SOYKIRIM İNADI ve GERÇEKLER…

SOYKIRIM İNADI ve GERÇEKLER…

Dr. Turhan Çömez düzenledi.SOYKIRIM İNADI ve GERÇEKLER…

Türkiye bir türlü kabuğunu kıramadı. 
Hâlâ dayatılan politikaların, dayanılmaz ağırlığı ile uğraşıyoruz.
Bir adım öne geçtiğimiz, aktif ve belirleyici politikalar ürettiğimiz günler ne zaman gelecek diye soruyorum bazen kendime…
Demokles’in kılıcı gibi tepemize astıkları bir soykırım safsatası ile uğraşırken, acaba bize bunu dayatanlar geçmişlerinde neler yapmışlar, merak ediyor muyuz?
Tarih boyunca, aynı kafanın bize yaptığı zulümler neler acaba, bundan haberdar mıyız?
Ya da bunlarla ilgili bir vizyonumuz, planımız var mı?
Ne yazık ki yanıtım evet değil…
Geçen akşam Kanal B televizyonunda, Gürbüz EVREN’in konuğu olduk. Eski Devlet Bakanı Sayın Sadi SOMUNCUOĞLU ve Doç. Dr. Sayın Abdullah GÜNDOĞDU ile bu gerçekleri konuştuk.
Programın sonunda anladık ki, bu konuları daha fazla konuşmalıyız, tartışmalıyız. Özellikle gençleri daha duyarlı hale getirmeliyiz. Kendi tarihimizi, yakın dünya tarihini çok iyi anlatmalıyız.

Bugün sizlerle, bu anlamda küçük bir tarih gezintisi yapmak istiyorum.
Ve medeniyet dayatanların, madalyonlarının tersini göstermek istiyorum...
• Kristof Kolomb 1492’de Amerika’ya ayak bastığında, kıtada 100 milyon yerli (Kızılderili) yaşıyordu. Aynı dönemde, Avrupa’da 60 milyon, Afrika’da ise 70 milyon insan yaşıyordu. Beyaz adam, öylesine bir katliam, öylesine bir soykırım yaptı ki, bugün Amerika’da yaşayan yerli nüfusun esamisi okunmuyor. Tersinden bakacak olursak, eğer yerli nüfus, yani Kızılderililer, beyazlar tarafından yok edilmeselerdi, bugün Amerika’da Avrupa nüfusunun bir buçuk katı kadar yerli yaşıyor olacaktı. Soykırımın boyutları ortada. Roosevelt: «En iyi yerli, ölü yerlidir diyecek kadar ileri gitmek istemiyorum ama onda dokuzu öyledir.» derken, tarihlerinden ve katliamlarından utanmadıkları görüntüsünü ve¬riyor. Demek, hâlâ kafalar aynı.
• Bir sürgün örneği. Korematsu olayı. ABD’ye ilk Japon göçü 1880’lerde başladı. 1940’lara gelindiğinde ise göçmen Japon sayısı 120 bini buldu. II. Dünya Savaşı sırasında Pearl Harbor baskınını izleyen aylarda, batı yakasından sorumlu General John L. DeWitt Japon kökenli hiçbir ABD vatandaşına güvenemeyeceğini söyle¬yerek, bunların sürgüne gönderilmesini önerdi. Başkan Roosevelt bu öneriyi kabul etti ve 1944 yılında 9066 numaralı kararnameyi imzalayarak, tüm Japon kökenli ABD vatandaşlarını, casusluk ve sabotaja karşı korunmak amacıyla esir kamplarına gönderdi. Sür¬güne gitmeyi reddeden Korematsu, tutuklandı ve beş yıl hapse mahkûm oldu. Hiçbir kanıt ve tehlike olmadan, kendi vatandaşlarını sürgüne gönderen ABD için bu örnek de tarihe düşülen bir not oldu.

• Dresden Soykırımı bir başka vahşet örneğidir. II. Dünya Savaşı’nda yenilen Almanlar, 1945 yılında hızla geri çekildiler. Prusya’dan ve Doğu Almanya’dan kaçan binlerce aile, Dresden şehrine sığındı. Şehirde kısa sürede 1 milyon 200 bin nüfus oldu. Amerikalılar ve İngilizler, savaş bitmesine rağmen öç almak adına şehri iki gün iki gece bombaladılar. Napalm bombalarıyla yakılan şehirde 2 günde 200 bin kişi öldü. Yerle bir olan şehirde, o günlerin en büyük insan ve kültür mezbahası oluştu.
• 1976’da işgal ettiği Vietnam’dan çekilen ABD, geride 2.5 milyon ölü bıraktı. Rambo filmleri ile gözler önüne bir film perdesi çekmeyi başaran ABD, bu insanlık suçunu, dünya kamuoyuna bir zafer gibi takdim etmeye çalıştı.
• Vietnam’ın hatıraları daha tazeyken, Irak’a saldıran ABD, yine demokrasi ve barış getirmeyi vaat ediyordu. Saddam’ın zulmünden kurtulmayı bekleyen sivil halk, yeni bir zulümle karşı karşıya olduğunu çok geçmeden anladı. Irak’ta bugüne kadar 100 bin sivil hayatını kaybetti. Ebû Gureyb işkenceleri, Fellûce katliamı insanlık tarihine bir kara leke olarak geçti.
• Fransızların Cezayir’de yaptıkları ise bir başka vahşet ör¬neği. 1830’da Kuzey Afrika’yı işgal eden Fransızlar, bu toprakları, sosyal, kültürel ve yapısal olarak tamamen Fransız yapmaya kararlıydılar. Asimilasyon çalışmaları yıllarca sürdü. Atatürk’ün Türki¬ye Cumhuriyeti’ni kurması Cezayir için bir umut ışığı oldu. 1931 yılında Ulema Meclisi’ni kuran Şeyh Abdullah Ben Badis: «İslam benim dinim, Arapça benim dilim, Cezayir benim vatanım» sloganı ile yola çıktı. 1954 yılına kadar ulusalcı akım devam etti ve hız kazandı. Fransa bunun üzerine 500.000 asker gönderdi ve Cezayir topraklarında tam 8 yıl katliam yaptı. Geri çekildiklerinde ise, arkalarında 1.5 milyon Cezayirlinin cesedi vardı. İşkence ve katliamların mimarları ise hâlâ Fransa’da yaşıyor.

• Batı’nın ekonomik ve siyasî krizlere 17. asırda bulduğu çözüm ise köle ticareti. Ekonomik sorunlarını çözmek için denizaşırı bölgelere yönelen Avrupalılar, önce sömürge düzenlerini kurdular. 1650’lerden itibaren de köle ticareti başladı. Yüz binlerce köle vatanlarından alınıp gemilerle uzak topraklara taşındılar. Milyonlarcası ise yollarda can verdi. 
• Avustralya yerlilerinin soykırımı ise bir başka dramatik örnektir. 1878 yılında İngilizlerin Avustralyalı yerlilere (Aborjinler) uyguladığı sistematik soykırım tam 60 yıl sürdü. Yüz binlerce yerli öldürülerek topraklarına el kondu. Soylarını yok etmek için kadınlar sistematik olarak kısırlaştırıldı. Yüz binlerce çocuk ailelerinden alındı ve başka yerlere ucuz işçi olarak götürüldü, kimlikleri unutturuldu.
• Norveç ve İsveç’in Sâmi’lere uyguladığı asimilasyon politikası ise halen sürüyor. Asya kökenli Sâmi’ler bu topraklara 4 bin yıl önce geldiler. 1600’lü yıllardan itibaren ise, asimilasyon çalışmaları başladı. Dinî ve kültürel baskı yapıldı. Topraklarını istedikleri gibi kullanma hakları ellerinden alındı. Norveç dilini konuşmayanlara mülk edinme hakkı verilmedi. Ekonomik kısıt¬lamalar getirildi. 
• Yine Norveç, İngiliz bilimci Galton’un arî ırk teorisini hayata geçirmek için pek çok çalışma yaptı. Aşağı değerdeki insanların kısırlaştırılması için yasalar çıkarttı. 1978’e kadar yürürlükte olan yasayla, bütçe ayrıldı ve çok sayıda etnik azınlık göçmenlerin kız çocukları kısırlaştırıldı. 
• Eskimo’ların Grönland’dan sürgünü ise, dünyaya demokrasi dersi verme iddiasında olan Danimarka’nın yüz karasıdır. Eskimolar M.Ö. 2000 yılından beri, Grönland’da yaşarlar. Danimarka ve ABD arasında yapılan bir anlaşma ile 1951 yılında Grönland Thule bölgesinde, askerî hava üssü kurulmasına karar verildi. Thule, yerliler için en önemli balık avlama bölgesi idi. Ancak buradan çıkmaları ve Qaanaq bölgesine göç etmeleri isteniyordu. Eskimolar bir süre direndi ama bölgeye bırakılan kimyasal maddelerle (sular kirlendi), motorize trafik, Eskimoların balık avlama şansını ortadan kaldırdı. Ekonomik darbe yiyen Eskimoların önemli bir kısmı bölgeyi mecburî olarak terk ettiler. Danimarka hâlâ, Eskimo’ların Thule bölgesine geri dönmelerine izin vermiyor.
• Almanların Yahudilere ve Çingenelere yaptığı soykırım ise en iyi bilinen örnek. Mükemmel Alman ırkı hedefiyle, 1.5 milyon Çingene, 6 milyon Yahudi, toplama kamplarında topluca katledildiler. İnsanlık tarihinin en büyük soykırımıydı.
• Yakın tarihimizde ise, Avrupa’nın ortasında bir başka soykırım yaşandı. Srebrenitsa’da binlerce Müslüman, Avrupa’nın gözleri önünde, Sırplar tarafından katledildi. Yakın tarihin en önemli soykırımıydı.
• Balkan göçleri ise, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma döneminin en hüzünlü olaylarıdır. 19. asrın sonunda Balkanlar’da 4 milyon Türk yaşıyordu. Dağılma sürecinde, katliamlar nedeniyle önemli bir kısmı İstanbul’a ve Anadolu’ya göç etti. Balkan göçlerinde ve katliamlarında çok sayıda Müslüman Türk hayatını kaybetti. (1829’da Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasıyla Mora’daki Türkler göçe zorlandı. Bu arada 20.000 Türk katledildi.) Bugün Balkanlarda 500.000 Türk yaşıyor.
• 1828-29 Osmanlı-Rus savaşı akabinde imzalanan Edirne Antlaşması’yla Çerkezler, Rus hâkimiyeti altına girdi. Ardından başlayan katliamlar, 1859’da Şeyh Şâmil’in esir düşmesine kadar sürdü. Bundan sonra baskılar ve zulümler arttı. Kont Yevdokimov planı devreye girdi ve Kafkasya’da sürgünler başladı. 800.000 Büyük Türkiye İçin 2 kişi sürgüne gönderildi. Çoğu yollarda hayatlarını kaybettiler. Önemli bir kısmı Anadolu’ya yerleşen Çerkezler, geniş bir coğrafyaya dağıldılar.
• 1768-1774 yılları arasında, Osmanlı-Rus Savaşları yaşandı ve imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım, Osmanlı’dan koparıldı. Ardından sürgünler başladı. 1800’lü yıllar boyunca devam eden sürgünlerde, 1.5 milyon Kırım Türk’ü, vatanlarından uzaklaştırıldılar. Ancak asıl dram 1944’te yaşandı. II. Dünya Savaşı sonrası Stalin’in emri ile 420.000 kişi vagonlara doldurularak sürgüne gönderildi. Bir kısmı da teknelere bindirildi ve çoğunun tekneleri Karadeniz’de batırıldı. Bir ay süren vagon yolculuğunda kimsenin vagonlardan inmesine izin verilmedi ve 200.000 kişi hayatını kaybetti. Gittikleri yerlerde yıllarca acı çeken Kırım Türkleri hâlâ geri dönmek için çaba harcıyorlar. Kırım Türkleri’ne uygulanan soykırım kendilerinden sonra kültürel olarak da devam etti. Türk evlerinin hepsi yıkıldı. Camiler yakıldı. Mezarlar söküldü. Kırım lehçesi ile yazılmış bütün eserler, tarihî vesikalar, klasik kitaplar yakıldı, bağlar-bahçeler tahrip edildi. Kırım tarihi, düzmece tarihçiler tarafından yeniden yazıldı.
• 4 asır Ortadoğu’yu huzur ve barış içinde yöneten Osmanlı, bu topraklardan çekilince, kaos başladı. 8. asırdan beri Kerkük ve diğer vilayetlerde bir barış ve denge unsuru olarak bulunan Türkmenler, ilk kez 1924 yılında işgalci İngilizler tarafından katledildiler. Katliamlar 1946 ve 1959’da devam etti. 1980’de ise Türkmen liderler topluca katledildi. 1991’de Saddam tarafından topluca öldürülen Türkmenler, son olarak Telafer’de ABD güçleri tarafından katledildiler.
• Kıbrıslı Rumların, Kıbrıslı Türklere karşı uyguladığı soykırımların anıları ise hâlâ çok taze. Kıbrıs’taki ilk etnik saldırılar 1912 yılında (Osmanlı’nın önemli ölçüde güç kaybettiği dönem) başladı. Ardından siyasal, sosyal ve ekonomik boykot ve baskılar başladı. II. Dünya Savaşı’nda, bu psikolojik saldırı altında Kıbrıs Türkleri’nden 14.000’i İngilizler tarafından adadan alındı ve Rumlarla birlikte Almanlara karşı savaştırıldı. (Kendilerine adada Türk varlığının tesis edilmesi sözü verildi.) 1952’de EOKA kuruldu. Makaryos liderliğindeki bu terörist örgüt, adayı Yunanistan’ın bir parçası yapmak istiyordu. 1963-1964 yıllarında terörist saldırılara hız verildi. Yüzlerce köy basıldı. Binlerce insan katledildi, yerlerinden edildi.
• Bulgarların Müslüman Türklere karşı uyguladığı etnik ve kültürel soykırım ise, son yılların en dramatik örneği idi. 9 milyon nüfuslu Bulgaristan’da, 1.5 milyon Müslüman Türk yaşıyordu. 1970 yılında başlayan Yeniden Doğuş Projesi ile 20 yıl süren bir zulüm dönemi yaşandı. Türk ve Müslüman adları değiştirildi. Türkçe eğitim veren okullar ve Türkçe çıkan gazeteler kapatıldı. Camiler kapandı, yıkıldı. Çocukların sünnet olması yasaklandı. Mezar taşları tahrip edildi. Müslümanların bayramlarını kutlamaları engellendi. Kadınların elbiselerindeki motiflere bile yasak kondu. Türklerin yoğun yaşadığı bölgelere askerî birlikler gönderilerek psikolojik tahribat yapıldı. Bunlara direnenler toplama kamplarına gönderildi (Belene). Gösteri yapanlara ateş açıldı. Çok sayıda gösterici öldürüldü. Ve 360.000 Türk zorunlu olarak Türkiye’ye göç etti.
• Yunanistan’ın Batı Trakya Türklerine karşı uyguladığı etnik ve kültürel soy kırım, 1923 yılından beri devam ediyor. Bu baskılar nedeniyle, Batı Trakya’dan göç eden Türk soydaşlarımızın sayısı 400.000’i buldu. Kendi okullarını açamayan, kendi derneklerini kuramayan, kendi müftülerini seçemeyen, sosyo-ekonomik olarak baskı altında tutulan Batı Trakya Türkleri, hâlâ önemli sıkıntılar yaşıyorlar.

• Azerbaycan Hocalı’da ise yakın tarihin en vahşî katliamlarından biri yaşandı. Azerbaycan topraklarının % 20’sini işgal eden Ermeniler, 1.5 milyon Azerî’yi yurtlarından ettiler. 26 Şubat 1992’de Hocalı’ya girdiklerinde ise, 3.000 kişilik kasaba nüfusu¬nun 613’ünü, bir gecede hunharca katlettiler.
•••
Tarihî örnekleri arttırmak mümkün. 
Ancak görüldüğü gibi, sözde Ermeni soykırımı iddiasında bulunan Batı, bir anlamda mazuriyet psikolojisi ile hareket ediyor; kendi tarihindeki insanlık suçlarını unutturmak için bu safsatayı sahipleniyor. Fakat gerçekte bu çabanın arkasında, politik ve ekonomik kazanım beklentileri var. Ve oyunlar buna göre belirleniyor.
Türkler, tarihleri boyunca bu insanlık suçuna, ne taraf oldular ne de bu suçu işlediler. 
Eğer öyle olsaydı, bugün Ortadoğu, tamamen Türkçe konuşuyor olurdu.
Öyle olsaydı, bugün Balkanlar’da, sadece İslam dini olurdu ve Türkçe konuşulurdu.
Türklerin gittikleri yere huzur ve medeniyet getirdikleri, asla Batılılar gibi sömürgeci bir anlayışa sahip olmadıkları, tüm tarihçiler tarafından biliniyor.
Ancak bunu iyi savunmak için, kendi tarihimizi çok iyi bilmemiz ve anlatmamız gerek. 
Edilgen, mahcup tavrımızı terk etmeli, artık bu konuda atak yapmalı ve öne geçmeliyiz.