BAĞLARIN BOZULDUĞU, ÇOTAKLARIN SÖKÜLDÜĞÜ GÜN,
İŞTE O GÜN BU KENT ÇIPLAK, YOKSUL, ZAVALLI KALDI…
Erdek’in tüm bahçeleri o güzel, yeşil yapraklı entarisini kaybetti. Sapsarı, altın renkli gerdanlığını, kara kara, ışıl ışıl parlayan güç kaynağı üzümlerini kaybetti. Üzüm bağlarının o güzel kokusu, pekmezin bereketi, şarabın tatlı muhabbeti kayboldu. İnsanlar, toprağın kutsallığını unuttu.
X X X
Bu küçük kentin bağlarında çeşit çeşit üzümler vardı. Bağın içinde zeytin, meyve ağaçları bulunurdu. Bahçeler bir zenginlik, bir bereket kaynağıydı. Çataklar söküldü bir bir, bağlar bozuldu. Bahçeler yoksullaştı, mahzunlaştı, yalnızlaştı. Üzümün zenginliği, bereketi, pekmezin o muhteşem kokusu, besleyici gücü, şarabın çekici muhabbeti, toprakla insanın buluşma güzelliği yok oldu gitti.
İşte o gün, bu kent çıplak kaldı. Bereketsizlik, yoksulluk insanın yakasına yapıştı.
X X X
Binlerce yıl…
Dünyanın en güzel kanyağı, bu toprağın üzümünden yapıldı. Kapıdağ’ın üzümü dünyaca meşhurdu.
Binlerce yıl…
Yöre insanı ile toprak kokuşa kokuşa, dertleşe dertleşe en güzel, en doğal ürününü bulmuştu. Üzüm.
Üzüm bağları bu toprağın, bu suyun, bu havanın en güzel, en sağlıklı, en bereketli ürünü oldu. Böyle mucize bir doğa bereketi, bir yılda topraktan söküldü atıldı. Zavallı toprak, zavallı insan! Sofraların bereketi kayboldu. İşte o gün, bu kent çıplak kaldı.
X X X
Her sofrada üzüm vardı.
Her sofrada pekmez vardı.
İnsanlar sağlıklı, çocukların yanakları al aldı. Avlularda pekmez kaynatılırdı. Pekmez kokardı sokaklar.
Pekmezde kaynatılan ayva ve kabak dilimleri, çocukların dört gözle beklediği doğal gıdaydı.
ÜZÜM BAĞLARI BU KÜÇÜK KENTİN ZENGİNLİĞİYDİ. SOFRA BEREKETİYDİ. TOPRAKLA İNSANIN MUHABBETİYDİ.
Çataklar söküldü, bağlar bozuldu.
İşte o gün, bu kent çıplak kaldı.
Yoksul, biçare…
