Mangırcı'nın bir yamacından körfezi seyrediyorum.
Güneşin kavurucu sıcaklığı altında sarı ve mavi koyu
bir yalnızlık... Her yer terk edilmiş, her yer kupkuru... Kaskatı kesilmiş, kuraklıktan çatlamış toprak insanı ürkütüyor.
Susuzluğun ve yeraltı sularının hoyratça bir bilinçsizlikle kullanılmasının düşündürücü, acı bir görüntü. Toprak, toprak olmaktan çoktan çıkmış. Yeşilin adı ve rengi yok artık. Bir tek canlının ortalıkta görünmediği, oynaşmadığı, sesinin duyulmadığı ölü bir doğa...
Toprağın ağladığını duydum.
X X X
Bir insan yaşadığı toprağa, onu besleyen, onu var eden toprağa ancak bu kadar kötü davranabilir.
BİR DAMLA SUYUN BOŞA GİTMEMESİ, HEBA EDİLMEMESİ GEREKEN EKOLOJİK BİR DENGESİZLİK YAŞIYORUZ HAKBUKİ. YERALTI SULARININ DENGESİZ HESAPSIZ ÇEKİMİNİN SONA ERMESİ, BİR-İKİ GÖLET YAPILMASI, YAĞMUR SULARININ DAHİ BİRİKTİRİLMESİ İÇİN DEPOLAR YAPILMASI GEREKİR.
Suyun hayatın kaynağı olduğunu hep söyleyip duruyoruz oysa.
Az çalışıp, az emekle, az terlemekle, toprağı sürmeden, bir İLAÇLAMA-İLAÇ KULLANMA deliliği ile ne ot bırakıyoruz ne börtü-böcek. Tabiat ananın, toprak ananın üstünde yaşayan, onu koruyan, ona canlılık veren tüm yeşilliği yok ediyoruz. Ne tembellik, ne yok ediş, ne yok oluş. Birçok canlı, yok edilen yeşillikle, zehirlenen yaşam ortamından kaçıp, başka yerlere göçtü.
YEŞİLİN ÖNEMİNİ, OT BİTKİSİNİN DOĞANIN CANLILIĞI İÇİN NE DENLİ ÖNEMLİ OLDUĞUNU BİLMEYEN ÇİFTÇİ ZİRAATÇİ/ zahmetsiz ürün alma tembelliğinde/İLAÇLAMA İLE BİR KATLİAMA GİRİŞTİ.
Susuz ve zehirlenmiş toprak, sarı güneşin kavurucu sıcaklığında adeta yanıyor, kavruluyor.
Doğanın can çekiştiğini hissettim.
İnanır mısınız, toprağın ağladığını duydum.

