Sait Faik’i sever misiniz?
Ben çok severim.
Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliğim yıllarında öğrencilerime, Gönen doğumlu Ömer Seyfettin’in “olay öykücüsü”, Sait Faik’in ise “durum-kesit öykücüsü” olduğunu anlatırdım.
Sait Faik’in öykülerinin tümünde “gözlem” yönü ağır basar.
Sait Faik Abasıyanık öykülerinde belli bir mahalle, belli bir konu, belli bir kişiyle anlatılır. Huzur ve güven adına uygulanan baskı içselleştirilmez, Sait Faik öykülerinde. Belki hepsinden önemlisi de şudur: Sait Faik, daha çok gezip gördüklerini anlatmasına karşın, anlattıkları kendisi değildir. Eserin talep ettiği kişi vardır o öyküde, o şiirde, o romanda. Sait Faik, olaya sırtını yaslamaz.
Sait Faik’le birlikte “küçük insan”, acınası bir özne olmadan yer bulur edebiyatımızda. Balıkçısı, esnafı, işsizi kendi bağlamında, öykünün gerektirdiği kadar işlenir. Fakirse fakirdir, hastaysa hasta…
Sait Faik’in öykülerinde “yaşam sevinci” ağır basar.
Biz de bu sevince Nazım Hikmet’in dizeleriyle katılalım:
“Uyandım baktım ki sabah olmuş
Ah! Ne umutlar doğmuş içime…
Günaydın, dünyanın bütün annelerine,
Günaydın, mahalleye,
Mahalleliye…
Köşedeki muhallebiciye
Sokaktaki simitçiye…
Denize, güneşe…
İyiliğe, güzelliğe…
Sevgiyle
Günaydın!
Aynı göğün altında yaşayan herkese…”