Fotoğrafların Bıraktığı İzler yazı dizisinde bu hafta hepimizin yakından tanıdığı hafızalarda derinden izler bırakan bir gönül adamı Mevlana Celaleddin Rumi’dir. “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız. Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir” diyecek kadar alçak gönüllü olan Mevlana 30 Eylül 1207 Yılında Afganistan sınırlarında yer alan Belh şehrinde Dünya’ya gelmiştir. Çocukluk yıllarını Belh’te geçiren Mevlana babasının o dönemin sultanıyla görüş ayrılığına düştüğünden, 1212 Yılında Konya’ya göç etmek için yola revan olurlar…
Babasının ünü ve saygınlığı yakın coğrafyada bilindiğinden, göç boyunca her yerde babasına büyük misafirperverlik gösterilmiştir. Konakladığı bölgelerin sultanları kendilerini saraylarda ağırlamak istese de aile her zaman medreselerde konaklamayı tercih etmişlerdir. Göç esnasında, Bağdat, Mekke, Medine, Kudüs, Şam, Malatya, Erzincan, Kayseri gibi yerleri dolaştıktan sonra, 1221 Yılında Konya (Karaman’a) ulaşmışlardır. Karaman’da yedi yıl kaldıktan sonra, Selçuklu hükümdarı Alaeddin Keykubad’ın ısrarı üzerine, Konya’ya yerleşmişlerdir…
Bu tarihte Mevlana babasını kaybeder. Medresenin ve dergâhın bütün yükü omuzlarına biner. Babasının önde gelen müritlerinden Seyyid Burhannedin gelir ve tasavvufi yönden Mevlana’nın yetişmesine yardımcı olur. Mevlana daha sonra, Şam Makdemiye Medresesi’ne gider altı yıl kaldıktan sonra tekrar Konya’ya döner. Hocası Seyyid Burhanneddin vefat ettikten sonra, medrese ile meşgul olan Mevlana hayatını baştan yazıp ve değiştirecek olan adamla tanıştır. Bu adam Şems’ten başkası değildir. 1244 Yılında Konya’ya gelen Şems ile koca bir okyanus olan tasavvuf’a gönül verir…
Şems, alim olmakla birlikte ruhani bir cezbenin tesiri altında bulunan bir kişilikti. Mevlana’yı dolu ve yanmaya hazırlamış bir lamba gibi telakki eden kimseler, Şems’in mevkiini de bir kibritin yaptığı işe benzetirler. Başka bir görüşte, Şems Mevlana’yı ateşe atmıştır. Ancak o ateş öyle güçlü bir ateştir ki, içinde Şemsi’de yakıp kül etmiştir. Şems her gün saatlerce dergahta Mevlana ile birlikte sohbetler edip, sürekli tasavvuf felsefesinin en derin dehlizlerine yolculuklara çıkıyorlardı. Öyle ki, Mevlana günlerce yemeden içmeden Şems ile dergahta sohbetler edermiş. Bu durum karşısında Konya halkının Şems’e olan öfkesi her geçen gün artmış. Mevlana’yı elimizden aldı diye müritleri arasında her gün sıcak tartışmalar yaşanır olmuş. Bu durum karşısında Şems bir gün ansızın ortadan kaybolur. (1246) Mevlana hazretleri Şems’in kaybolmasına çok üzülür ve bir süre kendisini inzivaya çeker…
Bir yıl sonra Şems’in Şam’da olduğunu öğrenen Mevlana, Oğlu sultan Veled ile kendisine hediyeler gönderir ve mutlaka Konya’ya dönmesini ister. Şems bu isteği kabul edip tekrar Konya’ya döner. Mevlana eskisi gibi, neşesi yerine gelir ve Şems ile kaldığı yerden sohbetlerine devam ederler. Ancak Mevlana’nın oğlu sultan Veled’in Şems’e olan öfkesi artar. Çok geçmeden Şems ya öldürülür ya da Şems ortadan tekrar kaybolur. Mevlana yine eski hüzünlü günlerine, Şems’ten yoksun günlere döner. Şam’a Şems’i aramaya gider ancak bulamaz…
Şems’in ölümünden veya gidişinden sonra, Mevlana kendini gece gündüz gazellere ve şiirlere verir. Ağlayışları bütün Konya’nın yüreğini acıtır. Bir yandan gönlünü rahatlatırken, bir yandan da yeni bir dost arayışına girer. Mevlana’nın gönül dostu olarak bulduğu diğer bir kişi de Konyalı Selahaddin-i Zerkubi olur. Zerkubi altın kuyumcusudur. Okuma yazması olmamasına rağmen, Mevlana ile sıcak bir bağ kurarlar. Onunla bir bedende yaşayan tek can gibi bağ kurup yeni şeyh ilan edilir. Mevlana müridlerin irşadını (Doğru yolu gösterme) ona havale eder. On yıl kadar süren bir dostluğun ardından, Selahaddin-i Zerkubi vefat eder…
Mevlana, daha sonra kendisine içindeki nur hazinelerini keşfettiren Çelebi Hüsameddin Muhammed ile tanışır. Hem dostu hem de halife olarak seçer. Hüsamadden Muhammed, ahi şeyhliği yapmış bir sülaleden geliyordu. Bu dostluk on yıl sürer. On yılın sonunda Mevlana ölümsüz eseri olan Meslevi’yi meydana getirir. Böylece muhteşem bir edebiyat ve tasavvuf klasiği olan, Mesnevi tamamlanmış olur. Uzun ve yorucu bir hayatın getirdiği yorgunluk Mevlana’yı yataklara düşürür. Bütün tedavilere cevap vermeyen Mevlana hazretleri, 17 Aralık 1273 Yılında vefat eder. Konya’da bulunan babasının ve Selahaddin-i Zerkubi’nin de defnedildiği yere defnedilir. Sultan Veled sandukanın üzerine bir türbe yaptırarak günümüze kadar gelmesini sağlar. Mevlana’nın sevenleri, onun bir gazalinde de belirttiği üzere, vefat gecesinin bir ayrılık gecesi değil, bir visal gecesi olduğunu söylediler. Bunun için de o geceye Şeb-i Arus (Düğün Gecesi) adını vererek her yıl Şeb-i Arus’un yapılması sağlanır.
Mevlana günümüze sayısız eserler bırakmış olup bunlardan bir kaçı, Mesnevi, Divanı Kebir, Fihi Ma Fih, Mektuplar’dır. Vasiyetinde şu sözlere yer vermiştir. “Size, gizlide ve açıkta Allah’tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, isyan ve günahları terk etmeyi, oruç tutmayı, namaza devam etmeyi, sürekli olarak şehveti terk etmeyi, bütün yaratıklardan gelen cefaya tahammüllü olmayı, aptal ve cahillerle oturmamayı, güzel davranışlı ve olgun kişilerle birlikte bulunmayı vasiyet ediyorum. İnsanların en hayırlısı, insanlara yararlı olandır. Sözün en hayırlısı az ve anlaşılır olanıdır.”…