Zübeyir ÇÖMLEKÇİ

Tarih: 26.05.2022 10:50

(İMAM) NİKÂH (I) NEDİR?

Facebook Twitter Linked-in

          Kelime olarak; birleştirme, bir araya getirme, evlenme / evlilik gibi anlamları olan nikâh, dinde; aralarında evlenme engeli bulunmayan bir erkekle bir kadının hayatlarını birleştirmek için şahitlerin huzurunda açık irade beyanıyla (icap-kabul) gerçekleştirdikleri akit / sözleşme ve buna bağlı olarak eşler arasında meydana gelen ilişkiyi ifade eden bir kavramdır.

          Kur’an bu konuda sadece bilinen şekliyle gayri meşru ilişkiyi yasaklamakla (İsra’:17/32) kalmaz, aynı zamanda açık seçik nikâhlı eş olmanın ötesindeki gizli kapaklı her türlü ilişkiyi de yasaklar (Maide:5/5). Bütün bunların yanında birçok ayette, sadece nikâh akdi ile birbirlerine bağlanan erkek ve kadını zevc=eş (çoğulu ezvac=eşler) diye tanımlamasının da çok özel bir anlamı olsa gerektir. Çünkü nikâhta verilen sözün ağır bir söz / nikâhın sağlam bir akit olduğu (Nisa:4/21) vurgulandığı gibi, verilen sözün sorumluluk gerektirdiği de (İsra’:17/34) özellikle bildirilir.

          Evet, tanımından da anlaşılacağı üzere nikâh bir akittir / sözleşmedir. Ama ticarette olduğu gibi 3 koyup 5 alınacak bir akit değildir. Bu tam anlamıyla bir mutluluk akdidir (Rum:30/21). Mutluluk akdinin temel şartı da almadan vermektir. Bu akdin sağlam ve sağlıklı olarak devam etmesi ise sevgi ve saygı içerisinde sabır ve sadakate samimiyetle bağlı kalmakla mümkündür.

          Buna göre nikah akdi ile birbirlerine bağlanan insanlar; sen-ben mantığıyla bireysel düşünmekten ve yaşamaktan kurtularak biz anlayışını hakim kılan ve hayatlarını buna göre yeniden düzenleyen bir olgunluğa kavuşturmak zorundadırlar. İşte o zaman eşler, Kur’an-ın ifadesiyle hem birbirini tamamlayan ve koruyan (Bakara:2/187) hem de koşulsuz sevgi ve şefkatle kaynaşarak geleceğe daha güvenle bakan bir konuma ulaşabilirler.

 

 

          İnsanın tüm hayatını kuşatan ve doğrudan insanı muhatap alan Kur’an-ın insandan beklentilerini, konuları ve kavramlarıyla söylersek bunların; iman, ibadet, ahlak ve muamelat (hukuki sonuçları olan eylemler) olduğunu ifade edebiliriz. Bunları doğru anlayıp ilkeleriyle birlikte sebep-sonuç ilişkilerini net ortaya koyduğumuz zaman, taşların tam yerine oturduğunu yani neyin nerede olması gerektiğini (hangi davranışın hangi konuyla ilgili olduğunu) tereddütsüz daha iyi görebiliriz.

          Kur’an; iman, ibadet, ahlak ve muamelatla ilgili tüm konularda ilkelerini, ölçülerini, hedef ve beklentilerini hiçbir ayırım yapmadan hem açık açık hem de örnekleriyle anlatır. Fakat çok enteresandır ki, Allah; kendisine karşı sorumluluklarda (iman ve ibadet) eksik, yanlış ve kusuru olanlarla ilgili dünyaya ait bir yaptırım öngörmezken, ahlak ve muamelatla ilgili konularda sadece ahirette değil dünyada da bir yaptırım istediğini açıkça vurgular. Şüphesiz bunun sebebi; ahlak ve muamelat konularının sadece Allah'la insan arasında kalmayıp diğer insan ve varlıkların hayatını da doğrudan ilgilendirmesindendir.

          Kur’anda nikâh, türevleriyle birlikte 19 ayette geçer. Bu ayetleri bağlamlarıyla birlikte okuduğumuz zaman nikâhın, eşlere karşılıklı hak ve sorumluluklar yüklediği çok açık bir şekilde görülür. Ayrıca eşler arasındaki sorunların, aile mahremiyetine ve ahlaki ilkelere bağlı olarak önce aile içinde çözülmesi / aile danışmanlığı (Nisa:4/35), sorunların çözülemediği ve ayrılmak gerektiği durumlarda da şartları yerine getirilerek nikâh bağının güzellikle sonlandırılması (Bakara:2/229) ve bu sonlandırma ile doğacak hak ve sorumluluklara da dikkat edilmesi gerektiği net olarak açıklanır. Hatta eşler ayrılsalar bile, kan bağı ile devam eden bir bağın varlığı nedeni ile (çocuklar-torunlar vb) aralarındaki bağın isteseler de tamamen kopmayacağına dikkat çekilir (Nisa:4/23-Furkan:25/54). 

          Bütün bunlar, İslam dininde nikâhın ahlak ve muamelat (hukuk) bölümünde yer aldığını açıkça ortaya koyan deliller olmasına rağmen bir ibadet gibi algılanması ve Kur’an-ın gelişinden yaklaşık 1000 yıl sonra ortaya çıkarılan bir uygulama (İmam Nikâhı veya Dini Nikâh), nasıl olmuş da gerçeğin yerini alarak telafisi mümkün olmayacak derecede tarafları mağdur eden (özellikle de kadını) bir yapı oluşmuştur.  Aslında bazı mezheplerin görüşlerinde nikâhın ibadetle ilişkilendirilmesinin de doğrudan değil, insanın hayatını daha iyi bir düzene sokarak haramlardan koruyacağı ümidi ile dolaylı  (ima yoluyla) bir anlatımla ifade ettikleri görülür. Fakat sonradan gelenler (geleneği ve mezhepleri din diye takip edenler) işi sulandırarak konuyu asıl mecrasından çıkarmış ve bugünkü noktasına kadar kadar getirmişlerdir.

 

 

          Son Nebi Muhammed Aleyhisselam, Allah’ın Elçisi olarak Kur’an-ı tebliğ ederken aynı zamanda toplumunu hem yönetiyor hem de sorunlarını çözüyordu. Nitekim Muhammed Aleyhisselam nikâhla ilgili uygulamada şahitlikle birlikte açıklık ve aleniyete çok önem verdiği için def (o günkü en önemli çalgı ve duyuru aleti) çalarak nikâhın ilan edilmesini istiyordu. Pekiyi O’nun vefatından sonra toplum nasıl yönetilecek ve sorunlar nasıl çözülecekti? Esasen bütün sosyal konulardaki sorunların temelinde de bu soru yatmaktadır. Çünkü Nebi ve Resülllerin vekilinin olması asla mümkün değildir. Tarihte bildiğimiz halifeler de Allah Resülü Muhammed Aleyhisselamın Vekili değil, siyasi manada toplumun yöneticileriydi. Nitekim önce Ebubekir için Allah Resülünün Halifesi, sonra Ömer için Allah Resülünün Halifesinin Halifesi demişlerse de böyle devam edemeyeceğini gördüklerinden bundan vazgeçmişler ve halifelere mü’minlerin yöneticisi anlamında “Emir-el Mü’minin” demişlerdir.

          Tarihi kaynakları incelediğimiz zaman ilk dört halife döneminden itibaren nikâhların resmi kayıt altına alındığına dair bilgiler olduğunu görürüz. Nitekim ikinci Halife Ömer zamanında divanlar kurulmuş, nüfus sayımı yapılarak beytülmâl (devlet hazinesi) harcamalarına esas olmak üzere halkın isimleri kaydedilmiştir. Emevîler zamanında da bu sayımlar düzenli olarak devam etmiştir. Bu sayımlarda doğal olarak evlilikler (aile birliği) de tescil edilmiş oluyordu.

          İlk dönem fıkıh kaynaklarında da nikâhın sosyal ve hukuki bir kurum olarak öneminden, akit türü olarak unsur ve şartlarından bahsederken özellikle açıklık / aleniyet ile şahitlikten, buna bağlı olarak ortaya çıkan hak ve sorumluluklarla evliliği sona erdiren şartlar sıralanarak nikâhın hukuki bir işlem olduğu açıkça ortaya konmuştur. Çünkü okuryazarlığın yaygın olmadığı ve hukukun gelişmediği toplumlarda aleniyet ve şahitlik çok önemli bir denetim mekanizması olarak görülmüştür. Ayrıca bu özelliğinden dolayı, tarafların olmadığı ya da gizli kapaklı ve şahitsiz yapılan nikâhların geçersiz olacağı üzerinde de önemle durulmuştur.

          Sonraki Müslüman toplumlarda da nikâhların Kadı (bugünkü hakim) tarafından kıyıldığı veya nikâh için kadıdan izin alındığı görülmektedir. Selçuklu Devleti zamanında verilen kadı beratlarında bu hususun yer aldığı son derece açıktır. Memlûkler zamanında da kadıların nezâreti (gözetimi-denetimi) altında “Akkâdü’l-Enkiha” denen nikâh kıyma memurları görevlendirilmiştir.

          Böylece başlayan ve devam eden nikâhın kamu denetimi ve devlet güvencesi altına alınmasının, Osmanlıda daha da olgunlaşarak yasal bir statüye kavuşturulduğu mahkeme sicillerinden anlaşılmaktadır. Hatta Yıldırım Bayezid devrine ait mahkeme harçları listesinde resmi nikâh harcı da bulunmaktadır. Sonraki yıllara ait kanunnamelerde de nikâh harcının hep devam ettiği görülmektedir. Bilindiği gibi 16. yy Osmanlı topraklarının en geniş olduğu dönemdir. Bu dönemde kadılarla birlikte bazı yerlerde müftü ve imamlara da kadının vereceği bir izin belgesiyle nikâh kıyma yetkisi verilmiştir. Daha sonra da 1881 Sicilli Nüfus Nizamnamesi’nin 23.maddesinde “Müslümanların nikâhlarının mahkeme-i şer’iyyeden ve gayrimüslimlerin nikâhlarının da ruhânî reislerinden alınacak izinnameler üzerine kıyılması, nikâhın kıyılmasından azâmî 8 gün sonra, nikâhı kıyan imam veya ruhânî reis, keyfiyeti sicill-i nüfus memuruna bir ilmühaber tanzim ederek bildirecektir.” şeklinde hükme bağlandığı görülmektedir (Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları, Sayı 2, 2006). Hatta izin almadan nikâh kıyan veya kıydığı nikâhı süresi içinde mahkemeye kaydettirmeyen imamlarla ilgili açılmış olan davaların olduğu mahkeme kayıtlarından anlaşılmaktadır. Halen ülkemizde devlet eliyle yapılan uygulama (yasalardaki durum) da bunun aynısıdır.

 

 

          İşte bugün halk arasında İmam Nikâhı veya Dini Nikâh diye bilinen uygulamanın, Osmanlı döneminde müftü ve imamlara nikâh kıyma izninin verilmesiyle başlayan sürecin zaman içinde yerleşip kalması, hatta şartların bahane edilerek suistimal edilmesiyle nikâhın devlet güvencesinden uzak tutulmasından başka bir şey değildir. Tam da burada eskilerin “Galat-ı meşhur, lügat-i fasihten evladır” (meşhur olan bir yanlış, sözlükteki doğrudan daha geçerlidir) sözü ne kadar anlamlı geliyor değil mi? Çünkü büyük çoğunluk; bu konuda Allah kitabında ne diyor? Allah’ın Elçisi nasıl örnek olmuş ve uygulamış? Diye hiç sorgulamadığı için; nerede, ne zaman ve nasıl ortaya çıktığını bile bilmediği bir konuda gördüğünü ve duyduğunu din zannetmeye devam ediyor. Ya, toplumun bu şekilde yanlış yönlendirilmesini sağlayan ve kendilerini din adamı / din alimi diye tanıtanlara ne demeli?

          İslam, insan fıtratına uygun tabii ve kolay bir dindir. İlkeleri ve ölçüleri açık, net ve anlaşılırdır. İkilemlere ve sürprizlere yer yoktur. Eğer bugün; ilke ve ölçülerinde açık ve netlik yok gibi görülüyorsa, din adına ikilem ve sürprizlerden kurtulamıyorsak, bunun; tamamen dini anlattığını söyleyenlerden kaynaklandığı bilinmelidir. Onun için yukarıda da ifade ettiğim gibi nikâh hukuki bir akittir. Bunun dinisi, dinsizi olmaz. Onun için bugün İmam Nikâhı / Dini Nikâh (tek başına), sadece adıyla değil işlevsel olarak da doğru ve yeterli değildir. Zaten burada akdin dışında İmamın yaptığı tek farklı şey duadan ibarettir. Dua da nikâhın kesinlikle bir parçası değildir. Her hayırlı iş için her zaman yapılabilir ve yapılması gerekir.

          Böylesine önemli sosyal bir konudaki yanlış, doğal olarak olduğu yerde kalmıyor, domino etkisi yaparak insanları ve toplumları etkilemeye devam ediyor. Tabi bu konuda en çok mağdur olan da genelde  kadın oluyor. Hemen burada Allah’ın Kur’anda belli ilkeler ve kurallar koyduktan sonra 14 yerde “…Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, sakın onlara yaklaşmayın” diye uyardığını, bu uyarıların 9 tanesinin de kadın haklarıyla ilgili olduğunun özellikle bilinmesini isterim.

          Günümüzde sadece İmam Nikâhı kullanılarak / suistimal edilerek sebep olunan mağduriyet ve haksızlıkları 4 başlıkta özetlemek mümkündür. Bunlar:

          1- Çocukların evlendirilmesi,

          2- Sözüm ona daha iyi dindarlık adına, evlenmeden önce nişanlılık dönemde nikâh kıydırılması,

          3- Devletin denetim ve güvencesinden kaçarak çok evlilik yapılması,

          4- Ölen anne veya babasının emekli maaşını alabilmek için mahkemede boşandıkları halde karı-koca hayatının devam ettirilmesi.

          Bu nasıl bir insanlık, bu nasıl bir Müslümanlık? Hem çocuk diyeceksin, hem de evlendireceksin. Bunun için dini ve ilmi bilgiye bile gerek yoktur. Akıl ve vicdan, bunun kesinlikle doğru olmadığını hatta her yönüyle sakıncalı ve tehlikeli olduğunu rahatlıkla anlar ve kabul eder. Çünkü evlilik için sadece akil baliğ olmak yetmez. Sosyal, kültürel ve ekonomik yönden evliliği sürdürebilecek / sorumluluğu taşıyabilecek bir olgunluk da gerekir. Aslında Nisa Suresinin 6.ayeti tam da bunu anlatır. Her konuda felan mezhep ne demiş, felan tarikat nasıl yorumlamış, ulema hangi fetvayı vermiş, televizyonların popüler hocaları olayı nasıl değerlendiriyor? Diye merak edenler... Bir sefer olsun, Allah ne diyor? Diye merak edip Kur’an-ı anlamak için okusalardı, evliliğin akil baliğ olmayla değil, rüşt çağına girmeyle başladığını kesinlikle göreceklerdi.

          Nikâhı devlet güvencesine almadan gerek nişan döneminde gerekse çok eşlilik için sadece İmam Nikâhı kıyanlar. Bu türdeki insanlar için iki durum söz konusu olabilir. Ya yaptıkları işin doğuracağı sonuçların farkında değiller, ya da bu sonuçları umursamıyorlar. Her iki durumda birbirinden tehlikelidir. Esasen bu sorumluluğu taşımayacak insanlarla normal evlilik bile doğru değildir. Bunların ayrılması durumunda hukuki süreç normal prosedürle işlemeyeceği için sayısız sorunlar arka arkaya sıralanacak ve mağduriyetler artacaktır. Böylece doğru zannedilerek yapılan bir yanlış, sonunda geri dönülmez ve telafisi imkânsız sorunlara kapı açmış olacaktır.

          Son yıllarda, ölen anne veya babasının emekli maaşını alabilmek için hukuken ayrılan ama karı-koca olarak yaşamaya devam eden insanların sayısında bir artış olduğunu, hatta bir kısmının yasal yaptırımlara maruz kaldığını medyadan sıkça duyuyoruz. Bu nasıl bir ahlak anlayışının sonucu ortaya çıkıyor? Doğrusu anlamakta zorlanıyorum. Çünkü ahlak, bütün davranışlarımızı (iman, ibadet ve muamelat) doğrudan ilgilendiren bir erdemdir. Eğer bir işte (burada nikâhta) ahlak devre dışı kalmışsa, hukuki sonuçlar başta olmak üzere sosyal, kültürel, ekonomik ve her konudaki sorunlara da kayıtsız kalınacak demektir. Bütün konuları detaylandırmaya hiç gerek yoktur. Çünkü dinin ilk basamağı olan imanda bile ahlak yoksa, Kur’an-a göre o iman; insana doğru diye kötü ve yanlışı emreder (Bakara:2/93).

          Şimdi soruyorum. Bu konularda mağdur olan tarafın hakkını ve hukukunu kim, hangi sıfatla koruyacak ve zararını nasıl telafi edecektir? Bu sorunun cevabı verilemeyeceği için, bu konularda sadece yanlışı yapanlar değil, alet / aracı olanlar, görmezden gelenler ve teşvik edenler de aynı derecede sorumludurlar.

          Onun için herkes yapacağı her işi önce akıl ve vicdan süzgecinden geçirmeli. Bilmediği şeylerin arkasından körü körüne gitmemeli ve yaptığı her şeyin mutlaka bir sorumluluk doğurduğunu (İsra':17/111) bilmelidir. Ne var ki, Allah’ın; aklını kullanmanın insanca yaşamanın en temel şartı olduğunu (Enfal:8/22) ve aklını kullanmayanların pislik içinde yüzeceğini açık açık bildirmesine (Yunus:10/100) rağmen, bu bilgi bazı insanlara hâlâ yeterli gelmiyorsa, onlar için yapılabilecek bir şey kalmamış demektir.

26 / 05 / 2022  -  Zübeyir ÇÖMLEKÇİ


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —