Evde tutsak günlerimiz.
İnsanların içsel duygularının en sıkışık, en can sıkıcı günleri. Çocuklar tam bir çıkmazın girdabında. Ruhsal gelişim, düşünsel olgunluk, toplumsal ilişkiler tam bir bozgun halinde. Virüsün kayıp günleri, yıkıcı ilişkiler.
X X X
İnsanlar, özellikle gençler, cep telefonu, internet dünyasının çizili sınırları ortasına sıkıştı. Söz dağarcıkları giderek o kadar azalıyor ki. Muhabbet yoksunluğu, yoksulluğu. Dilsiz, hissiz, yoldaşsız. Hele virüs tüm toplumsal, kişisel ilişkilerin arasına tel örgü çekti, sanki.
X X X
O kadar büyüdük ki…Giderek derinleşen bölünmüşlükler. Dinci-dinsiz, demokrat-faşist, bizden-onlardan, batıcı-doğucu, kemalist-osmanlıcı. Birbirine tahammülü olmayan insan gruplarına gark oldu toplum. Sanki aynı ülkenin yurttaşları değilmişiz gibi. Hele ki ırksal ve dinsel bölünmüşlük. Tam da bu güzelim ülkenin insanlarına yapılacak en büyük kötülük. Cumhuriyet değerlerinin hızla yok edildiği bu ortamda, eğitim-öğretim ve hukuksal korkular da bu bölünmeye yönlendirilirse, işte o zaman vay ki ülkemizin haline!
X X X
En büyük tehlike virüs…Eğer bu virüsle, çağdaş anlamda, bilinçli, disiplinli, özverili, sosyal devlet uygulamalarının izinde mücadele verilmez de, ülke bu virüse yenik düşerse, ne eğitim-öğretim, ne hukuk, ne adalet, ne devlet, ne ekonomi, HİÇBİR ŞEY KALMAZ insanlarımıza.
Kadınımız, kadınlarımız bu ülkenin özgür, eşit birey yurttaşları olamadı. Dinsel baskılardan bir türlü kurtulamadı, kadınlar, dünya kadınları. 1930’lıların Türkiye’sini arar olduk. Anamız, yarimiz, bacımız olan kadınlarımızı baş tacı edemedik.
Yazık!

