ATF na bağlı Aşağı Saksonya Bölgesindeki 9 “Türk Kültür Derneği” nin bulunduğu yerlerde konferans vererek Ramazan ayını Almanya’da geçirdim. Böylece; dini, milli, sosyal ve kültürel alanlarda doğru bilgi için çırpınan, devletine ve milletine gönülden bağlı, bayrağını ve vatanını canından aziz bilen gönül dostlarımızla birlikte oldum. Sosyal, kültürel ve iş alanlarındaki sıkıntılarına rağmen, iftar sofraları dahil Ramazan ayının manevi atmosferinde onlarla doyasıya kucaklaştım.
Milli ve Manevi değerlerimiz karşısında çok hassas olan bu insanların, özellikle hafta sonları yoğun bir ilgiyle konuşmalarımı takip etmeleri ve hiçbir zaman yalnız bırakmamaları, beni fazlasıyla duygulandırmıştır. Bu nedenle; beni bu vatan sevdalıları ile buluşturan ATF Genel Sekreter Yardımcısı sayın Yusuf ZORLUOĞLU başta olmak üzere, bölge başkanı sayın Mehmet YİĞİT ve tüm dernek yöneticileriyle üyelerine gönülden şükranlarımı sunarım.
Her zaman olduğu gibi fırsat buldukça da gittiğim şehirlerdeki tarihi, kültürel, sanatsal ve doğal güzellikleri inceledim. Nitekim konferans verdiğim şehirlerden biri Hannover kenti idi. Burada bulunan ve kentin merkezinde kalan Kral Mezarlığı, Almanca yazılı kitabesinde anlatıldığına göre; zaman içerisinde çok tadilatlar geçirmiş ve her açılışta yeni isimler verilerek varlığını devam ettirmiştir. Kitabesinde de görüldüğü gibi şimdiki adı ise;
Der Neustädter Friedof = Yenişehir (liler) Mezarlığıdır.
Mezarlıkta bulunan ve bazıları 400 yılı aşkın mezar taşları, günümüzde tarihi eser statüsünde olup değerli birer kültürel anıt niteliği taşımaktadır. Çünkü korunan mezar taşlarının; dönemin sosyal, kültürel, politik ve askeri koşullarını yansıttığı gibi kentin tarihi, kültürel ve sanatsal öneminin de birer kanıtı niteliğindedir. Ancak II. Dünya Savaşında eski mezarlık kısmı büyük hasar gördüğü için çok sayıda mezar taşının tahrip olduğu belirtilmektedir.
Kitabesinden mezarların yeri ile büyüklüğünün, kralla akrabalık ilişkisine göre belirlendiği anlaşılmaktadır. 1950 yılında yeni yollar, ağaçlar ve banklarla “modern bir mezarlık parkı” olarak yeniden tasarlanmıştır. Sonraki yıllarda da bazı değişiklikler yapılmıştır. Ancak ne kadar değişiklik yapılırsa yapılsın, alanın asli karakteri mutlaka korunmuştur.
Almanya’da dikkatimi çeken çok önemli konulardan biri de budur. Sadece Hannover’de değil, bütün kentlerde şehir içinde kalan mezarlıkların; asli karakteri korunarak yeşillikler içinde açılan yollar ve konulan banklarla, insanların rahat yürüyüş yapabileceği ve temiz havada hem spor yapıp hem de dinlenebileceği parklar haline dönüştürülmesidir. Bu uygulamayı tüm şehir içindeki mezarlıklarda görmek mümkündür. İşte Bielefeld kentindeki şehir içinde kalan mezarlıktan örnekler:
Böylece ölümün; hem hayatın karşı durulmaz bir gerçeği olduğunun anlaşılması hem de ölümden ders almanın kolay hale gelmesi sağlanmaktadır. Esasen İslam’ın istediği de budur. Onun için insan, bunlar mı Müslüman? Yoksa; geçmişine ihanet edip tarihi mezar taşlarını talan ederek ranta çevirenler ve mezarlıkları meskun mahaller dışına çıkararak, hayatı ölümsüz gibi algılamak isteyenler mi? Diye sormadan edemiyor.
Bütün bunlarla birlikte mezarlığın, yazının başlığına uygun olarak bizim için çok özel bir öneminin olmasıdır. O da II.Viyana Kuşatmasında esir düşen iki Osmanlı Sipahinin kabirlerinin burada olmasıdır. İki mezarın ortasındaki Türkçe ve Almanca kitabede aynen şöyle yazmaktadır:
“Burada 1683 yılı Viyana kuşatması muharebelerine katılan ve Tuna kıyısındaki Ciğerdelen mevkiinde Hannover birlikleri tarafından savaş tutsağı haline getirilen Osmanlı Sipahileri Mehmet ve Hasan yatmaktadır. Welfen Prensi George Ludwig eşliğinde Hannover sarayına getirilmişler ve bu sarayda öldükleri 1691 yılına kadar hizmet vermişlerdir. Kendileri İslami usullere göre defnedilmişlerdir. Bu kitabe; onların ve bu topraklar altında yatan tüm Osmanlı Türk askerlerinin onurlu anısına atfedilmiştir.”
Maalesef kitabede yazan Mehmet ve Hasan isimlerinin dışında sipahilerle ilgili başka hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Sadece halk arasında dolaşan söylentilere göre; saraydaki görevlerinin dışında sokaklarda milli kıyafetleriyle dolaştıkları, böylece halkın dikkatini ve ilgisini çektikleri anlatılmaktadır. Hatta iri yapıları ve özel kıyafetlerinden dolayı, halkın etkilenip kendilerine bazen isteyerek bazen de korkuyla bahşişler / hediyeler verdiklerinin; Almanlar arasında hala söylenti olarak dolaştığı görülmektedir.
Bu vesile ile; din ve devlet, vatan ve bayrak uğrunda canlarını feda eden tüm şehitlerimizi ve kahraman gazilerimizi, Osmanlı Sipahilerinin nezdinde rahmet ve minnetle anıp dualar ettik. Ancak buradaki durum bana; tarihin ders alınması gereken mutlak ve kesin bir belge niteliği taşıdığını, canlı bir şekilde yeniden hatırlattı. Çünkü anlamak ve görmek isteyenler için; II.Viyana kuşatmasının sonucunun; Osmanlının gerilemeye başlamasının ilk sinyali olduğunu, tarih açık bir şekilde haykırmaktadır. Bu bozgunun sonunda sadece Sipahilerin tutsak olmasıyla kalmadığı, bir Osmanlı Sancağının da korunamadığı tarihi bir gerçektir.
II.Viyana Kuşatmasında karşı tarafın eline geçen bu Osmanlı Sancağı, halen Viyana Askeri Tarih Müzesinde sergilenmektedir.
Osmanlı ordusuna komuta eden Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ise bozgunun bedelini bilindiği gibi canıyla (idam edilerek) ödemiştir.
Bu arada konu mezarlık olunca, bir İlahiyatçı olarak şu değerlendirmeyi yapmak zorundayım: Genel anlamda mezarlıkların ne kadar sade ve temiz olduğu resimlerden anlaşılıyor. Ayrıca her türlü gösteriş ve şatafattan uzak olduğu gibi kral mezarının da diğerlerinden hiçbir farkının olmadığı (türbe, anıt gibi devasa yapıları bırakın, korunaklı duvarların bile olmadığı) açık seçik ortadadır. Bizim mezarlıklarla karşılaştırdığımızda, sadece dünya hayatını düzenleyen iş ve eylemleriyle değil, mezarlıkları ve ölüme bakış açılarıyla da Rahmetli Akif’in dediği gibi İslam’ın istediği ilkeleri onların uyguladığı kolayca anlaşılacaktır.
Evet; inanması çok zor ama bu bir kral mezarıdır.
Bizim mezarlarımızdaki çok pahalıya mal olan gösteriş ve şatafat bir tarafa, kendi ürettiğimiz yapay ve anlamsız sebeplerle insanları yaşarken çok farklı kategorilere ayırdığımız yetmiyormuş gibi kabirlerde de ayırmaya cüret etmemiz, nasıl bir cahil cesaretidir? Doğrusu anlamak mümkün değildir. Çünkü bizim mezarlara yapılan masrafların, ölüye de diriye de hiçbir faydası yoktur. Bırakın faydasının olmasını, insani açıdan yanlıştır. Çünkü; ayrımcılığı ölümden sonrası için bile fiili hale getirmektedir. Dini açıdan yanlış ve zararlıdır. Çünkü; yapılan masraflar, hiçbir hayata dokunmadığı ve boşa gittiği için tam anlamıyla savurganlıktır. Savurganlık ise; Kur'ana göre Şeytanlarla kardeş olma özelliğidir (İsra':17/27). Hatta bu konuda bazen o kadar ileri gidiliyor ki; bazı kişi ve oluşumlar ilahlaştırılarak İslam’ın Tevhit inancını sarsacak anlayışlar, kolayca söylem ve eyleme dönüşebiliyor. Bazıları bu durumu; bilinçli olarak yaparken bazıları ise, anlamadan ve akıl süzgecinden geçirip sorgulamadan maalesef akıntıya kapılıp gidiyor.
Onun için tam yeri gelmişken, Allah’ın tüm Elçilerinin hayatları pahasına ortaya koyduğu Kur’ani hakikatleri vurgulayarak konuyu tamamlıyorum:
1- Tevhidin (tek olan Allah’a inanmanın); önce bütün ilahları reddetmekle başladığını,
2- Ahirette bütün insanların; sadece insan ve iman özelliği ile Allah’ın huzuruna çıkacağının,
Unutulmaması gerektiğini hatırlatmak isterim.
Sağlık ve esenlik dileklerimle dostlarım.
-------------------------------------------------------------
09/04/2025 - Zübeyir ÇÖMLEKÇİ