Avrupa Birliği ile Sorunlarımızın Temeli: Kültür Ayrılığı mı?
Türkiye'nin Avrupa Birliği ile olan ilişkileri uzun yıllardır iniş çıkışlar yaşıyor. Bu karmaşık ilişkinin temelinde yatan nedenler ise sıklıkla ekonomi, politika ve siyaset gibi alanlarda aranıyor. Fakat ben bu yazıda, bu sorunun temelinin aslında kültürel ayrılıklar olduğuna değinmek istiyorum.
Portekiz, Yunanistan ve İspanya gibi ülkeler de AB'ye girdikleri zaman yoksul ülkelerdi. Bu durum, ekonominin her zaman bir engel olmadığını gösteriyor. Asıl mesele zihniyette.
İspanya iç savaşta "Yaşasın Ölüm!" sloganına sarılmış bir ülkeydi. Yunanistan da iç savaşta en büyük zulümlere sahne olmuştu. Ama sonunda bunları aşabilecek bir toplumsal bilince kavuştular. "İnsan hayatı" denilen kavramın kutsallığını kavradılar ve "can"ın öneminin farkına vardılar.
Türkiye'de ise durum maalesef farklı. Toplumu etkileyen çevreler durmadan "öldürme" propagandası yapıyor. Devlet adına kurşun atanlara tapılıyor; namus cinayetleri anlayışla karşılanıyor, maç nedeniyle milli hisleri kabararak insan öldürenler anlaşılmaya çalışılıyor.
Bu zihniyet, Avrupa Birliği'nin temel değerleriyle taban tabana zıt. AB, insan haklarına, demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne dayanan bir birliktir. Bu değerler, Türkiye'de yeterince benimsenmiş değil.
Türkiye'nin Avrupa Birliği ile ilişkilerini ilerletmek istiyorsa, öncelikle bu zihniyet değişimini gerçekleştirmesi gerekiyor. "Yaşasın Ölüm!" yerine "Yaşasın Hayat!" diyebilmeliyiz. "Can"ın kutsallığını kavrayabilmeliyiz.
Bu değişim kolay olmayacak. Ama imkansız da değil. İspanya ve Yunanistan gibi ülkeler bunu başardıysa, Türkiye de başarabilir.
Unutmayalım ki, Avrupa Birliği sadece bir ekonomik ve politik birlik değil, aynı zamanda bir kültürel birliktir. Türkiye'nin bu birliğe katılmak istiyorsa, öncelikle bu kültürün bir parçası olması gerekiyor.
Yazıma son verirken, şu soruyu sormak istiyorum: Türkiye, "Yaşasın Hayat!" diyebilecek bir zihniyete sahip olabilecek mi?