Tarih: 28.06.2019 02:09

TÜRKLERİN İSLAM MEDENİYETİNE KATKILARI?

Facebook Twitter Linked-in

Ancak en büyük katkıyı yapanların Türkler olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

                Mîlâdî X. asırla birlikte İslâm´a girmeye başlayan Türkler, İslâm medeniyetinin neredeyse tüm alanlarında hizmet üretmişlerdir. Bilim, sanat, edebiyat ve mimari alanlarında eserleriyle dünyanın tanıdığı Türk sanat ve bilim adamları sayılıverse sadece isimleri sayfalara sığmazdı.

                Mimar Sinan´ın camilerini, yüzyıllardır adı dillerden düşmeyen Yunus´un şiirlerini; Mevlanaları yetiştiren Anadolu mutasavvıflarını; Fârâbîleri, Ali Kuşçuları, Bîrûnîleri yetiştiren medreseleri bilmeyen yoktur. Yüce Kur´ân´ın en güzel şekilde yazıldığı şaheserleri meydana getiren hattatları; dinlendikçe içimizi titreden tekbiri besteleyen Itrîyi de unutmamak gerekir.

                Türkler´de haysiyet anlayışı?

                Tarihin derinliklerine doğru uzayıp giden millî hayatlarında Türklerin çeşitli dinleri tanıyıp benimsediklerini sizler bizler iyi biliyoruz. Bu dinlerin birçoğu insanı âtıl ve hareketsiz kalmaya, dünyadan el çekip münzevî bir hayat yaşamaya zorluyordu. İslâm dini ise, iki hayatı birbirine eşit tutuyor, ahiretin dünyada iken kazanılacağını ileri sürerek, dünya hayatına daha çok önem veriyor, günlük yaşayışın her ânıyla yakından ilgileniyordu.

                Müslüman-Türk´ün millî hayatında en bâriz bir şekilde parlayan ve onun millî bünyesine pek uygun düşen bir ahlâk ilkesi de İslâm´ın öğrettiği vakar ve ağırbaşlılıktır. Cemaatle namaz kılmaya başlanmış bile olsa, câmiye gelirken koşup acele etmemeyi, vakar ve sükûneti elden bırakmamayı tavsiye eden (Buharî, Ezan, 21) bir peygamberin ümmeti olmaları itibariyle Müslüman-Türkler, ciddiyet ve temkini, hayatlarının her safhasında millî-dinî bir haslet halinde muhafaza etmişlerdir.

                Avrupalılar, kendi hayatlarına hâkim olan lâubâliliğe Türklerde tesadüf etmeyince çok şaşırmışlardır. Türklerin nâdir güldüğünü, konuşmalarının çok ciddi olduğunu, maksatlarını gayet az sözle anlattıklarını hayretle müşahede etmişler ve bu hâlin onların millî seciyesini teşkil ettiğini söylemişlerdir.

Türklerin öz yapılarında ciddiyet ve vakar vardır. Birde buna Kur´ân-ı Kerîm´in çeşitli vesilelerle telkin ettiği: ?ALLAH´IN HAS KULLARI ONLARDIR Kİ, YERYÜZÜNDE SÜKÛNETLE, VAKARLA YÜRÜRLER.? (25. Furkân Sûresi, 63. Âyet) şeklindeki ahlâk esasları eklenince daha ağırbaşlı oldular. Zaten hadîs-i şerifler de, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) hiçbir zaman kahkaha ile gülmediğini belirtiyordu.

Peygamber (s.a.v.) Efendimizin en yakını, hanımı Hz. Âişe bunu şöyle ifade etmişti:

Ben Rasûlullah (s.a.v.)´ı küçük dili görünecek şekilde kahkaha ile gülerken görmedim.? (Buharî, Edeb, 68.) Rasûl-i Ekrem de Müslüman-Türkler için yegâne hayat nümûnesi olduğuna göre, başka türlü bir davranışta elbette bulunamazlardı.

                Müslüman-Türklerin çalışmaya verdiği önem?

                ?Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.? (53. Necm Sûresi, 39. Âyet) düsturuna gönülden inanan atalarımız, bir ibâdet vecdi içinde durmadan çalışırlardı. Türkiye´de hemen hemen herkes ticâret, çiftçilik, ilim veya san´atla ilgili belirli bir meslekte çalışırdı. Bir meslek sâhibi olmak herkesin en şerefli bir görevi sayılırdı. Padişahlar bile bir san´at öğrenmek zorunda kalırlardı.

                Padişahlardan sırasıyla; I. Mehmet, yay kirişi yapardı. Fatih Sultan Mehmet, meraklı bir bahçıvandı. Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman, kuyumculukla uğraşırlardı. III. Murat, ok başı yapardı. III. Mehmet ile I. Ahmet, kaşık ve okçuların parmaklarına taktıkları yüzükleri yaparlardı. III. Ahmet ve II. Mahmut, mükemmel birer hattattılar. I. Mahmut, abanoz ve fildişinden kürdan yapardı; kuyumculuk sâhasında eserleri ise muhteşemdi. III. Osman, marangozlukta usta idi.

III. Mustafa´nın şâhâne bir atölyesi vardı. Bu atölyede emrindeki memurlarla birlikte para basardı.

I. Abdülhamid, ok ve yay yapmaya meraklıydı. Kendi eliyle insanı hayrette bırakacak mükemmellikte yay ve oklar yapardı. III. Selim, kadınların kullandığı ince kumaşlar üzerine desenler yapardı ve

II. Abdülhamid ise ince marangozlukta pek mâhirdi.

                Boş zamanlarında kuyumculuk yaptığını söylediğimiz ve zamanı, huzur ve bolluk devri olan

I. Mahmut, yaptığı eşyaları sattırır ve bunlarla ufak-tefek ihtiyaçlarını temin ederdi. Yine bir gün işine dalmış çalışırken, vezirlerinden biri yanına yaklaşır ve: ?Şevketlim, milletin hazinesi sizin demektir. Niçin böyle uğraşıp kendinize zahmet idersiz?? deyince, padişah, vezirine şöyle çıkışır: ?Bre ne yabana söylersin. Milletin hazinesini, milletin hizmetine sarfetmek gerekir. Sâniyen, insan olana durmaktan çalışmak gerektir. İnsanın çalışıp alın teri dökerek kazandığı paranın zevki başkadır. İçinde alınteri, göznûru bulunan kazanç helâl olur. Tadı, beti-bereketi

olur.?




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —