Hüseyin “Cennetin Prensesi çok güzel” değip karşılıklı gülüştüler. Sonrası çaylar içildi, simitler yendi, kaçamak bakışmalar, ardından gülüşmeler devam etti. Vapur iyiden, iyiye Kadıköy İskelesine yaklaşmıştı. Hüseyin’de telaş başladı. Birazdan bu rüya bitecek ve İlya gidecekti. Vapurun görevlisi rıhtımda bekleyen görevliye bağlama halatını attığını gören İlya, Hüseyin’e dönüp “Tekrar teşekkür ederim. Uzun zaman oldu biriyle karşılıklı oturup konuşup, kahvaltı yapmamıştım” Hüseyin masasının üzerinde kalan sudan birkaç yudum aldıktan sonra;
“İlya bugün ki programın nedir? Özel değilse söyleyebilir misin?
İlya; Çarşıdaki Kiliseye gideceğim, başka programım yok dedi.
“Bende eşlik edebilir miyim sana” !!!
İlya şaşırmış bir halde, omuzlarını yukarı kaldırıp, sen bilirsin gibisinden bir hareket yaptı…
Sonra Kadıköy’deki balık çarşısının içinde bulunan kiliseye doğru yürümeye başladılar…
On dakika sonra, kilisenin kapısına gelmişlerdi. Kilisenin kapısında durdular. Sırtından çantasını çıkartıp, Hüseyin’e verdi. Beni karşıdaki taş banklarda bekle, birazdan döneceğim değip içeriye girdi. Hüseyin İlya’nın çantasını göğsüne bastırıp, kilisenin iç kapısına kadar arkasından baktı. Birkaç adım ilerideki taştan yapılmış banklara oturdu. Tanışanı bir saat bile olmamıştı. Ama kız, hiç tanımadığı birine çantasını teslim edip gitmişti. Hüseyin Allah, Allah bu ne güven değip, çantaya uzun uzun baktı…
Aradan yarım saat geçti. Hüseyin bir yandan gözü kiliseden çıkanların üstündeyken, bir yandan da İlya’nın çantasını hala sıkı bir şekilde tutuyordu. Derken İlya kilisenin kapısında göründü. Gözlüklerini çıkartmış, saçlarını yeşil bir kalemle tutturup, arkadan topuz şekli yapmıştı. Hüseyin’i görünce yanına gelip sessizce oturdu. Hüseyin ilk defa İlya’nın gözlerini gördü. Güzel gözleri aklını başından almaya yetmişti. Su yeşili gözlerindeki ipeksi bakış insanı ormanların derinliklerinde, uçurumların kenarında gezintiye çıkartıyordu. İlya tekrar teşekkür edip, çantasını almak için elini uzattı. İlk defa birbirinin elleri ellerine dokundu. Sonra kiliseden çıkanları hep birlikte seyrettiler...
Hüseyin oturduğu yerden istemsizce ayağa kalktı, İlya’ya dönüp; “Vaktin varsa, sana bir arka sokakta güzel kahve dükkânları var, kahve ısmarlamak isterim”
İlya; “Sevinirim, şuan istediğim tek şey sade bir kahve içmek” …
Hüseyin, İlya’nın gözlerine bir kez daha baktıktan sonra, yürümek için öne atıldı. İlya’da hemen kalkıp Hüseyin’in arkasından yürümeye başladı. Bir alt sokakta, közde kahve yapan dükkânlara geldiler. Hüseyin sık, sık gittiği, tarihi dibek kahvesi yapan dükkânın önüne durdu.
İlya’ya dönüp;
“Tarihi Dibek Kahvesi içmeye ne dersin” İlya’nın kiliseden çıktığındaki hüzünlü hali bir anda dağıldı. Yüzünde ilk defa içten bir gülüş belirdi. Hiç içmediğini, bir an önce denemek istediğini söyledi. Hüseyin önündeki iki tahta sandalyeli küçük mavi renkli masayı çekip, İlya’nın oturmasına yardım etti. Güneş iyiden, iyiye kendini belli etmişti. İlya beyaz gömleğinin yakasına iliştirdiği gözlüğünü alıp, gözlerine takıyordu ki, Hüseyin gözlüğünü daha sonra taksan olur mu gibisinden, elleriyle müdahale etti. İlya bir an utandı ve peki, peki der gibi başını salladı…
Biraz sonra, garson iki tane dibek kahvesi, yanında çifte kavrulmuş lokum ve suları getirdi. Hüseyin, İlya’nın gözlerine ve melek yüzüne bakmaktan etrafında neler oluyor, neler bitiyor ilgilenmiyordu. İlya’da kâh kaçamak bakışlarla Hüseyin’in gözlerine bakıyor, kâh gülümseyip gözlerini kaçırıyordu. İlya’yı bu bakışmalar heyecanlandırmış, sohbet etmek için Hüseyin’e; “İlk defa duydum bu kahvenin adını. Biliyorsan anlat lütfen, ben kahvemi yudumlarken” değip kahveden bir yudum aldı. Hüseyin Osmanlı’dan beri, damaklarda olan bir tat… 1800 Yılların başından beri var. Büyük havanlarda dövülerek, yapılıyor. Diğer kahvelerden aroması daha yoğun ve zahmetli bir yolculuktan sonra, fincana kadar geliyor. Sohbet, ikinci kahvenin söylenip, içilmesine kadar devam etti. Hüseyin İlya’nın yüzünün cehresine, gözlerine ve ipeksi saçlarına bakmaktan doğru dürüst kelimeler bile kuramıyordu. İlya Hüseyin’e dönüp; “Senin programını umarım bölmedim, neydi programın?”
Hüseyin; “Hiçbir programım yoktu, vapurda kahvaltı yapmak, Moda’ya kadar yürümek, sahilde biraz oturup, tekrar karşıya geçmek, hepsi buydu” … (devamı var)