Zübeyir ÇÖMLEKÇİ

Tarih: 01.02.2024 10:26

İYİ BAŞLAYICI KÖTÜ BİTİRİCİ

Facebook Twitter Linked-in

          Almanya’da görevli olduğum yıllarda, Almanların Türkler için; “iyi başlayıcı kötü bitirici” değerlendirmesi yaptıklarını çok duymuştum. Devlet ve millet olarak genel durumumuza baktığımızda, bu değerlendirmenin yanlış olduğu da söylenemez. Elbette ülke içinde ve dışında çok başarılı istisna örneklerimiz var. Ancak; istisnaların kaideyi bozmadığını biliyoruz.

          Her alanda başlangıçlar insana heyecan ve mutluluk verir. Bir okulu kazandığınızı veya mezun olduğunuzu, birini aşkla sevdiğinizi / evlendiğinizi ya da çocuğunuzun olduğunu, istediğiniz işe girdiğinizi veyahut işyeri sahibi olduğunuzu düşünün. Bu durumlarda mutlu ve heyecanlı olmamak, doğal olarak zaten mümkün değildir. 

          Ancak önemli olan; bu heyecan ve mutluluğu, moral ve motivasyonu sürdürülebilir bir şekilde işin sonuna kadar götürebilmektir. Hem başarılı ve verimli sonuçlar almak hem de heyecan ve mutluluğun artarak dalga dalga nesillere aktarılmasını sağlamak bununla mümkündür. Çünkü her sonuç, aynı zamanda yeni bir başlangıçtır. Onun için sonuçlar başarılı, verimli, heyecanlı ve mutlu olursa, bu durum yeni başlangıçları da doğrudan etkileyecektir.

          Peki biz; neden çok iyi niyetlerle hazırlanan ve sadece günümüzü değil, geleceği de kurtaracak projeleri aynı duyarlılık, heyecan ve motivasyonla sonuna kadar götüremiyoruz? İşin daha da kötüsü, sonuçsuz kalan projeleri başlangıçtaki gibi neden sahiplenen çıkmıyor?  Mesela her iktidar döneminde farklı isimlerle çeşitli kesimlere uygulanan ekonomik teşvikler / destekler, neden bir türlü amacına ulaşmıyor? Sonunda da devletin uğradığı büyük zararlar, suçlusu halkmış gibi neden hep milletin sırtına yükleniyor? 

          Geriye doğru baktığımızda yıllardır hep enflasyonla mücadele ettiğimizi, daha doğrusu enflasyonla yaşamaya alıştırıldığımızı görüyoruz. Her seferinde yeni kurulan hükümetler, yeni bakanlar ve yeni programlar, çok ümit verici bir şekilde ortaya konduğu halde neden sonuç değişmiyor? Aynı şey eğitim içinde geçerli. Her yeni bakan ve programı büyük değişiklik yaratacak gibi gösterildiği halde neden sonuç alamıyoruz? Hem de bu sefer oldu galiba derken, tekrar neden başa dönüyoruz?

Burada; Herkes Kendini Bulabilmeli!

          Kanaatimce bu soruların bütün alanlar için ortak cevabı şunlar olsa gerektir: Tüm paydaşların, ön yargı ve özel beklentilerden uzak, samimiyetle projelerin ilke ve hedefleri doğrultusunda hareket etmemeleri. Sürecin; amacına uygun sonuç odaklı yapılandırılarak takip edilmemesi. Projelerin; yasalar ve toplumsal hayatla tam bütünleşmesi yerine, uçuk ve hayali denebilecek şekillerle ortaya konması. Tabi çoğu zaman, dostlar alış-verişte görsün kabilinden atılan adımlar da işin tuzu-biberi olmaktadır.

          42 yıllık görev sürecinden sonra emekli olan bir eğitimci olarak, 15 yıl okullarda uygulandıktan sonra kaldırılan bir uygulamayı örnek vererek konuyu değerlendirmek istiyorum.

        Hatırlarsanız, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından İlköğretim ve Ortaöğretim Kurumlarında 2004-2005 Öğretim Yılından itibaren uygulanmak üzere “Demokrasi Eğitimi ve Okul Öğrenci Meclisleri” adıyla bir proje yürütüldü. Uygulamayı düzenleyen Yönergenin 5.maddesi, projenin amacını şöyle ifade ediyordu:

         “Cumhuriyetimizin demokrasi ile güçlendirilmesi; öğrencilerimizde yerleşik bir demokrasi kültürünün oluşturulması, hoş görü ve çoğulculuk bilincinin geliştirilmesi, kendi kültürünü özümsemiş, millî ve manevî değerlere bağlı, evrensel değerleri benimseyen nesillerin yetiştirilmesi; öğrencilere seçme, seçilme ve oy kullanma kültürünün kazandırılması; katılımcı olma, iletişim kurabilme, demokratik liderliği benimseyebilme ve kamuoyu oluşturabilme becerilerinin kazandırılması amaçlanmaktadır.”

          1739 sayılı Milli Eğitim Temel kanununa dayanarak ortaya konan bu amaç, aklı başında hiç kimsenin, hele hele hiçbir eğitimcinin karşı çıkacağı bir hedef olamazdı. Ancak MEB bu uygulamayı 2013 yılına kadar TBMM Başkanlığı ile birlikte yürüttü. 2013 yılında TBMM Başkanlığının projeden çekilmesiyle MEB 2019 yılına kadar tek başına yürüttü. 17.04.2019 tarihli 7821597 sayılı olurla da tamamen yürürlükten kaldırdı. Hiç kimse de neden uygulamadan kaldırıldığını sorgulamadı. Çünkü proje zaten ölü doğmuş ve ülke geneline baktığımızda hiç de amacına hizmet etmemişti. Şöyle ki:

          Her şeyden önce yukarıdan aşağıya proje tanıtılırken, meclisi oluşturacak öğrenciler (özellikle meclis başkanı) sanki okulu yönetecek, hatta okul müdürünün bile üzerinde bir etki ve yetkiye sahibi olacak havası yaratıldı. Halbuki projenin amacı öğrencilerin;

-Samimi,

-Geçimli,

-Hoşgörülü,

-Sorumluluk sahibi,

-Görevinin bilincinde,

-Grup halinde çalışma ehliyetine haiz,

-Başkalarının fikirlerine saygı gösteren,

-Önerilerde bulanan ve önerileri saygıyla dinleyen,

-Olaylar ve sorunlar karşısında inisiyatif kullanabilen,

İnsanlar olarak yetişmelerini sağlamaktı. Onun için projenin bir ayağı, daha işin başında balon olup patladı.

          Projenin diğer ayağına gelince: Kendileri açık / şeffaf ve demokratik yolla, hukuk ve ahlaka uygun ilke ve ölçülerle göreve gelmeyen okul ve bazı üst yöneticilerin, öğrencilere demokrasiyi öğretecek olmasıydı. Tüm toplum katmanları gibi okul idarecilerinin nasıl atandığını öğrenciler de çok iyi biliyordu. Uygulama başladığı yıllarda ben de Bandırma Anadolu Lisesinde yöneticiydim. Sınırlı sayıdaki yönetici dışında okulların çoğunda okul idaresinin (hatta ilçenin), ilçede İlçe Milli Eğitimin, ilde İl Milli Eğitimin istediği ve belirlediği öğrenciler seçilerek öğrenci meclisleri oluşturulmaya başlamıştı.

          Bu zincir son halkasına kadar böyle gidince, durum kısa sürede kanıksanır oldu. Böylece proje öğrencilere düşünce ve ifade özgürlüğünü kazandırıp demokrasi bilincini geliştireceği yerde; akıllarını nereye, nasıl ve niçin ipotek vermeleri gerektiği yaşanarak öğretilmiş oluyordu. 

Hangisi, Değersiz ve Gereksiz Olabilir?

          Maalesef toplumsal alanda ahlaki erozyon çok hızlı yol alıyor. Bunun sebebi; sorunların kaynağına inip ona göre ilmi, hukuki ve ahlaki çözümler üretmek yerine, yapay ve palyatif sebepler üzerinden çözüm aramaktan başka bir şey değildir. Bu da maalesef, ülkemize tamamen insan ve zaman kaybı olarak geri dönmektedir.

          Mesela Allah’ın Elçisi Muhammed Aleyhisselam “Din; nasihattir” diye açıklar. Ama buradaki nasihati, Türkçede öğüt anlamında kullandığımız nasihat zanneden sözüm ona bazı hocalar ve yöneticiler, daha çok dini öğüt vererek sorunları çözeceklerini düşünebilmektedirler. Halbuki buradaki nasihat; her türlü gösterişten uzak içtenlik ve SAMİMİYET demektir. Nitekim Tahrim:66/8 ayetinde Allah; İnananların tövbelerini samimiyetle yapmalarını isterken aynı kelimeyi kullanmaktadır.

          Allah’ın evrene koyduğu fiziki yasalarla (Kader) toplumsal hayata koyduğu sosyal yasalara (Sünnetüllah) uygun hiçbir sabitesi olmayan. İlmi, hukuki ve ahlaki hiçbir ilke ve ölçüye dayanmayan. Sadece birilerinin (üst yönetici, siyasetçi, sendikacı …) istemesi üzerine görevlerin ve devlet imkanlarının dağıtıldığı bir yerde yalnız demokrasiyi değil, ne kadar uğraşırsanız uğraşın, dini de öğretemezsiniz. Ya da öğrettiğiniz din, Allah’ın dini olmaz.

         Ehliyet ve liyakatine güvenmek yerine; çaldığı kapıların çokluğuna, öptüğü el-eteğin sayısına ve uyduğu emir-komutadan dolayı mekanik bir yapıya dönüşen bazı idarecilerin, sosyal platformlardaki profillerinin altına; “Rızkı veren Hüda’dır, kula minnet eylemem” diye yazması ise, Kur’anın deyimiyle MÜNAFIKLIK ’tan başka bir şey değildir. 

          Bir göreve talip olurken veya atanırken, sorumluluğun altında ezilmeden layıkıyla yapabilecek miyim? Diye sorgulamak ve kendini ona göre hazırlamak yerine, arkasını dayadığı yerlere güvenenler. Her şeyden önce alacağı parayı hesap eden, sonra da bu paraya bu kadar iş olur diyenler. Bir görev / makam kapayım da ne olursa olsun diyenler. Hatta aldığı eğitim, bilgi ve becerisi dışındaki alanlarda yönetici olmak için yarışanlar. 

          Birileri istemiyor diye, ona yaranmak için kadim dostlarını satanlar ve hedef tahtasına koyanlar. Zamanın iktidarının ortaya koymak istediği projeler ve hayat felsefesiyle uzaktan yakından ilgisi olmadığı halde, aynı anlayışı taşıyormuş gibi görünerek makam-mevki kapmak için kendisini inkar edenler. Acı bir tecrübe ile yaşadığımız FETÖ olayında iki tarafı da idare ederek hangisi kazanırsa kazansın mutlaka karlı çıkacağını düşünenler ve şimdilik karlı çıkmış görünenler. Her ne şekilde ve nereye olursa olsun, akıl ve vicdanlarını başkalarına ipotek ederek, kumandası başkasının elindeki robota dönüşenler. 

          Çok uzatmaya gerek yok. Bu anlayışların hiçbirisi, sahiplerini asla İYİ BİTİRİCİ yapmayacaktır. Başarılı olsalar bile, onların bu benim eserim diye gösterebileceği bir sonuçları olmayacaktır. Çünkü ulaştıkları sonuç, hiçbir zaman kendilerine ait olmayacaktır.

          Diğer taraftan; sistemin böyle işlemesiyle, iyi Müslüman yetiştirileceğini düşünenler varsa, büyük bir yanılgı içinde olduklarını bilmelerini isterim. Çünkü İYİ MÜSLÜMAN olmak, önce İYİ İNSAN olmakla mümkündür. Belli sabiteleri olup ona uygun ilke ve ölçüleri olmayanlarla kimlik ve kişiliğini kaybedenler, hiçbir zaman iyi bir insan olamazlar. Onun için böyle bir durumda, asla iyi Müslüman yetişmeyecek ama örneklerde görüldüğü gibi, çok iyi MÜNAFIK yetişecektir.

          Benden söylemesi!..

Bu Bayrak, Hepimizin!

01 / 02 / 2024 – Zübeyir ÇÖMLEKÇİ


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —