Eğitimci yazar Soner Atabek yazdı


Kalplerimiz Neden Çoraklaştı? Bir Kelimelik Cevap: Sevgisizlik

Kalplerimiz Neden Çoraklaştı? Bir Kelimelik Cevap: Sevgisizlik


Geçenlerde markette sıra beklerken önümdeki beyefendinin telaşını gördüm. Telefonla hararetli bir şekilde konuşuyor, bir yandan da sürekli saatine bakıyordu. Anlaşılan birine yetişmesi gerekiyordu ve oldukça gergindi. Tam o sırada, yanımızdaki tezgâhtan düşen bir paket yerlere saçıldı. Beyefendi, telefonda konuşmasına rağmen, bir an olsun tereddüt etmeden eğilip paketleri toplamaya başladı. İşte o an düşündüm: Belki de umut hala var. Belki de içimizdeki o minicik sevgi kıvılcımı, bütün bu karamsarlığın arasında hala yanıyor.

Ama sonra aklıma, her gün gazetelerde okuduğumuz, televizyonlarda izlediğimiz o acı haberler geliyor. Komşusu açken tok yatan bizden değildir diyen bir peygamberin ümmeti olarak, yanı başımızdaki açlığa nasıl bu kadar kayıtsız kalabiliyoruz? Dünyanın bir köşesinde insanlar bir lokma ekmek için can verirken, diğer köşesinde israfın sınırları zorlanıyor. Albert Camus’nun dediği gibi, "Dünyanın en büyük kötülükleri, cehaletten değil, insanın insan olmaması yüzünden çıkar." İşte tam da bu noktada, o tek kelime çınlıyor kulaklarımda: Sevgisizlik!

Kendi küçük dünyamızdan çıkıp biraz daha geniş bir açıdan baktığımızda da manzara pek iç açıcı değil. Avrupa’nın bitmek bilmeyen siyasi çekişmeleri, Afrika’nın dinmek bilmeyen açlık çığlıkları, Ortadoğu’nun kanla ve gözyaşıyla yoğrulan coğrafyası… Ve Amerika, o rengarenk coğrafya bile aynı "namussuzluk" gölgesinde salınıyor. Tıpkı Tolstoy’un "Savaş ve Barış"ında anlattığı gibi, insanların hırsları ve bencillikleri, coğrafyaları aşan bir karanlık yaratıyor. Bütün bunlar, aslında buzdağının sadece görünen kısmı. Asıl derinlerde yatan o buz gibi sebep ise hiç değişmiyor: Sevgisizlik.

Kendi yurdumuzun sokaklarına döndüğümüzde de benzer bir tabloyla karşılaşıyoruz. Eğitimden kültüre, şehirden ahlaka, liyakattan hakkaniyete kadar pek çok alanda tekrar eden hatalarımız, bir türlü aşamadığımız sorunlarımız var. Öğrenci diplomasını hayatının sigortası sanıyor, öğretmen mesleğini sadece bir geçim kapısı olarak görüyor, doktor hastasına ticari bir meta gibi yaklaşıyor. Asker nöbetinin bitmesini iple çekiyor, avukat suçlu bildiği müvekkilini aklamayı başarı sayıyor, din görevlisi makamının anlamını idrak etmekte zorlanıyor, siyasetçi koltuğunu yakınlarına rant dağıtma aracı olarak görüyor. Bürokrat işi kılıfına uydurmayı esas işinden daha iyi biliyor, memur mesai saatlerini dedikoduyla geçiriyor, işçi işini savsaklıyor, müteahhit malzemeden çalıyor, tüccar üç kağıt peşinde koşuyor. Hatta milyoner dileniyor, anne şefkatini unutuyor, baba sorumluluğunu hiçe sayıyor, evlat terörist olabiliyor…

Hepsi, büyük bir sorunlar ağacının birbirinden çirkin meyveleri gibi. Ama aslında hepsi, o derinlerdeki tek bir kökten besleniyor: Sevgisizlik. Necip Fazıl’ın dediği gibi, "Tohum saç bitmezse toprak utansın/ Hedefe varmayan mızrak utansın." Bizim de bu kadar sorunun arasında boğulmamızın sebebi, belki de o tohumu doğru yere ekmeyi unuttuğumuz, yani sevgiyi kalplerimize yeterince yerleştiremediğimizdir.

Bu derdin gerçek adını koymak için o ağacın röntgenini çekmemiz gerekiyor. O röntgen filmine baktığımızda göreceğimiz tek ve kocaman bir kelime var: Sevgisizlik. İlkokul terk bile bu kelimeyi okuyabilir.

Kendimize dürüstçe bir dönüp baksak, kim bilir neler göreceğiz? Bu dünyaya kul olmaya geldik ama kulluktan başka her şeyle meşgul olduk. Ömrümüzü, giderken yanımızda götüremeyeceğimiz şeyleri biriktirmeye adadık. Koskoca seneleri bir hiç uğruna harcadık. Cahit Sıtkı Tarancı’nın o hüzünlü mısraları geliyor aklıma: "Neydi o günler ah neydi/ Yarınlar ellerimizden kaydı gitti." Biz de kayıp giden yarınların ardından, kırık dökük ibadetlerimizle cennet umuyoruz. Günahlarımız çok büyük değilse, cehennemden kurtulacağımızı sanıyoruz. Oysa Yunus Emre’nin dediği gibi, "Aşkın geldiği yere baş ağrısı da gelir, gözyaşı da gelir, hüzün de gelir." Belki de biz, o gerçek sevginin getireceği "acıları" göze alamadık.

Yürüdük, güldük, oynadık, alışveriş yaptık, karnımızı doyurduk, para kazandık, seviştik ve uyuduk. Dertsiz insanlara, dertsiz şeylere dönüştük. Vermeyi unuttuk. Sevdiklerimizden, vaktimizden, malımızdan vermeyi unuttuk. Almayı da unuttuk. Gönül almayı, dua almayı, dert almayı unuttuk. Eskiden nefes alır gibi gönül alır, nefes verir gibi verirdik. Şimdi hayat bitmeyen bir alışverişe döndü. Duamız bile değişti: "Son nefesi verirken, ne olur bakiye yetersiz demesin yaradan."

Kibrimiz, riyamız, tamahımız, şehvetimiz, cimriliğimiz, kendimizi bir şey sanmamız, o bitmek bilmeyen "ben" davamız hep sevgisizlikten. Müsamahasızlığımız, tahammülsüzlüğümüz, halden anlamayışımız, hiç olduğumuzu fark edemeyişimiz, "sen" diyemeyişimiz, emanet şuuruna varamayışımız hep sevgisizlikten.

Ne kadar kusurumuz varsa kendimize itiraf etmekten utandığımız, aynalara bakmaktan korktuğumuz ne kadar hatamız varsa hepsi sevgisizlikten.

Ah o bizim büyük sevgisizliğimiz!

Benim ülkemin ve dünyamın bütün dertleri sevgisizlikten. Bütün savaşların sebebi sevgisizlikten. Ben o sevgiyi bulursam, dünya büyük bir eksiklikten kurtulacak. O zaman, şuuru içinde kendini nefsi için değil, Allah için insan eyleyenlerden olacağız ve asla unutmayacağız: Sevgi yıkarak yapar, eksilterek çoğaltır, zehirlerle sağaltır, yok ederek var eyler.

Çileye "yokum" diyenler sevgiyle var olsun.

Çileye "varım" diyenlere sevgiyle merhaba…

Yazar- Soner Atabek

YAZARLAR

  • BIST 100

    9432,55%-0,61
  • DOLAR

    38,40% 0,20
  • EURO

    43,69% -0,02
  • GRAM ALTIN

    4094,52% -0,84
  • Ç. ALTIN

    6581,38% -0,97
  • Cumartesi 22.8 ° / 8.2 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazar 15.9 ° / 7.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazartesi 16.2 ° / 4 ° Güneşli

Balıkesir

26.04.2025

  • İMSAK 04:35
  • GÜNEŞ 06:09
  • ÖĞLE 13:11
  • İKİNDİ 16:58
  • AKŞAM 20:04
  • YATSI 21:31