Bandırma Sanayici ve İş İnsanları Derneği(BANSİAD), haziran ayı aylık toplantısında Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı’yı konuk etti.
Toplantının açış konuşmasını BANSİAD Başkanı Funda Dedeoğlu yaptı. Dedeoğlu, dünyada 3 milyarı aşan insanların, iklim değişikliğinde etkilendiğini, ekosistemlerin bozulduğunu belirterek, dernek olarak bu konuya büyük önem verdiklerini vurguladı.
PROF. DR. MUSTAFA SARI KÜRSÜDE
Ardından kürsüye gelen Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı, “Deniz, iklim, Marmara” konusunda sunum yaptı.
Marmara Denizi’nde, literatüre göre 3 bin tür bitki ve hayvan bulunduğunu vurgulayan Sarı, şunları söyledi:
“Sizler, denizi sadece balık olarak görüyorsunuz. Oysa olayı çok daha derin düşünmek gerekir. Yosun olarak da bilinen deniz çayırları, denizin akciğerleri gibidir. Süngerler ise denizi süzer. İklim değişikliklerinin ilk habercisi denizlerdir. Deniz yüzey sıcaklığı ortalamaları yüksekse küresel ısınma artıyor demektir. Son 150 yılda, atmosfere verdiğimiz karbondioksit, büyük çevre sorunlarına yol açıyor. Denizler, tüm dünyada ısınıyor.
Ancak son yıllarda dünyadaki denizler 1 derece ısınırken, bizim denizlerimiz daha çok ısındı. Marmara Denizi’ndeki ısınma 2,5 dereceyi buldu. Üzgünüm ama denizlerimizdeki sıcaklıklar daha da artacak ve hepimiz daha fazla olumsuz etkilenecek. İklim değişikliği, Marmara Denizi’nde müsilajı tetikledi. Bunun en önemli nedeni denize verilen kirli atıklardır. Bandırma ve Erdek, biyolojik arıtmalarını daha yeni yapıyor. Bugüne kadar yapılan fiziksel arıtma, asla arıtma değildir.Fiziksel arıtma, arıtmama demektir. Marmara Denizi’nin en önemli sorunlarını şöyle sıralayabiliriz: Kirlilik, Marmara Denizi’nin yapısı, iklim değişikliği ve denizdeki sıcaklık artışı.”
MARMARA’NIN NEFESİNİ KESTİK
Oksijen üreterek, denizlerin nefes almasını sağlayan deniz yosunlarını özellikle turizm bölgelerinin sahillerinde yok etmenin büyük hata olduğuna dikkati çeken Sarı, şu değerlendirmede bulundu:
“Deniz çayırları ne yazık ki 4,5 metreye kadar indi. Marmara Denizi tehdit altında. Müsilaj, denizde büyük tür kayıplarına yol açtı. Bu arada kirlilik nedeniyle Marmara Denizi’ne 15 farklı balık türü geldi. Habitat kayıpları arttı. Havzalar arası atık su transferi büyük artış kaydetti. Örneğin Ergene’nin atık suları Marmara’ya veriliyor. Plastikler, denizi öldürüyor. Sürdürülebilir ve sürdürülemez balıkçılık Marmara Denizi için büyük olumsuzluk oluşturuyor. Ama Marmara Denizi için en büyük tehdit ve tehlike kirliliktir. Halen 25 milyon insanın yaşadığı Marmara Bölgesi’nin kirli atıkları Marmara Denizi’ne veriliyor. ‘Pusula’ denilen deniz anaları, geçen yıla göre 3 kat arttı. Oysa 2.000’li yılların başlarında, Marmara Denizi’nde bu deniz anaları hiç yoktu. Anlaşılıyor ki, gemilerin bagaj sularıyla geldi ama bu deniz anaları, Marmara Denizi’ni kirlilik nedeniyle çok sevdi. Meydan bu deniz analarına kaldı. Şimdi yeni, başka türler de Marmara Denizi’ne gelecek.”
MARMARA’NIN EKOSİSTEMİNİ İYİLEŞTİRMEK ZORUNDAYIZ
Bozulan ekosistem nedeniyle Marmara’da balıkçılığın da sürdürülemez duruma geldiğine işaret eden Prof. Dr. Mustafa Sarı, şunları aktardı:
“Daha önceki yıllarda, Marmara Denizi’nde yılda 80 bin ton balık avlanırdı. Müsilajdan sonra 14 bin tona düştü. Şimdi ise 24 bin tona yükseldi. Önceden önceki yıllarda, Marmara’da, 56 türün bulunduğu istatistiklerde yer alıyor. Şimdi, günümüzde 24 bin ton avlanan balıklara bakarsak, bunun 13 bin tonunu hamsi, 3 bin tonunu ise palamut oluşturuyor. Büyük balıklar kalmadı. Ancak geçen yıl, bilinçsizce avlanan palamut ile bu balığın stoğunu harcadık. Sanıyorum, gelecek yıllarda palamut pek çıkmayacak. Son dönemde, Marmara Denizi’nde en fazla 4 yaşında palamut avlanıyor. Oysa Yunanistan’da 7, İtalya’da ise 9 yaşında palamut yakalanabiliyor.”
MÜSİLAJ EYLEM PLANINA UYULMUYOR
Müsilaj sonrasında, devletin Marmara Denizi’nde 22 eylem planı uygulanması kararı alınmasına karşın bu planın iyi gitmediğinin altını çizen Sarı, “Bandırma ve Erdek’in biyolojik arıtmaları bir an önce tamamlanmalı. Deniz ölürse her şey ölür. 20 milyon yıldır dünyada bulunan PİNA’lar artık yok oldu. PİNA’lar, artık yalnız Marmara Denizi’nde ve Erdek Körfezi’nde kaldı. Oysa Pina’lar, eğer korunurlarsa 50 yıl yaşayabiliyor ve boyları 150 santimetreye kadar çıkabiliyor. Özellikle de kıyıdan 60 metre kadar uzakta, deniz çayırları arasında yaşıyorlar. Saatte 6 litre suyu filtre ederek berraklaştırıyor. Marmara Denizi’nde, 2019’da yoğun şekilde görülen müsilajdan etkilenen Pina’lar, biraz zarar görse de son iki yıldır kendini toparladı. Şimdi ölen Pina’larınyanında yavru Pina’ların çıktığını görüyoruz. Halen Erdek Körfezi’nde, 100 metre karelik alanda 60 Pina belirledik ki, Dünya Koruma Birliği verilerine göre bu çok olumlu bir gelişmedir. Yani Erdek Körfezi, çok zengin Pina yataklarına sahiptir. Pina’ların, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler direktiflerinin yanı sıra yasalarla da korunması gerektiği belirtilse de Pina’ları asıl koruması gerekenler biz insanlarız. Unutmayalım ki Marmara Denizi’nin umudu Pina, Pina’nın umudu ise Marmara Denizi’dir.”
Sarı, 22 Haziran 2023’te, Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi’nde, Pina konusunda bir toplantı yapılacağını sözlerine ekledi.
Toplantıda konuşan Bansiad Başkanı Fundan Dedeoğlu;
"Bildiğiniz üzere iklim değişikliği ana teması üzerine son bir ayda önemli toplantılara imza atıyoruz. İklim değişikliğinin bölgemiz özelinden başlayarak, Marmara, Türkiye ve dünya genelindeki etkileri, yapılan çalışmalar ve alınması gereken önlemler üzerinde durarak bölgemize etkilerine dikkat çekmek ve almamız gereken tedbirleri hızla hayata geçirmek üzerine bir politika kurguluyoruz.
Ülkemizde hazırlanan raporlar, farkındalık yaratmak amacıyla düzenlenen toplantılar ve konuşmaları incelediğimizde denizlerimizin maalesef pek de dikkate alınmadığını görüyoruz. Başta ormanlar ve yutak alanlar olmak üzere ağırlıklı bir gündem oluştuğunu görüyoruz.
Çok kıymetli hocamız Prof. Dr. Mustafa Sarı bu alandaki eksikliği tamamlayacak olan bir bilgilendirmeyi; Denizler özelinde tarihe not düşerken özellikle bölgemiz Marmara üzerindeki etkilerine açıklık getirecek.
Konuşmamda ben de sizlerle iklim değişikliği ile alakalı önemli konular hakkındaki görüşlerimi paylaşmak istiyorum.
Değerli Üyelerimiz;
Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nin geçtiğimiz aylarda yayınladığı Rapora göre güçlü tedbirler alınmaması durumunda iklim krizinde geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşıyoruz.
Dünyada 3 milyarı aşan insan iklim değişikliğine karşı yüksek derecede kırılgan ortamlarda yaşıyor. Gıda ve su güvenliği azalıyor ve geçim kaynağı kayıpları yaşanıyor. Aşırı sıcaklıklardan kaynaklanan ölümler artıyor ve hastalık oranları yükseliyor. Ekosistemlerin bozulması ve sosyal refahın azalması gibi uzun vadeye yayılan riskler giderek büyüyor. İklim finansmanı, hali hazırda büyük oranda emisyon azaltımına yönelik olsa da, küresel ısınmayı 1,5°C’de sınırlama için gereken yatırım ihtiyacı seviyesinin altında seyrediyor.
Ülkemizin de içinde olduğu Akdeniz Havzası sosyal-ekolojik sistemleri ile dünyanın en değerli bölgelerinden biri ancak iklim değişikliğinden en fazla etkilenen bölgelerin de arasında. Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nin 2022 yılında yayınladığı rapor, Türkiye’nin aşırı hava olaylarına karşı Avrupa'nın en kırılgan ülkelerinden biri olduğunu belirtiyor. Yaşadığımız olaylar da bu bulguyu doğrular nitelikte. Ülkemizde kar yağışları başta olmak üzere yağışlarda azalma, mevsimsel kaymalar, sıcaklıklarda artış ve sıcak periyotların daha da uzaması gibi değişimler yaşanıyor. 2021 yılında gerçekleşen mega orman yangınları hafızalarımızda yerini koruyor. Yapılan araştırmalar iklim değişikliğinin ülkemiz üzerindeki en önemli etkilerinden birinin kuraklaşma olacağını öngörüyor.
Tüm bu verileri değerlendirdiğimizde iklim krizini ekosistem üzerindeki yıkıcı etkileri itibarıyla gündemimizde en öncelikli alanlardan biri olarak konumluyoruz. Öte yandan, bu ciddi çevresel tehditlerin ekonomik ve sosyal etkileri de haiz ve bu durum ülkelerin kendi coğrafyaları ile de sınırlı değil. Uluslararası tedarik zincirlerine, piyasalara, finans sektörüne, ticarete ve sosyal refaha yansıyan boyutları var. Bunların sonucunda tüm dünyada kayda değer ekonomik kayıplar yaşanıyor ve artarak devam etmesi söz konusu.
Bu çevresel, sosyal ve ekonomik etkileri önlemek için öncelikle üretim ve tüketim kalıplarımızı değiştirmek gerekiyor. Bu kapsamda gerçekleşecek yeşil dönüşüm süreci hem bir zorunluluk hem de bir fayda alanıdır.
BANSİAD olarak savunuculuğunu yaptığımız Paris Anlaşması’nı, Avrupa Yeşil Mutabakatı başta olmak üzere küresel gelişmeleri bu perspektifle içselleştirmeliyiz. Tüm değer zincirlerine sirayet etmekte olan yeşil dönüşüm süreci çevre koruma ve ülkemizin 2053 Net Sıfır Emisyon hedeflerine ulaşılması açılarından kritik önemdedir.
Kıymetli katılımcılar,
İklim krizi ile mücadelenin temel unsuru sera gazı emisyonlarını azaltma yönündeki eylemlerdir. Çok boyutlu bir bakış açısıyla, bütüncül bir perspektifte politika çerçevesini çizen bir stratejinin ve net hedeflerle kurgulanmış bir eylem planının önemini her vesileyle dile getiriyoruz. İçinde bulunduğumuz dönemde çalışmaları devam eden İklim Değişikliği Kanunu, İklim Değişikliği ve Uyum Eylem Planları bu konuda çok uygun bir zamanlama ve zemin sağlıyor.
Belirlenecek tedbirlerin emisyon azaltımını sağlayacak modernizasyon yatırımlarını, enerji verimliliğini, yenilenebilir enerjiyi azami bir şekilde desteklemesi dönüşüm sürecine kayda değer bir ivme sağlayacaktır. Güçlü tariflenmiş politika çerçevesi finansmanın sürdürülebilirlik yatırımlarına yönlendirilmesini; finansman mekanizmalarının çeşitlendirilmesini; Ar-Ge ve teknolojinin yeşil dönüşüme odaklanmasını sağlayacaktır. Bu süreçte en önemli gördüğümüz unsurlardan biri de yeşil dönüşümü mümkün kılacak insan kaynağının güçlendirilmesidir. Politika çerçevesinin uygulama rotasının kararlı bir şekilde izlenmesi bu bağlamda önemli bir kaldıraç olacaktır.
Doğal ekosistemleri ve sağladıkları hizmetleri korumak ve geliştirmek tüm paydaşların kritik sorumlulukları arasındadır. İklim değişikliğine bağlı olarak deniz ekosistem dinamiklerinin ve işleyişinin değiştiği göz önüne alınmalı, deniz yönetimi anlayışımız da bu doğrultuda dönüştürülmelidir.
İklim değişikliği halihazırda yaşanan krizlerin etkilerini derinleştirerek eş zamanlı çoklu krizlerin ortaya çıkmasına da yol açıyor. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2023 Küresel Riskler Raporu’na göre biyoçeşitlilik kaybı ve ekosistem çöküşü, iklim değişikliği bağlantılı risklerle birlikte önümüzdeki on yılda en hızlı derinleşmesi beklenen küresel riskler arasında görülüyor.
Bu bağlamda, politika geliştirme süreçlerinde iklim ve biyolojik çeşitlilik krizlerinin beraber ele alınması stratejik önemde olacaktır. İklim krizi ile mücadele ve ülkemizin 2053 Net Sıfır Emisyon hedefine ulaşılması için önümüzde kritik bir eşik bulunuyor. Ekolojik dengeyi, toplumun sosyo-ekonomik faydasını, biyoçeşitliliğin korunmasını merkeze alarak yapılacak çalışmalar bütüncül katkıyı sağlayacaktır.
Denizleri de sağladıkları bütün fayda ve hizmetlerle beraber, bütüncül olarak ele almalıyız. Politika, yönetim ve yönetişimin istikrarlı, birbirini kapsayan ve denetleyen bir yapıda olması da önemlidir. Bandırma’nın kıymetli bilim insanlarımızın katkılarıyla ortaya çıkacak önerilerin bu kritik eşiği atlamada rehber olarak önemli bir işlev göreceğine inanıyorum. İlgili politikaların geliştirilmesi süreçlerine güçlü bir katkı sağlamasını diliyorum.
Sözlerime son verirken her birinizi saygıyla selamlıyorum.
ÖNDER BALIKÇI