Bu yıl, “Marmara Adası 3. Kitap Günleri”, 5-6-7 Ağustos tarihleri arasındaydı. Geçen yıl, yazısına, sözüne kıymet verdiğim Oya Baydar, Ayfer Tunç gibi edebiyat yelpazesi geniş yazarlarla birlikte olmayı çok istemiştim ama kısmet olmadı. Marmara Adası’nın mazisini az çok bilirdim kitaplardan, belgesellerden, Adalı eşten dosttan... ki en çok da zihnimde yankı bırakan bir Servet-i Fünun dergisinin cümlesinden Ada’ya dair: “Marmara Adası, İsviçre tabiatına dahi muadildir.” Bu nedenle Ada’nın kitap günlerine seyirci turist olarak gitmek hevesim öylesine çoğalmıştı ki hemen denizlere düşmüştüm, omzuma fazla yük olmayacak küçük bir çanta ile Marmara Adası’nın tarihî tahta iskelesine ilk kez ayak basacaktım ben de... (Günü törpüleyerek anlatıyorum.)
Vapurdayım. Türlü türlü hayaller, düşler gelip geçiyor aklımdan. Kalabalık insan seslerinin boğuculuğunu bir şiirle sığlaştırmak için mırıldanıyorum.
“......İstanbul’un mermer taşları
başıma da konuyor, konuyor aman martı kuşları...”
Öyle ya mermerin kalbi Marmara Adası, Marmara Adası’nın kalbi de mermer değil miydi? Ada’yı gördükten sonra anlayacaktım ki güzellikleri taştan çıkarmak imkânsız değildir, sadece zahmetlidir.
Karşımda üç çocuklu bir ailenin en küçüğü, ova yeşili gözleriyle bana kaçamak bir bakış atıyor ve Orhan Veli’den sonra bir Zülfü Livaneli şarkısı sarıyor beni:
“...Gözlerin bir çığlık, bir yaralı haykırış
Gözlerin bu gece çok uzaktan geçen bir gemi…”
Nasıl da mutluydum , kırık dökük bir mutluluk ...O çocuktu daha, ben ise.... günlerime kaç gezi, kaç kitap, kaç iyi insan daha ekleyebilecektim acaba? Şarkıdan sebep değişen bir yörüngedeyim ve Marmara Adası 3.Kitap Günleri’nin onur konuğu Zülfü Livaneli’ye doğru giderken şiirlerle, şarkılarla zayıflığımı gösterecek kadar güçlü olduğuma seviniyorum.
Nihayet denizden yeni çıkmış ağ misali adaya atmıştık kendimizi –yanımda profesyonel fotoğraf makinesi ile arkadaşım - Yaşar Kemal’in, Oktay Rıfat’ın, Tomris-Turgut Uyar’ın; sokaklarını Rum ve Türk şarkılarını dinleyerek arşınladığı, zeytin ve çınar ağaçlarının altında gölgelendiği, yosun ve balık kokan lodosuna yüz çevirdiği, altın suyunu içtiği, teknelerden atlayıp denizi kucakladıkları Ada’nın her köşesinde çektirdiğimiz fotoğraflarla kendimizi güneşe gömmeden sarkacı Zülfü Livaneli söyleşisinin yapılacağı vakte kadar var gücümle itiyorum.
Marmara Belediyesi Avni–Jale Özken Müzesinin bahçesindeyiz artık. Ağustos böceklerinin sesi kesilsin diye bakıyorum, ağaçlara oturduğum sandalyeden. Tam o dakikada TRT eski spikeri Hafize Okan sunumu ile edebiyatımızın orta direği, yazar, besteci, ozan Zülfü Livaneli çağrılıyor. Alkışlarla ağustos böceklerinin sesi yumak olup birbirine dolanıyor. Marmara Adası’nda Zülfü. Livaneli pop star gibi karşılanıyor. Mikrofondaki sıkıntılar öylesine rahatsız edici ki, “Bir Ada Hikâyesi”nin Yaşar Kemal’ini, Livaneli’den dinlemek güçleşiyor… Her şeyde olduğu gibi bu sorun da çözülüyor ilerleyen saatlerde.
Edebiyat, sanat, müzik yolculuğuna adanmış 40 -50 yıllık bir ömrü, 78 yaşında yanı başımda bulmak heyecan vericiydi. Yaşar Kemal’in tek gözü ile gördüğü dünyayı, iki gözü ile göremeyenlere sözü çokçaydı Livaneli’nin. Edebiyatı kategoriye ayırmak kadar insanı da kategoriye ayırmanın yanlışlığı ve huzursuzluğunu vurgularken günceli mizahıyla harmanlayarak okuyan her insanın aklına dayanan sözleri ile Adalıları fethetti, biz Ada konuklarını da mest etti.
Şair-Öğretmen vasfımla imza kuyruklarında, yaz sıcağında, kan ter içinde kitap imzalatmayı terk edeli uzun zaman oldu ama “Gökyüzü Herkesin”di yeryüzüne sığmasak da. Livaneli’nin imzasını iç kapakta görmeye değecek bir şiir kitabıydı elimdeki: “Gökyüzü Herkesindir.”
Zülfü Livaneli’nin imza masasının başında pervaneler gibiydi Adalılar, Marmara Adası Kitap Günleri Kültür İşleri organizasyonundaki görevli eksikliklerinden ötürü karıncalar kadar intizamla sıralanamadık şu “KARINCANIN SU İÇTİĞİ“ güzelim Ada’da....
Zülfü Livaneli’ye, Marmara Adası’na ve güzel insanlarına “merhaba” dedik ya, bize kâfiydi...
4. Kitap Günleri’nde görüşmek ümidiyle...