İlya; “Hadi o zaman Moda’ya doğru kıralım rotamızı” değip, hesabı ödedikten sonra kalktılar. Sokağın başından, Moda’ya çıkan yola doğru konuşmadan ara sıra kaçamak bakışmalarla yürüdüler. İlya güneşin parlaklığından gözlerini kırpıyordu ki, Hüseyin İlya’nın yakasındaki gözlüğüne uzanıp aldı. İlya Hüseyin’in bu hareketiyle durdu. Hüseyin elindeki gözlüğü, İlya’nın gözlerine taktı. “Bu güzel gözlere bu kadar bakmak yeter” dedi. İlya utandığını belli eder gibi, elini ağzına götürüp, güldü…
Moda’ya geldikten sonra, taş merdivenlerden sahile doğru inmeye başladılar. İlya, merdivenleri hızlı, hızlı indi. Hüseyin ne olduğunu anlayamadı. On merdiven kadar İlya indikten sonra, sırt çantasından telefonunu çıkartıp, Hüseyin’in inerken fotoğrafı çekti. Hüseyin şaşırmıştı. Sormaya da cesaret edemedi. İlya bekledi. Hüseyin’in yanına gelmesini istedi. Telefonu uzattı, kendisini çekmesini istedi. Bu kez Hüseyin hızlı adımlarla merdivenleri indi. Büyük taş merdivenlerin ortasına kadar geldikten sonra, durdu ve arkasını döndü. İlya çoktan merdivenlere oturmuş, saçlarını açmış, sırt çantasını arkasına gizlemişti. Hüseyin birkaç fotoğraf çektikten sonra, İlya’nın yanına gelmesini bekledi. İlya merdivenleri koşarak inip, Hüseyin’in yanına gelip, çektikleri fotoğraflara baktılar. Sonra Kadıköy İskelesine doğru yürümeye başladılar…
Aheste, aheste yürüdüler. Hiç bitmesini istemedikleri yürüyüştü onlar için. Derken Kadıköy vapur iskelesinin önüne gelmiştiler. Yol boyunca çektikleri fotoğraflara tekrar, tekrar baktılar. Güneş telefonun ekranına yansıdığından, bir ara Hüseyin İlya’ya yaklaşıp omzuna elini istemsizce koyup, ekrana yansıyan güneşi kapatmak istedi. O an İlya sağ elini, Hüseyin’in eline koyup, omzunu iyice sardı. Birkaç adım öylece yürüdüler. Vapur birazdan kalkacaktı. Vapura bindiler. Saat öğlene doğru olmuştu. Vapur dolu olduğu için, güvertede yer yoktu. Vapurun giriş tarafı dış alandaki düz uzun banklara oturdular. Birkaç dakika sonrada görevli vapurun halatını çözdü ve vapur hareket etti…
Tam kız kulesinin olduğu yere gelmişlerdi ki, Hüseyin dönüp bir kez daha İlya’ya baktı. “İlya sana bir hikâye anlatmak istiyorum. Fazlasıyla seni derinden etkileyecek bu hikâye üzülmeni istemiyorum, ama yaşanan gerçek bir hikâye” dedi. İlya önce çok şaşırdı. Seve, seve dinlerim der gibi, yine kuğu boynunu sağa, sola sallayıp, başıyla onay verdi. Hikâyeye başlamadan önce, Hüseyin İlya’ya biraz daha sokuldu. Omuzları birbirlerinin omuzlarına yaslanmıştı. “Sen yalnızca kız kulesine bak ve bende hüznün kapısını usulca aralayayım Cennetin Prensesi” dedi…
Peki, değerli dostlar. Siz hazır mısınız hüznün kapılarını aralamaya…
Hüseyin, İlya’ya bakar ve başlar anlatmaya. 1934 Yılının başında Almanya’da başlar hikâyemiz. Naziler Almanya’da cahillerin oyunu satın alarak, iktidara gelirler. Münih’te hukuk fakültesinde görev yapan öğretim görevlisi erkek, hukuk fakültesi son sınıfta okuyan kıza gönlünü kaptırır. Üniversite’de kaçamak bakışmalar devam eder, iş birbirlerine açılmaya gelmiştir. Bir pazar günü, öğretim görevlisi kızı bir kafeye davet eder. Kendisi için çok değerli olduğunu, onu sevdiğini ve ileride eşi olmasını ister. Kızın adı Nadia’dır. Nadia bu teklif karşısında ne diyeceğini bilemiz. Çünkü o günlerdeki Hitler politikaları bu tür evliliklerin olmasına şiddetle karşıdır. Çünkü Nadia Romanyalı Yahudi bir ailenin kızıdır. Öğretim görevlisi adam Almanya vatandaşıdır. Ari ırk yaratmak isteyen Naziler için bu evlilik söz konusu bile değildir…
Öğretim görevlisi konuyu ailesine açar. Ailenin tek çocuğudur. Evde kıyamet kopar. Günlerce birbirleriyle konuşmazlar. Bu işin böyle gitmeyeceğinin farkında olan baba, bir akşam yemeğinde sofraya oğlunu çağırır. Sen istiyorsan, ben senin arkandayım der. Annesi, yeri göğü inletip, şiddetle karşı çıkar. Öğretim görevlisi oğulları, Milian babasının desteğinden sonra, sabah fakülteye koşarak gider, güzel haberi sevdiği kıza iletir. Aradan birkaç ay geçtikten sonra, gizlice evlenirler. Naziler Yahudi avına çoktan çıkmışlardır. Bir akşam genç çiftin kapısı çalınır. Naida’nın Yahudi bir ailenin kızı olduğunu Nazi subayı söyler. Bir an önce, bu evliliği bitirmelerini ve Naida’nın ülkeyi terk etmesini ister. Normalde bu konuşmayı bile yapmadan genç kadını alıp götürürlerdi. Fakat gelen subay, Milian’ın arkadaşı olduğu için, bu iyiliği yapmıştır…
Milian ertesi hafta, Münih’i terk edip, kargaşaların olmadığı başka bir şehre taşınırlar. O an Naida’nın kimliğini yok edip, babasının tanıdığı bir görevliden yeni sahte kimlik alırlar. Yeni isim ve kimlikleriyle hayatlarına devam ederler. Yıl 1938’i gösterirken, Hitler Almanya’sı yüzlerce Yahudi aileyi katledip, evlerini, işyerlerini yağmaya başlarlar. Bir sabah doksan yedi insanı katledip, Yahudi mezarlarını bile açıp tahrip ederler. O günden sonra, şiddet katlanarak artmaya devam eder…
Nadia’nın ailesi çoktan Almanya dışına çıkmışlardır. Haber almadan geçen haftalar ve bunca stresin ardından, Nadia eşine güzel bir haber verir akşam yemeğinde. Naida iki aylık hamiledir. Dönemin şartlarını göz önünde bulunduran Milian’ın aklına Naida’yı Almanya dışına çıkartmak gelir. Ama bunu nasıl yapacaktır. Almanya’nın şartları her geçen gün şiddetini artırarak devam etmektedir. Üniversiteden istifa kararı alır, eşyalarını ikinci el dükkânlarına satarak, Almanya’dan ayrılma hazırlıklarına başlarlar. Bir cumartesi sabahı, yeşil gözlü güzel karısını yanına alarak, iki davul dolusu eşya ile Paris’e gitmek için Almanya’dan ayrılırlar. Öğretim görevlisi bu yaşananları içine sindiremediğinden, bir mektup yazıp, postaya verir. Mektupta Almanya’yı bu hale getiren Hitlerin politikalarını eleştirir. Tren Paris yolundadır. Paris’e gittikten sonra, birkaç gün dinlenip, oradan İstanbul’a gelecek Orient Eksprese bineceklerdi…
Hüseyin bu hikâyeyi anlatırken, İlya çoktan sağ kolunu Hüseyin’in sol kolundan geçirip, omzunu başına yaslamıştı. Hüseyin bir es verip, İlya’ya dönüp bir şey isteyip, istemediğini sordu. İlya Hüseyin’in omzunda olan, başını yine sağa, sola salladı. Sonra hüzünlü bir ses tonuyla “Sen devam et lütfen” Hüseyin, hikâye uzun birazdan vapur Eminönü’ne yanaşacak, nasıl yapalım. İlya “İner, tekrar bilet alıp bineriz”…
Birkaç dakika sonra, vapur Eminönü İskelesine yanaştı. Aceleyle vapur rıhtıma yanaşmadan atladılar. Demir parmaklı kapıdan geçip, tekrar bilet alıp, vapurun boşalmasını bekleyen yolcuların arkasında yerlerine aldılar. İlya heyecandan yerinde duramıyordu. Bir ara, Hüseyin’in ellerini sıkıp tekrar bıraktı. Biran önce vapura binmek için kapı açılsa da, yerlerimizi alsak gibi ikisi de pür dikkatti. Birkaç dakika sonra kapı açıldı. Hüseyin önündeki yolcuları, ileterek öne doğru hamle yaptı. Sonra İlya’ya dönüp; Ben üste çıkacağım daha önce oturduğumuz yere. Sen oraya gel değip, ilerlemeye devam etti…
Öylede oldu, hızlı adımlarla vapurun içindeki merdivenleri çıkıp, üst güvertedeki yere oturup, İlya’nın bir an önce gelmesini bekledi. İlya’da birkaç dakika sonra koşar adımlarla gelip, Hüseyin’in yanına oturdu. Birkaç soluk aldıktan sonra, Hüseyin bir şey isteyip, istemediğini sordu. Teşekkür eden İlya bir an önce hikâyeye başlamasını rica etti…
Orient Ekspresine binen çiftten bir tanesi bu trenden inemeyecekti. Paris sınırında, Naziler trende arama yaparlar. Milian’ın seyahate çıkmadan yazıp bıraktığı mektup çoktan ellerine geçmişti. Sahte pasaportlarla Almanya dışına çıkan çift yakalanacaktır. Nadia yakalanıp, toplama kampına gönderilir. Kocası ne ederse, etsin trenden inmesine mani olamamıştır. Paris’te birkaç gün bekleyen eşi, yapacak bir şey kalmadığını anlayıp, İstanbul’a doğru yola çıkar. Çünkü Paris’te kalırsa, kendisi içinde işlerin daha sıkıntılı olacağını, belki de ajanlar tarafından öldürüleceğini düşünür…DEVAMI VAR….