Eğitimci yazar Soner Atabek yazdı

Tarih: 17.01.2023 10:58

MARKA BAĞIMLILIĞI

Facebook Twitter Linked-in

Değerli okurlarım bugün sizlerle marka bağımlılığı hakkında konuşmak istiyorum. 

Neden bazı markaları çok severiz? Neden belli bir ürüne değilse bile o logoya, o markaya bağımlı hale geliriz? Çünkü marka bağımlılığı diye bir şey vardır. Bahsettiğim marka bağımlılığına neden olan birçok etmen bulunmaktadır. Bu etmenlerin başında çağımızın teknolojik gelişmeleri gelmektedir. Teknolojinin hayatımızda tuttuğu yeri anlamak ve bunun sebep olduğu "Marka Bağımlılığı”nı anlamak için size küçük bir Türkiye perspektifi sunmak istiyorum.

Türkiye’de 82 milyona yaklaşan ülke nüfusunun 54,3 milyonu internet kullanmaktadır.

Aktif sosyal medya kullanıcı sayısı 51 milyona ulaşmıştır.

Cep telefonu kullanıcı sayısı toplam 59 milyon ile nüfusun %73’üne ulaşmıştır.

Sosyal medyayı mobilden kullanan kişi sayısı 44 milyona ulaşmıştır.

Türkiye’de herhangi bir cihazla internette geçirilen toplam süre 7 saat, sosyal medyada geçirilen süre ise 2,5 saattir.

İnternetten alışveriş yapan kişi sayısı ise 31,7 milyona ulaşmıştır.

Hal böyleyken interneti yöneten Google ve Facebook’un -ki Instagram ve WhatsApp da Facebook’un kurucusuna aittir, reklamları ile seni ve algılarını yönlendirmesi kaçınılmaz oluyor.

Hangi üründen bahsedersen, kendi anlaşmalı olduğu firmayı sana sunuyor. Facebook geçtiğimiz yıllarda Trump’ı nasıl başkan yaptığına dair mahkemede ifade vermişti. Amerika’nın başkanını seçen adam, senin alacağın akıllı telefonu ya da çantayı mı değiştiremeyecek?

Burada komik olan şey, yurt dışında hiç trend olmayan şeylerin Türkiye’de çılgınlık yaratması. Ölüyorlar o yırtık pantolonu giymek için. Köylü adam zorunluluktan giyince ‘’Aaa ne kadar da banal’’ kendi giyince moda. 

Eşitlenme ve sosyal statü mü? Nedir bu marka aşkı? Başkasında var, bende niye yok? Kimileri de bu markaları giyen kadın veya erkekleri daha kaliteli ve elit kabul ederler. Marka aynı zamanda belli bir imkana sahip olduğunuzu göstermenin bir aracı haline gelmiş durumda. Peki marka satın almanın sebebi satıcı ile ilişki olabilir mi? Hayır, artık satıcıları görmeden internetten alışveriş yapıyoruz. Sadece alışveriş siteleri değil, yemeği bile köşedeki, hiç görmediğin 10 metrekare dönerciden söylüyorsun. Belki adamın dükkânı çok kötü. Ama yemek sepeti puanı yüksek.

Demek ki biraz da başkalarının fikirleri yüzünden bağlıyız markalara. Onlar beğendikçe, satın aldığımız ürün ile onların beğenisini de satın alıyoruz.

Başkalarının güzel yorumları sizi aldatıyor çünkü; ekşi sözlükte ya da alışveriş sitelerinde yorumların çoğu sahte ve satın alınmıştır. Çünkü o da bir reklam.

Burada markaların değerlendirildiği platformlar çıkıyor karşımıza Zomato gibi siteler mekanları puanlar, Booking.com gibi yerler tatilleri puanlar. Instagram ise insanları puanlar. Her giydiğini… yaptığın alışverişleri. Marka ile güçlü insan olma durumu ortaya çıkıyor bunu da Instagram çok iyi kullanıyor.

Markalar da bu sebeple Instagram’a reklam için binlerce liralık bütçe ayırıyor. Hiçbir işi olmayan ama sadece takipçisi var diye reklam panosu gibi yaşayan insanlar var. Bu şahıslar sadece Instagram için var. Markaların reklam alanı artık bu tip insanlar. E tabi markalarında işine geliyor bu ucuz reklam. Çünkü televizyonda hedef kitleye ulaşacağı reklamı yapmak zor ve pahalı.

Markalara bağımlıyız çünkü bunlar satın alınabilen mutluluklardır. 

Sonuç olarak,  Markalar, ürünlerin gerçekçi özelliklerini sunmak yerine; sanki bireye yepyeni bir yaşam biçimi, yeni bir hayat standardı sunuyormuş gibi tanıtmaktadır ürünlerini. Örneğin çok lüxs bir mekânda içtiğiniz çaya gönül rahatlığıyla beş lira değil de elli lira ödemeniz aslında bir bardak çaya elli lira verebilecek maddi imkânı olan insanlarla birlikte olduğunuzu bilme mutluluğu. Bir nevi sosyal statü de satın alıyorsunuz bir bardak çayla.

İnsanlar markaları, kimliklerini ifade ettikleri birer araç olarak görmeye başlamıştır. Bu da aslında insanların kalbini, beynini, gönlünü beslemek yerine görünür olan yerlerini süslemeye itiyor. Nasreddin Hoca'nın deyimiyle bu bizi "ye kürküm ye" anlayışına götürüyor. Değer algımızın alt üst olduğu bu çağda her şeye rağmen kendimiz olarak var olabilmemiz gün geçtikçe zorlaşıyor.

İnsanların yaptıklarıyla değil, giydikleriyle marka oldukları bir çağda; insanların sahteliğinden yakınmak yanlış olur diye düşünüyorum.

Giyindiklerimizle değil, insanlığımızla.

Markalarla değil, başardıklarımızla övüneceğimiz güzel bir gelecek diliyorum.

Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Sevgiyle kalın

Hoşçakalın

Eğitimci yazar- Soner Atabek

 

 

 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —