Murat KARAHAN

Tarih: 17.11.2024 01:17

Senin Kadar Kimse Sevmedi ki…

Facebook Twitter Linked-in

İnsan, geçmişte yapmış olduğu yolculuklarını unutuyor

Rüyalar kalıyor hafızalarında

En ağır anıları yüklenip bekliyor, soğuk ve ruhsuz limanların önlerinde   

Meçhule giden gemilere binip, gitmek istiyor bilinmezlere…

Hayata nereden baktığınız önemlidir. İlişkiler, birliktelikler, doluya koyduğunuzda almayan, boşa koyduğunuzda dolmayan hallerdir çoğu zaman bütün bu yaşadıklarımız. Her şey bir süre sonra dönüp aynı duyguları yaşatıyor insana. Aslında bu benim içinde, senin içinde, herkes içinde değişmeyen bir gerçek.  Geçmişin yürekte saklı, yarım kalan yaşanmışlıklarını kader tekrar arkası yarın gibi getiriyor önümüze. Görüyorum, duyuyorum, dinliyorum her şey aslında biz insanlar için aynı. 

Günü geldiğinde raftan seçip, seçip alıyoruz. 

Artık şansımıza ne çıkarsa…

Bence bütün mesele, raftan ne aldığınıza bağlıdır… 

Gelin bugün raftan bir tanesini indirip bakalım bu hafta yeşil mürekkepli dolmakalemimden neler dökülecek…

Günlerden Pazar saat 07;00 ve her Pazar sabahı olduğu gibi, telefonun alarmı uyandırıyor. Mevsim yazın başlangıcı, Haziran ayının ilk haftası. İstanbul’un vazgeçilmezi erguvan ağaçları açmış. Şehir iki bin yıldır her yaz başlangıcı olduğu gibi, yeniden doğuyor. Aşka hasret kalmışlar mesajlarını gönderiyor. Her Pazar olduğu gibi bu pazarda İstanbul’un keşfine yine erken saatte başlanacaktır. Adam saatin uzun, uzun çalmasına izin vermeden, yataktan kalktığı gibi banyoda soluğu aldı. Tatil günü demeden işe gider gibi tıraşını olup duşunu alıp çıktı. Akşamdan hazırladığı kıyafetlerini giyip, cüzdan ve telefonunu cebine koyup evini kapatıp anahtarını eline alıp sallaya sallaya sokağa indi. 

Dün akşam planladığı turuna başlamak için, Eminönü’nde bulunan Kadıköy vapur iskelesine doğru yola çıkacaktı. Sokağın başına geldiğinde, saat sekize çeyrek vardı. Birkaç dakika sonra, gelen ilk taksiye el edip durdurdu. Eminönü istikametine doğru yola çıkıldı. İstanbul’un trafiği işkencedir günün her saatinde. Ama Pazar sabahları İstanbul’un trafiğin keyfi başkadır. Caddelerinde tek, tük gece görev yapan sabahçı kahvesi ya da bir çorbacı arayan taksiciler vardır. Belki birkaç tane polis arabası geçer ve birde işe gitmek için birkaç insan görürsünüz. Adam on beş dakika sonra, Eminönü Kadıköy iskelesine gelmişti. Taksiciye parasını ödeyip, 08:15 vapuruna yetişmek için hızlı adımlarla yürüdü…

Birkaç dakika sonra, Vapura bindi. Üst kata güverteye çıktı. Vapurun ön tarafına oturdu. Güneş yazın başlangıcını müjdeler gibi, sabahın erken saatinde insanları ısıtıyordu. Birkaç dakika sonra vapurun siren sesi, aklına dün gece hayal ettiği pazar sabahı Kadıköy vapurunda çay, simit ve kaşar peynirli kahvaltıyı getirdi.  Ayağa kalkıp, bir alttaki vapurun büfesine doğru hareket etti. Beş adım atmıştı ki, tam sağdaki koltukta oturup, uzakları seyreden kıza gözü takıldı. Duraksadı. Pazar sabahları bu saatte seyahat edenler bellidir. Ya kendisi gibi gezi programı olan uyku düşmanları ya da gerçekten bir yakadan bir yakaya işi olanlardı. Vapurda tenha denecek kadar az yolcu vardı. Sonra cesaretini toplayıp, kıza doğru yürümeye başladı. Tahta bankın başına kadar geldi. Kız vapurdan boğaza doğru hareketsiz halde öylece bakıyordu. Birkaç dakika sonra, adamın başının üzerinden bir martı telaşlı şekilde uçtu. Martının sesinden irkilen kız, istemsizce dönüp martıya baktı. O an kız oturduğu bankın hemen yanı başında adamın dikildiğini gördü.  Adam birkaç saniye daha kıza baktıktan sonra, yüzünü o da boğaza doğru çevirdi. Birkaç saniyelik bakışma ile kızı baştan aşağı incelemişti. Açık kahve saçları göğsünün üzerine kadar inmiş, gözlerinde kemik rengi gözlük. Giydiği beyaz gömleğinin üstten iki düğmesi açıktı. Mavi kot pantolonu, ayağında beyaz sandalet ayakkabı, sağ kolunda birkaç tane nazar boncuklu bileklik ve arkasında küçük bir sırt çantası vardı…

Kız, ne bakıyorsun der gibi kafasını salladı. Adam ilk görüşte çarpılmıştı kıza. Bir şeyler konuşmak istedi.  Boğazı düğümlenmişçesine bir kelime bile ağzından dökülmedi. Kız aynı hareketi bir kez daha yaptı. Adam istemsizce, “Günaydın özür dilerim, rahatsız ettim. Kendime çay alacağım sizde alır mısınız?” Kız yine konuşmadı. Ne münasebet der gibi sağ eliyle işaret yaptı ve kafasını sağa, sola sallayıp İstanbul boğazına doğru bakmaya devam etti. Adam birkaç saniye daha kızın başında dikildikten sonra arkasını dönüp, uzaklaştı güverteden. Beş adım attıktan sonra, tekrar olduğu yerde durdu. Arkasını dönüp, kızı tekrar kontrol eder gibi, başını sola çevirip kaçamak bir bakış attı. Kızla tekrar göz geze geldiler... 

Adam tekrar yürüyüp, alttaki açık kantine gitti. İki çay, iki su, iki simit, dört küçük poşette kaşar peynir, birkaç şeker ve tahta karıştırıcıyı geniş bir tepsiye koyup parasını ödedikten sonra, hızlı adımlarla yine güverteye çıktı. Heyecandan merdivenleri çıkarken tepsiyi dökecekti ki son anda kendini toparladı. Yine aynı koridordan kızın oturduğu banka doğru yöneldi. Tam karşısına gelip, ayakta birkaç saniye bekledi. Sonra bankın önündeki masaya usulca tepsiyi bıraktı. Kızın birkaç dakika öncesi tavrından eser yoktu. Bu cesaretle, önce çayı ve şekeri kızın önüne doğru kibarca koydu. Sonra arkasında simit, peynir ve suyu bıraktı. Ardından, kendi çayını, suyunu, simit ve peyniri önüne aldı. Oturabilir miyim diye sordu. Kız yine konuşmadı, tebessüm etti otur gibisinden…

Kızın yüzü uzun, ince, kemikli ve keskin hatlara sahipti. Gözündeki gözlüklerden yüz çehresi belli belirsiz görünüyordu. Adam; “Tekrar merhaba, ben Hüseyin” kız ılık bir ses tonuyla, merhaba teşekkür ederim, çok naziksiniz dedi. Sonra çayına bir şeker atıp, yine boğaza doğru baktı. Hüseyin kızın yüz ifadesine takılı kaldı. Aklından tekrar bana bakarsa, adını sorarım diye düşündü. Kız karşısında oturan Hüseyin’e bakmadan, çayının şekerini karıştırdı... 

Çayından bir yudum aldıktan sonra arkasına yaslanıp Hüseyin’e baktı. Hüseyin “İsminizi sormamda bir sakınca var mı” Kız biraz duraksadıktan sonra, İlya dedi. Hüseyin “Çok güzel bir isimmiş, anlamı nedir” Kız Slav ırkından geliyoruz biz. Adımın birçok anlamı var. Tanrının adamı, dört büyük dinin yeri Kudüs’ün eski adı, güneş ışınlarıyla gelen Hıdırellez, yeşil cennet gibi anlamları var. Ama benim için en anlamlısı canım annem söylerdi. Cennetin Prensesini. Ben en çok annemin ismime yüklediği anlamı çok seviyorum… (devamı var)


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —