benim, ne yalnız partimin, bütün Türk dünyasının, bütün Türkiye´nin sorunudur. Çünkü bizim Türk insanının dünyanın her yerinde acı çekmek gibi bir kaderi var. Irak Türkmeni olsun, Doğu Türkistan´da Çin´de bizim insanımız yaşıyor. Avrupa´ya bakıyorsunuz, orada da azınlık halinde kalmış insanımız yaşıyor. Kırım keza böyle. Türkiye bu duruma gelmek üzere.

Dolayısıyla bizim genel bir perspektiften bakıp yalnızca kişisel veya yalnızca partisel değil, Türk dünyası kavramı üzerinden bakıp, oradaki soydaşıma ne yapabilirime öncelik vermemiz lazım. Şimdi bayram geliyor, bizde de şöyle bir adet var ?Bayramda Kırım´daki yakınını sevindir´. İyi de Kırım´daki yakınımı neden başka bir zaman sevindirmiyorum. Mesela bu derneklerimiz, vakıflarımız tatillerde Kırım´daki gençlerimizi, çocuklarımızı buraya getirebilir, önceden konuşarak bunu yapabilirler. Evlerimizde misafir edebiliriz onları bir süre. Bu kültürü, kendi çocuklarımıza aktarmamız adına hem orada yaşayan soydaşlarımıza yalnız olmadıkları adına. Tamam para önemli ama yalnızca fitreni, zekatını vererek oradaki insanı baş edemeyiz. Niye? Rusya´nın parası bizden daha fazla çünkü. Eğer her şeyi paraya ve maddi yardıma kilitlersek bizden daha fazla parası olanlar daha fazla parayı verir o zaman onların yanında yer alır insanlar. Zaten Kırım´ın 2014´e gelişinde bunu bir Türk milliyetçisi olarak söylüyorum, yani bu siyasi angajmanla ilgili değil, mevcut hükümetin çok büyük vebali var. Bu 13 yılda Türk dünyasına bakmamak, Türk dünyasını yalnızca bir siyasi propaganda aleti olarak görmek ve özellikle Kırım´ın bir yerde Rusya´nın kontrolüne verilmesine göz yummak. Bunlar mevcut hükümetin vebalidir. Ve Türkiye´nin bu kadar kültürel ve tarihsel bağı olan bir coğrafyaya sahip çıkmamasının, diğer Türk topluluklarında, Türkiye dışındaki Türk dünyasında olumsuz etkisi olduğuna inanıyorum. Çünkü bizim tarihimizde şöyle bir anekdot var. Biz bir imparatorluk bakiyesiyiz. Ve Osmanlı soyu bittiğinde hanedan Kırım´a geçer. Bu Türkiye´nin Kırım´a nasıl bakması gerektiğini gösterir. Senin ataların kendi soyun biterse Kırım Hanlığı benim soyumu sürdürür dediği bir yerde Kırım´a "Ya şurada da bir Kırım vardı" diye bakamazsınız...

Rusya´nın Kırım´ı yutmasına Türkiye´nin bakışı, Milliyetçi Hareket Partisi´nin Kırım´a gönderilen gayri resmi Tük heyetine bakışı, Türkiye-Rusya ilişkileri gibi konularda Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel ile yaptığımız söyleşi devam edecektir.

/resimler/2016-7/2/1834388520860.jpg




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —