Zübeyir ÇÖMLEKÇİ

Tarih: 20.03.2024 01:36

KUR'AN (IN CANINA) OKUYANLAR

Facebook Twitter Linked-in

KUR’AN (‘IN CANINA) OKUYANLAR

          Ramazan ayı, Oruçla birlikte Kur’an ayıdır. Çünkü Kur’anın indirildiği Kadir Gecesi bu aydadır. Onun için her Müslüman, kavuştuğu her yeni Ramazan ayında, sanki Kur’an kendisine bugün geliyormuş gibi okumalıdır. Hem de candan okumalıdır. Çünkü Kur’an; insan için candır. Ama yetmez, ruhuyla da okumalıdır. Çünkü Kur’an; insan için ruhtur. Kur’an; kendisine 62 değişik isim verir. Telaffuzlar ve iltifatlar farklı da olsa, hepsinin cana can katan ve ruhları dirilten rahmet pınarları olarak, insanı beslemek için olduğu görülür.

          Kur’anın rahmet pınarlarıyla beslenen insan; ölü bir toprağın su ile canlanması gibi canlanır. Onun hayat veren ilkeleriyle ruhu yükselir ve kendini / gerçek benliğini bulur. Sonra tüm karanlıklar aydınlanır. Aydınlandıkça da Kur’anın istediği değişim ve dönüşüm başlar. Değişim ve dönüşüm gerçekleştikçe;

          “Adımız miskindir bizim,

            Düşmanımız kindir bizim,

            Biz kimseye kin tutmayız,

            Kamu alem birdir bize.”

            Diyen Yunus gibi, tüm insanları bir ve eşit görür. O da yetmez; “Gelin canlar bir olalım” diyen Pir Sultan Abdal gibi, erkek-kadın demeden, tüm insanları can bilerek, tüm canların birliğini isteyen Hakk’ın en gür sesi olur.

          Kur’an; geliş amacını ve hedefini, sebep ve sonucu ile birlikte şöyle açıklar: 

          “Ey insanlar! Muhakkak size Rabbinizden bir öğüt, kalplerdeki (hastalıklara)bir şifa, inananlar için bir rehber ve rahmet gelmiştir.” (Yunus:10/57)

          “Şüphesiz o (Kur’an) senin ve ümmetin için bir öğüttür. İleride ondan sorguya çekileceksiniz.” (Zuhruf:43/44)

          Müslümanların ülkesinde, Müslüman anne babadan dünyaya geldik diye sevinen ve sanki Allah’ın kendilerine pozitif ayrımcılık yaptığını düşünen zavallı insanlara, doğrusu çok acıyorum. Çünkü onlar; ilahi vahyin kendisine ulaşanla ulaşmayanı ayırt edemeyecek kadar gafildirler. Kendisine ulaşan Kur’anla, sorumluluğunun derecesini anlamayacak kadar da cahildirler. İşte bunlar; Kur’anı canla ve ruhla okumayanlardır. Bunlar; Kur’anı sadece dilleriyle okuyanlardır. Hem de Kur’an, can (lı) ları uyarmak ve onlara rehberlik etmek için geldiğini, tekrar tekrar vurguladığı halde, Onu inatla cansızlara okuyarak, can (lı) lardan uzaklaştıranlardır. En sonunda din adına ortaya koydukları, Kur’ana muhalif söz ve eylemleriyle de Kur’anın canına okuyanlardır. 

          Sakın yanlış anlamayın! Kur’anın canına okuyanlar; rızkını helalinden kazanmadan başka bir derdi olmayan, toplumun büyük kitlesi ve sıradan insanlar değillerdir. Tam tersi bunlar; dini herkesten iyi bildiğini iddia ederek ciltlerle kitaplar yazanlardır. Kürsülerden insanlara bağırarak ve parmak sallayarak nutuk atanlardır. Bin yıl önceki insanların anlayışlarını din kabul edenlerdir. Makam-mevkileri ya da şatafatlı ve büyüleyici görünümleriyle ekranlarda insanları etkilemek için boy gösterenlerdir. Ünvanlı-ünvansız rivayetçi ve mezhep bağnazlarıdır. İsrailiyat (mevcut Yahudi ve Hıristiyanlıktan geçen yanlış bilgiler) sevdalılarıdır. Arap kültürü ile dini özdeşleştiren taklitçilerdir. Geçmişi kutsamayı din zannederek bozuk plak gibi aynı yerde dönüp duranlardır. Uydurma rivayetlerle, hayali bir gelecek kuran hayalperestlerdir. Bilgi dağarcıklarında efsane ve mitolojilerin hayal kahramanlardan başka bir şey bulunmayan masal anlatıcılarıdır. Bu durumlarıyla; geniş halk kitlelerini etkilemekten başka amaçları olmayan, doğruluklarını da etkiledikleri insan sayısının çokluğuyla ölçen, sözüm ona din (den) (adamı) geçinenlerdir.

          Bunların olmazsa olmaz en belirgin özelliği; “Kur’an öyle diyor ama…” diye söze başlamalarıdır. Ya da bir konuyu konuşurken; “Konuyla ilgili yüz tane de ayet getirsen, benim için fark etmez” diyerek; rivayetleri, kültürel ve sosyal tarihi olguları, efsane ve mitolojilerle israiliyatı ve arap kültürünü, Kur’anın önüne geçirmekte hiçbir sorun görmeyecek kadar ileri giden, gaflet içindeki zavallı gerçek cahillerdir. Bunlar gaflet uykusuna öyle dalmışlar ki; Zümer:39/36 ayetindeki “Allah, kuluna yetmez mi?..” sorusunu görmezden geliyorlar. Bunlar cehalet bataklığına öyle batmışlar ki; Ankebut:29/51 ayetindeki “Kendilerine okuduğun kitabı sana indirmiş olmamız, onlara yetmedi mi?..” sorusunu da duymazdan geliyorlar. Bunun için de En’am:6/38 ayetinde Allah; “…Biz bu kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık…” dediği halde, “Hayır eksik, başka şeylerle tamamlanması gerekir” diyecek ve din algılarını bu anlayış üzerine kuracak kadar da pervasız ve cüretkardırlar.

          Konuştukları din dili, günümüz insanına hitap etmediği için insanları, özellikle de gençleri dinden uzaklaştırıyorlar. Hatta ortaya koydukları din profili ile, sevgisizlik ve ayırımcılık aşılayarak, insanları Allah’tan soğutuyorlar. Bir toplantıda bayan arkadaşlardan birinin; “Kadınlarla ilgili ortaya konan din profili ile bizi, Allah’a küstürecek hale getirdiler” dediğini hiç unutamıyorum. Onun için bu yazımda, Kur’anın canına okuyanların ortaya koydukları sayısız örneklerden kadınlarla ilgili temel bir konuyu ele almak istiyorum.  

          Müktesebatın ve Mezheplerin dininde kadın: 

          - Kadının aklı yarımdır. Çünkü şahitlikte, iki kadın bir erkeğe denktir. 

          - Dini yarımdır. Çünkü kadınlar özel günlerinde ibadet yapamazlar.     

          Kur’anın canına okuyanların ortaya koydukları din profili ile, kadını ikinci sınıf insan gören, hatta onur kırıcı bir şekilde değersizleştiren ve toplum dışına iten din anlayışı, hemen hemen bu temel üzerine inşa edilmiştir. Çünkü bu anlayış; hem Meal ve Tefsirlere Kadar girmiş hem de bu temel üzerine bir Fıkıh oluşturulmuştur. Onun için bu konunun doğru anlaşılması, diğerlerinin temelini de yıkacağı için çok önemlidir. 

          Acaba gerçek öyle midir? Gelin, gerçeğin hiç de söylendiği gibi olmadığını, doğrudan Kur’an ayetleri ile açık-seçik görelim.

          Kadının aklının yarım olduğu iddiası: 

          Bu anlayışın; Bakara:2/282 ayetinin; “…İki erkek bulamazsanız, bir erkek ve iki kadın şahit bulundurun…” diye tercüme edilen bölüme dayandırıldığı görülür. Kur’an; kuyumcu terazisinden daha hassas bir kitaptır. Çünkü O, her şeyi hakkıyla bilen, duyan ve gören Allah’tandır. Onun için Onda asla, eksik ve kusur da çelişki ve tutarsızlık da bulunmaz. Ama bunu görebilmek için; her ayetin her kelimesini hatta her harfini kuyumcu hassasiyeti ile didik didik ettikten sonra, ayeti bütünlük içinde değerlendirmek gerekir. Daha sonra da ayeti, bağlamları ve Kur’anın bütünlüğü içindeki yerine uygun olarak anlamak gerekir. 

          Ayeti önce kendi bütünlüğü içinde incelediğimiz zaman karşımıza çıkan tablo şudur:

          Her şeyden önce bu ayetin konusunun şahitlik değil; borçlu ve alacaklı hiç kimsenin zarar görmemesi için, borçların yazdırılarak kayıt altına alınması ve hukuka dayanak olacak şekilde belgelendirilmesini sağlamak olduğu açıkça ortadadır. Çünkü ayet; yazmayı, yazdırmayı ve belgelendirmeyi söyleyerek başladığı halde, devam eden bölümünde tekrar olacak şekilde, büyük-küçük demeden ve üşenmeden, her şeyin yazılmasını / yazdırılmasını tekraren istemesi, konunun ana temasını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla burada şahitlik ikinci planda kalan bir iş olmaktadır. Çünkü konu; tarafların kabul ettiği, eksiksiz ve doğru bir şekilde yazılıp belgelendirildiği takdirde, şahit olsa ne olur, olmasa ne olur? Veya şahitlerin sayıları az olsa ne olur, çok olsa ne olur? 

          Ayette ana tema yazma ve yazdırarak belgelendirme olduğu için, konunun mahkemeye intikal etmesi gibi durumlarda kadınların çekinebileceğini veya istemeyebileceğini düşünerek, iki kadın demekle ayetin kadınları koruduğunu, daha doğrusu pozitif bir ayırımcılık yaptığını söyleyenler de vardır. Evet dinin, kadına pozitif ayırımcılık yaptığı yerler vardır. Bu konuyu; yazımın ilerleyen bölümlerinde, eminim siz de fark edeceksiniz. Kanaatimce buradaki pozitif ayırımcılık, mahkeme vb durumlar için değil, borçlar konusunu en sonunda kadınların denetimine vererek yapılmaktadır. Gelin ayetin ilgili bölümünü yeniden inceleyerek anlamaya çalışalım.

          “…Sizin erkeklerinizden iki de şahit bulundurun! İki erkek bulunamazsa, razı olacağınız bir erkek ile iki kadın şahit olsun!..” 

          Dikkat edin lütfen! Ayet, kim olduğu belli olmayan iki erkek demiyor. (مِنْ رِجَالِكُمْ  = min ricalüküm = Sizin erkeklerinizden) diyor. Sizin dediğine göre, burada aranan kişilerin iki şekilde olma ihtimali vardır. Birincisi; borçlu ve alacaklı kişilerin akraba, eş-dost ve yaşanılan sosyal çevresindeki erkeklerdir. Bu nasıl olabilir? Düşünün ki; iki kişi arasında yazılacak bir borç vardır. Bunun için de şahitler gerekmektedir. Sayısız akraba, eş-dost ve sosyal çevre içerisinde iki kişi bulunamaz mı? Bulunamaz demek, akıl ve vicdanın kabul edebileceği bir iş olmasa gerektir. Kur’an; asla hayal ve farazalar üzerinden hüküm inşa etmez. Haşa Allah, bunlardan münezzehtir. 

          İkinci durumda ise, borçlu ve alacaklı kişilerin aile fertleridir. Ayetin ilgili bölümünde; iki erkek bulunamazsa, tarafların razı olacağı bir erkekle iki kadın dendiğine göre, bu şık daha uygun düşmektedir. Bu nasıl olabilir? Düşünün ki, borçlu ve alacaklı ailelerin ikisinde de başka erkek olmayabilir. Bu son derece doğaldır. Bu durumda; iki tarafında razı olması şartıyla, aileler dışından bir erkek şahit olacaktır. Kadınlarda taraflı ailelerden birer tane olacağı için doğal olarak iki tane olacaktır. Çünkü her durumda doğacak müspet veya menfi sonuçtan iki tarafın kadınları da doğrudan etkilenecektir. Onun için borç ve alacakların, böylece kadınların denetimi altına girmesi sağlanmış olacaktır. Nitekim bugünkü kanunlarımızda da, erkeğin ipotekli kredi çekme durumunda eşinin rızasının istenmesi, aynı sorunu birlikte çözüme kavuşturmak içindir. Çünkü ipotekle sahip olunan bir mülkün ellerinden gitmesi durumunda sadece erkek değil, kadın da (varsa çocuklarla birlikte) mülksüz kalacaktır.

          Doğrudan şahitlikle ilgili ayetlere gelince; erkek-kadın ayırımı yapmadan durumun birebir olduğu daha net belli olmaktadır.  Şöyle ki: Eşler arasında sorun olduğu zaman, kavga-gürültüye fırsat vermeden, konu mahkemeye intikal etmeden ya da ayrılma aşamasına gelmeden, aralarının bulunması için, iki şahit / hakem / bilirkişi istenir. Bunun için Nisa’:4/35 ayeti şöyle der:

          “Onların (eşlerin) aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. Aralarını düzeltmeyi isterlerse, Allah aralarını bulur. Şüphesiz Allah bilendir, haberdardır.” 

          Dikkat ettiyseniz ayet; erkek-kadın ayırımı yapmadan iki tarafın ailesinden de birer kişi istemektedir. 

          Vasiyet yazan / yazdıran bir Müslüman için de erkek-kadın ayırımı yapmadan iki şahit bulundurulmasını isteyen Maide:5/106 ayeti şöyledir:

          “Ey inananlar! Birinize ölüm gelip çatınca, vasiyet esnasında içinizden adalet sahibi iki kişi aranızda şahitlik etsin…” 

          Görüldüğü gibi, burada da erkek-kadın ayırımı olmadan, adaletli iki kişi istemektedir.

          Kur’anın; insan onuru ve şerefiyle ilgili hassasiyetini gösteren ayetlerden biri de, eşlerine zina isnat etme durumunda 2 değil 4 şahidi zorunlu kılmasıdır. (Nisa’:4/15). Eşlerine zina isnadında bulunduğu halde 4 şahit getiremeyenlerin ise hem cezalandırılması hem de ebedi şahitliğinin kabul edilmemesi istenmektedir. (Nur:24/4).

          Her şeye rağmen eşlerine zina isnadında bulunup da 4 şahit getiremeyenlerin (erkek-kadın ker ikisinin de) 4 er defa yemin edip beşincide Allah’ın lanetinin (cezasının) kendi üzerine olmasını istemesidir. (Nur:24/6, 7, 8, 9). 

          Açıkça görüldüğü gibi burada da erkek-kadın her ikisi de 4+1 yeminle sorumlu tutulmakta ve durumlarının buna göre sonuçlandırılması istenmektedir.

          Bu kadar açık ayetlere rağmen, bütün mezheplerin iki kadının şahitliğini bir erkeğin şahitliğine eşit tutması, Kur’an dışı bir fıkhın oluştuğunun açık delillerindendir. Hatta erkeklerin görmesinin zor olduğu durumlarda bazı mezhepler bu sayıyı daha da yükseltmektedirler. Çok acıdır ama daha ilerisi bile vardır. Çünkü zina konusunda, kadınların şahitliğini hiçbir mezhep kabul etmemektedir. Mesela kadınlar hamamını 2-3 serseri bassa ve kadınlara cinsel tacizde bulunsa, mevcut müktesebata (mezheplere) göre kadınların bunu ispat etme imkanı olmayacaktır. Bunu Allah'ın dini (İslam) diye kabul edip anlatanlardan Allah’a sığınırım.

          Kadının dininin yarım olduğu iddiası:

          Kur’anda kesinlikle erkek ve kadın için ayrı ibadet yoktur. Tüm ibadetler, Müslümanım diyen herkes için aynıdır. Ayrıca ibadetler için erkek ve kadına özgü ayrı engel de yoktur. Örneğin; Namazı emreden ayetlerin hiçbirinde ne erkek ne de kadın için kesinlikle engel olmadığı gibi, zamanında kılınmayan namazlar için sonradan kaza etmek diye bir durum da yoktur. (Kur’anda KAZA; vaktinde yapılan ibadet için kullanılır. Bu konuda doğrudan ibadetlerle ilgili iki ayeti örnek vermek istiyorum: “Hac ibadetinizi bitirince / tamamlayınca,…” (Bakara:2/200). “Namazı bitirince / eda edince, yeryüzüne dağılın…” (Cuma:62/10). Bu ayetlerde; bitirince / tamamlayınca / eda edince, diye tercüme edilen kelime KAZA 'dır. Aslında Hadis rivayetlerinin metinlerinde de durum aynıdır. Her şeyin bozulmaya başladığı yıllarda kaza kelimesi de Kur’andaki anlamının dışında kullanılmaya başlanmış ve bugün herkesin bildiği yanlış anlamda kullanılır olmuştur.) Allah Resülünün uygulamasında da örneği bulunmamaktadır. Sadece tek bir örnek olarak, bir sefer durumunda dinlenme molasında herkes uyuduğu için güneş doğmadan kılamadıkları sabah namazını, kuşluk vaktinde kılmaları vardır. Ama burada, daha sonra gelen (öğle) namazının vaktinin girmemiş olduğu unutulmamalıdır. 

          Oruç için ise, sadece hastalık ve yolculuğun mazeret kabul edildiği Bakara:2/184 ayetinde çok açıktır. Hatta bu ruhsata rağmen oruç tutmanın daha iyi olacağı da bildirilir. Resülüllah’ın uygulamalarında da bunun dışında bir durum kesinlikle yoktur. 

          Kur’anın; kadınların özel durumlarında yasakladığı tek bir eylem vardır. O da cinsel birliktelik. Bakara:2/222 ayeti bunu çok net açıklamaktadır. Nitekim bu durumdayken yapılacak cinsel birlikteliğin sağlık açısından da zararlı olduğu artık çok iyi bilinmektedir. 

          Kur’anın hiçbir yerinde kadınlara mahsus özel durumlar dışındaki konularda, erkek kadın ayırımı yoktur. İnsana sesleniş vardır. Onun için ayetlerin çoğu; “Ey insanlar!” veya “Ey inananlar!” diye başlamaktadır. Gerek istenen / emredilen ibadetler ve güzel davranışlar, gerekse istenmeyen / yasaklanan tüm söz ve fiiller erkek için de kadın için de kesinlikle aynıdır. 

          Tam da burada Arapça gramerinin çok ilginç ve özel yapısını bilme zorunluluğu doğmaktadır. Bu durum; Türkçede olmayan ama bazı batı dillerinde de olan, kelimelerin müzekker (eril) ve müennes (dişil) diye ayırımının olmasıdır. Onun için müennes (dişil) olan varlıklar ve durumlar için doğrudan ve sadece müennes (dişil) kalıplar kullanılır. Ama müzekker (eril) ve müennes (dişil) varlıklar ve durumların hepsini kapsayan konularda, galibiyet kuralı gereği müzekker (eril) kalıp kullanılır. Böylece ayette belirtilen durumların erkek-kadın herkesi kapsadığı belli olur. 

          Tüm istenen ve emredilen ibadetlerle istenmeyen ve yasaklanan durumlara bakarsanız erkek-kadın ayırımı olmadan tüm insanlara hitap ettiğini Meallerden siz de rahatlıkla anlayabilirsiniz. Ancak ne gariptir ki; Cuma Günü Namazı da (Cuma:62/9) diğer ibadetler gibi aynı kalıpla geldiği halde, mezhepler kendi kafalarına göre kuralı bozmuşlar ve Cuma Günü Namazı, kadınlara farz değildir demişlerdir. Halbuki Resülüllah ve 4 Halife dönemlerinde kadınlar Cuma ve Bayram Namazlarına katıldıkları gibi, günlük vakit namazlarına geldikleri bile oluyordu. 

          Emeviler devrinde bozulmaya başlayan bu anlayış, çok değil Resülüllah’tan 80 yıl sonra tamamen çığırından çıkmaya başlamıştır. Mezhepler de çığırından çıkan sistem üzerine inşa edilmeye başlanınca, asırlardır devam edecek yanlışların kökleşmesi sağlanmıştır. Yazımızın ana konusu üzerine inşa edilen kadınlarla ilgili durumların (kadının; hac ve ilim için yola gidememesi, yüzünün ve sesinin haram olması, haremlik-selamlık gibi uygulamalar…) arka arkaya yerleşip din gibi kabul edilir hale gelmesine sebep olmuştur. 

          Günümüzden geriye doğru gittiğimizde, görülen tablo maalesef şudur: Muhammed Aleyhisselamdan yaklaşık 80 yıl sonra başlamak üzere, Müslümanlar ne zaman siyasi, sosyal ve ekonomik sıkıntı içine düşseler, genel olarak hürriyetlerin kısıtlanarak yasakların artırılması gibi bir yol izlemişlerdir. Yasaklardan da en çok kadınlar etkilenmiştir. Çünkü bırakın günlük namazları, ayette çok açık olduğu halde Cuma Namazının kadınlara farz olmadığını söylemek, her şeyden önce Allah’ın emrini değiştirmek olduğu gibi, kadını sosyal hayattan da tecrit etmektir. Adı üzerinde Cuma Günü Namazı; cem olma yani toplanma, birlikte olma namazıdır. Bir mahallede oturan insanların en az haftada bir gün birbirlerini gördüğü, kaynaştığı ve fikir alış-verişinde bulunarak ortak sorunlarına çözüm bulduğu bir namazdır.

          Bütün bunlardan sonra aklı ve vicdanı olan herkese şunu sormak istiyorum:

          Bir an için durumun; müktesebatın ve mezheplerin dediği gibi olduğunu kabul edelim. Yani onların dediği gibi kadınların özel durumlarında ibadet sorumlulukları kaldırılmışsa, bu onların elinde olan ve iradeleriyle ortaya koydukları bir durum değildir. O zaman insan; istek ve iradesi dışındaki bir gelişmeden dolayı nasıl sorumlu tutulmaktadır? Halbuki Allah mutlak adildir. Çünkü; “Allah; hiç kimseye hiçbir şekilde / hiçbir konuda zulmetmez / haksızlık etmez.” (Yunus:10/44). O zaman bu anlayışlar, nasıl Allah’ın dini olarak devam ettirilmektedir?

          İnanın, bu ve benzeri yanlışlar, sadece birilerinin görüşü, anlayışı olarak kalsa hiç önemli olmayacaktır. Ama din diye sunulunca vicdanımız çok ama çok rahatsız olmaktadır. Hele bir de; ”İnsanın insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadının kocasına secde etmesini emrederdim” gibi sözleri, Allah Resülünden rivayet diye, anlatmıyorlar mı? İşte o zaman, inanın kanım donuyor. Çünkü Allah, Elçisinden insanlara; “…Ben, ancak bana vahyedilene uyarım…” (Yunus:11/15) demesini istiyor. Ama Elçi; “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin” (Hud:11/26) ayetini bilmiyor (haşa). Buna rağmen bir de kalkıp “Cennet, annelerin ayakları altındadır” diyor. Aman Allah’ım! Allah’ın Elçisi, böyle bir çelişki içinde olabilir mi? Haşa…

          Her kadın; içimizden birinin annesi, ninesi, eşi, kızı, torunu, gelini, halası, teyzesi, yeğeni … değil midir? Ve her kadın, aynı zamanda anne adayı değil midir? Allah aşkına! Beni doğuran ve dünyaya gelme sebebim olan annem, benden nasıl daha değersiz ve önemsiz olabilir? Ben 68 yaşındayım. Annemle aramda binlerce km mesafe olsa bile; hastalığımı, üzüntümü ve sıkıntımı mutlaka anlar ve seni huzursuz eden bir şey var diye hemen arar. İnanıyorum ki, bütün anneler böyledir. 

          Kur’ana göre kadın, tek başına bir dünyadır. Ama erkeğin, kadın olmadığı zaman dünyası yarımdır. Kur’anda İsa Aleyhisselamın annesiyle anıldığını ve Meryem annemizin çocuğunu babasız dünyaya getirdiğini bilmeyen var mı? Dünkü insanlar buna mucize diyorlardı. Ama bugün tabiatta erkeği olmadan üreyebilen dişi varlıkların olduğunu bilimsel olarak biliyoruz artık. Buna rağmen, dişisi olmadan üreyebilen hiçbir erkek canlı türü bulunmamaktadır. Onun için Bozkırın tezenesi rahmetli Neşet Ertaş’ın “Kadınlar insan, erkekler insanoğlu” sözü ne kadar anlamlı değil mi?

          Dikkatinizi çekmek isterim! Kur’an bizi 14 yerde; “Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Sakın onlara yaklaşmayın” diye uyarır. Bu uyarıların % 60-70 ‘i kadınlarla ilgili biliyor musunuz?  Bu kadar uyarıya rağmen Allah; kadınlar konusunda Elçisi dahil kimsenin fetva vermesini de istemez. “Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. Deki onlara; Kadınlar hakkında fetvayı Allah verir!..” (Nisa’:4/12). 

          Sorarım size: Bunun üzerine daha söze ihtiyaç var mı?..

          ANNECE

          Şairleri kıskanmadım asla, söz ülkesinin sultanları,

          Arifleri kıskanmadım asla, aşk ülkesinin padişahları,

          Filozofları kıskanmadım asla, akıl ülkesinin hükümdarları,

          Yalnızca Peygamberleri kıskandım, anne olmadan önce.

                                                                     (Fatıma Rasii-İranlı Şair)

………………………………………………………………………………………………………         

20 / 03 / 2024 – Zübeyir ÇÖMLEKÇİ


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —