Bin yıllık kırgınlıktan geliyorum
Heybemde can kırıkları ile dolu
Kalem ezgileri
Hepsi sitemkar ,hepsi ağlamaklı
Ankara eski Ankara değil
Daha sararmış sanki bozkırları
Ve imkansızlıkları ile daha sarp dağları
Evimin taş duvarlarından dökülüyor gözyaşları
Beni yakan vicdansızlar yakmışlar daha bir çok canları.
Güz mevsimi ömrümün ,en koyu hazanında
Ve dökülen çaresizlik kırıntıları avuçlarımda
Kanattıkça kanatıyor
Kırmızıya boyanıyor saflığımda
Sürgün edilmişliğin sitemi vurmuş lafazanlığıma
Bin yıllık araf’ tan geliyorum
Biraz asi , çokça yorgun
Çekecek gücüm yok isyan bayrağını da
Oysa neler biriktirdim sakladım ruhumda
Ha söyledim, ha söyleyeceğim ama
Mühürlü yanmış dilimin ucu da
Azrail kefene sarılı ölülerle hasbıhal de
Bende bir seyirlik ömür
Bir tutam yaşanmışlık
Ölmüş
Yıllarca süren deli dolu yaşanmışlıklarımda
Şimdi geçmiş hayatım
Bir eskicinin en mutena rafında
Hani benim kalemim? Kağıdım
Duygularımı döktüğüm içli satırlarım?
Zebanilerin soğuk nefeslerinde üşüdüm
Cehennem dibi ateşlerinde yandım
Ama hala çocuk yüreğim
Hala ürkek, masum
Ne kadar dinmese de öfkem
Bir gülüşünde bin kere yaşadığım
Bir kez gülsen aydınlık değil
Razıyım olsa da gülüşün yarım.
Ben ölümle tanıdık
Acı ile aşina
Vefasızlıklarla sarmaş dolaş
Hüzünle hal deş
Anlıyorum ki!
Hala bitmemiş kırgınlık suyum
Dinmemiş öfke rüzgarlarım
Ve sönmemiş küslük ateşim
Sence ben bu halimle dönmeli
Yazmalı mıyım bir kelam
Olmalı mıyım bir dize?
Doğmalı mıyım yeniden şiirle?
Üstelik tükenmişken yalaz ateşlerde