(DEVAM) Uzun kışa gebe gecelerde eski sobaya attıkları tezeklerin de bir hükmü yoktu aslında. Birkaç dakika yanıp sobanın içindeki korun hızlıca küle dönmesinin boşluğu her daim yayılırdı evin iki göz odasına.
Firuze yazın Sarıkamış ormanlarından topladığı ıhlamurlar ile demlediği çayından iki bardak getirip koydu kocası Hüseyin’in oturduğu minderin hemen yanına. Bağdaş kurup oturdu yanına. Savaş yıllarının vermiş olduğu çaresizlik bir yanda, iki aslan parçası oğullarının askerde olmasının yokluğu bir yandaydı.
Kasım ayının sonu gelmişti. Şimdiden koyunların samanları yarıya gelmişti. Hüseyin hayvanların kışın ortasında samanları biterse neler yapacağını şimdiden kara kara düşünür olmuştu. Bir akşam yemeğinde Firuze hanımın yazın kendi elleriyle yaptığı tarhana çorbasına kaşık çalacaklardı ki, eski evin tahta kapısı telaşla vuruldu. Hüseyin yer sofradan hızlıca kalkıp kapıya yöneldi.
Ayaz tahta kapının pervazlarından içeriye girmek için zorluyordu. Kapıyı açtı karşısında gençten üç Türk askeri vardı. Selam verdikten sonra içeriye girmek için müsaade istediler. On başı rütbesindeki asker Kafkas cephesine erzak götürmek için köye geldiklerini, muhtarla birlikte her bir hanenin kapısını çalıp, ama az ama çok ne varsa alıp yarın sabah manganın yola çıkacağını söyledi.
Firuze hanım askerlerin yorgun, bitkin halini görünce aklına oğulları geldi. Askerlere sarılıp ağladı, ağladı, ağladı. (DEVAMI VAR)